Londra Bulvarı’ndan kaçmak zordur

Filmler
Akla ilk olarak Guy Ritchie’nin filmleriyle gelen Londra mafyası son olarak William Monahan’ın ilk yönetmenlik denemesi olan Londra Bulvarı/London Boulevard ile karşımıza çıkıyor. Ken Brue...
EMOJİLE

Akla ilk olarak Guy Ritchie’nin filmleriyle gelen Londra mafyası son olarak William Monahan’ın ilk yönetmenlik denemesi olan Londra Bulvarı/London Boulevard ile karşımıza çıkıyor.

Ken Bruen’in romanından uyarlanan filmde hapisten yeni çıkan Mitchell (Colin Farrell) eski suç arkadaşlarıyla biraraya gelir ve ne hapse ne de suç dünyasına dönmek istediğini açıklar. Ancak hapisten yeni çıkan eski bir suçlu için ilk zamanlarda iş bulmak kolay değildir.

Şansı yardım eden Mitchell dış dünyaya kendini kapamış çok ünlü bir oyuncu olan Charlotte’un (Keira Knightley) koruması olarak iş bulur. Esasında işi, evinden dışarı pek çıkamayan Charlotte’un evine izinsiz girmek isteyen paparazzileri engellemek ve arada onun işlerini yapmaktır. Mitchell, Charlotte’un evinde eski bir oyuncu olan Jordan (David Thewlis) ile tanışır.

Mitchell bir yandan Charlotte’ın evine giderken diğer yandan eski arkadaşı Billy (Ben Chaplin) ile bazı binalardan tahsilat işlerine gitmekte ve kız kardeşi Briony’ye (Anna Friel) göz kulak olmaya çalışmaktadır. Ne yapacağını çok da kestiremeyen Mitchell’ın hayatı büyük patron Rob Gant’ın (Ray Winstone) ilgisini çekmesiyle değişmeye başlar.

İlk kırk dakikasında Keira Knightley’in pek görünmediği Londra Bulvarı temelde eski bir suçlu olan Mitchell’ın kaçışını anlatırken yanında insanlardan kaçmaya başlayan Charlotte’un da hikâyesini ekliyor. Renkli yan karakterlerle zenginleşen filmin ne yazık ki hikâyesi çok iyi bir temele oturmuyor.

Ridley Scott’un Cennetin Krallığı/Kingdom of Heaven filminin senaryasunu yazan daha sonra Oscarlı Köstebek filminin senaryosunu yazan William Monahan, ilk yönetmenlik denemesinde, elindeki iyi oyunculara karşın hikâyeyi pek toparlayamamış. Zira Mitchell’ın hikâyesine ağırlık verirken Charlotte çok dışarda kalmış ve neredeyse bir sahne dışında ona özel pek bir şey görmüyoruz. İnsanlardan neden kaçtığı muamma olarak kalıyor.

Yan karakterlerin hikâyesi, varoluşsal sorunları da biraz boşta bırakılmış. Kimi zaman sahneye giren karakterlerin nereden çıktıkları belli olmuyor. Bu da izleyicinin filme girmesini zorlaştırıyor. Öte yandan Charlotte’a sürekli sataşan ve hakarete varan tacizlerde bulunan paparazziler üzerinden magazin dünyası bir şekil taşlanıyor ve John Lennon’un katili Mark David Chapman’a benzetilen bir paparazzi de ilginç bir metafor olmuş.

The Bodyguard, Carlito’nun Yolu/Charlito’s Way ve RocknRolla’yı anımsatan bazı sahnelerin olduğu Londra Bulvarı, Guy Ritchie’nin filmlerinden sonra yavan bir tat bıraksa da bu tarzı seven izleyicilerin biraz ilgisini çekebilir.

Filmin sürprizleri ise Harry Potter serisinde Remus Lupin olarak izlediğimiz Jordan rolündeki David Thewlis ile mafya babası rolündeki Ray Winston. [Taraf]