Kasabanın En Güzel Filmi…

Filmler
Hazırlayan: Banu Bozdemir Kasabalar kimisi için bir çıkıştır, kimisi içinse bir dönüş… Kimisi içinse doğulan ve aynı zamanda doyulan, zamanın sessiz ve derinden aktığı, türlü türlü hikayel...
EMOJİLE

Hazırlayan: Banu Bozdemir

Kasabalar kimisi için bir çıkıştır, kimisi içinse bir dönüş… Kimisi içinse doğulan ve aynı zamanda doyulan, zamanın sessiz ve derinden aktığı, türlü türlü hikayelerin kurulduğu, ‘küçük hayat’ların başrol oynadığı ve duygu olarak şehre uzak mekanlardır… Haydar Ergülen’in dediği gibi ‘kasaba içerdedir, denizle akraba değildir, kasabaya gölge yeter, bir de loş ikindiler.’… Ya da Süt filminin oyuncusu Saadet Işıl Aksoy’un dediği gibi ‘üçüncü gün, yıllardır orada yaşıyormuş duygusu uyandıran’, insanı hayatının sonuna kadar orada kalacakmış duygusuna meyillendiren yerlerdir kasabalar… ‘Bir kasabada ölmeliydim aslında’ diyen Yılmaz Erdoğan’ın ‘kasaba’ şiirindeki kadar dramatik belki de…

O yüzden öyküleri de sinemayla olan iletişimleri de farklıdır… Sinematografik olarak belli bir karizma uyandırırlar insanların gözünde… Bu kadar sanatsal uyarlamalara modellik ettiklerini bilseler, kasabalılar çok mutlu olurlardı herhalde… Ama kasabaların sadece güzel ve uzun görüntülerin eşlik ettiği yavaşlığın arenası olarak algılanması biraz rahatsız edici… Kayıtsız şartsız Tarkovski’nin yavaşlığına sığınmak da fazla apolitik…

Bal ve gelecek hafta vizyona girecek olan Kosmos’dan ve hep hayatımızda yer alacak çekilmemiş diğer kasaba filmlerinden ilham alarak kasabalı filmlere göz attık…

‘KASABA’DAN UZAKLAŞMAK

Kasaba filmleri denince son yıllarda aklımıza ilk olarak Nuri Bilge Ceylan geliyor tabi ki… Kendi hayatından yola çıkarak başladığı yolculukta, fazla mekan değişikliği yapmadan ama ruhani olarak dolu dolu döndü Ceylan. İlk filmi Kasaba siyah beyaz, belgesel tadında, baharMAYIS SIKINTISIın uyanışıyla hareketlenmeye başlayan bir kasabada, zamanın yavaşlığına, hayatın tekdüzeliğine, yaşamların küçüklüğüne ve samimiyetine uzun planlar eşliğinde bakan bir filmdi… Görsel açıdan etkili bir sinema dili olan Ceylan ailesinden insanları oynatarak ve küçük bir ekiple bu işi bitirerek sinemanın gerçekliğine kocaman bir anlam katmış oldu bu filmiyle…

Diyalogların yerine görüntünün konuştuğu etkili bir film oldu Kasaba. Bunda sinemanın şehre sunulan bir sanat dalı olması da etkiliydi… Kasabaları sadece tatile giderken gören büyük bir kesim, farklı bir yaşamın yavaşlığında ve tekdüzeliğinde çok farklı sanatsal anlamlar buldular kendilerince… Arkasından gelen Mayıs Sıkıntısı, Ceylan’ın kasabasına duyduğu sıkıntı ve suçluluğu daha da su yüzene çıkarır nitelikteydi… Çünkü yavaş yavaş kasabasının İstanbul’u gösteren oklarına doğru ilerliyordu Ceylan… Bu kasabanın sıkıntısından çok kendi sıkıntısı, şehirlinin ve şehre yönelmenin sıkıntısıydı aslında… Güzel görüntülerin, içimizdeki sıkıntılı bir noktaya parmak bastığı, samimiyetin içimizden taşıp gittiği, naif çizgilerle kuşatılmış bir filmdir… Sonra ‘Uzak’ gelir ve kasabaların o masum havasından yavaşça ‘uzak’laşıp gideriz…

TARKOVSKY YAVAŞLIĞIN KEŞFİDİR

Bir de Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmiyle gönüllere taht kurmuş ve geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Ahmet Uluçay vardır ki, o ayrı bir fenomendir. Film çekmek teknik ve duygusal olarak içine gökten zembille inmiş gibidir. Kasabasından çıkmadan, ‘kasabanın en güzel filmini’ çekmeye soyundu hep. Naiflik içeren, her karesinde sinema sevgisi kokan filmi tam da bir kasabalı. Yönetmen ikinci filmi Bozkırda Deniz Kabuğu’nu tamamlayamadı ama kasabalı çocuklar yani içlerde yaşayan çocuklar denize ulaşırsa dilekleri yerine gelir gibi bir inanış vardır. Uluçay’ın hayatı da tıpkı öyle… Küçücük bir noktadan okyanuslara ulaştı, karpuz kabuğundan gemiler yaptı, bozkırda deniz kabuğunu buldu. Yani denize ulaşmak isteyen küçük bir çocuk gibiydi ve denizlere ulaştı…
KARPUZ KABUĞUNDAN GEMİLER YAPMAK

YUMURTA KIRGINLIĞI, BAL TADI

Bu sene fazlasıyla tartışma yaratan Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta’sı da şehirden kasabaya evrilen filmlerdendi. Şehirde yalnızlığın tıkacında kalmış bir adamın, zorunluluk kisvesi altında şehre gitmesi ve orada kendini bulma hikayesi. Kasabada eski dostlar, sevgililer, mekanlar, adaklar hiç değişim geçirmeden öylece beklerler onu… Yavaşlık, yalnızlık hiçbir şeyin dokusunu bozmayan bir örtü gibidir… Derin bir sükunet ve karamsarlık hakimdir… Kamera uzun uzun bu sükunetin üstünde durur. Evet kasabalarda yaşadıysanız, zamanın yavaş aktığını, insanın evliya kıvamında dolaşmak için zamanının olduğunu, dikkat dağıtacak konuların fazlasıyla az olduğunu görebilirsiniz. Ve bu anlara ilişkin uzun planlar yapabilirsiniz… Ama bir de işin şu yanı var. Şehirde trafiğin ortasında bir arabanın içinde mahsur kalmışken de aynı derin duygularla yavaşlığın kuşatması altında olabilirsiniz… Kasabaların sosyal yapısını iyi bilen birisi olarak zamanın yavaşlığının insanın yavaşlığı olarak kabul edilmesine karşıyım. Yumurta’daki yoğun itirazım da buradan kaynaklanıyor… Serinin ikinci filmi Süt ve sonuncusu Bal, kasaba ortamının sukunetinin yanında yalnız adamın sessiz gençliği ve sessiz çocukluğuna odaklı…

YUMURTA

TATİL SİNEMASI
Seyfi Teoman imzalı Tatil Kitabı da aynı kaderi paylaşıyor. Tatil Kitabı yaz rehavetini arkasına alarak, iyice gölge altına çekilmiş bir sinema sunuyor izleyiciye… Silifkeli bir ailenin başından geçenler bu kez ailenin küçük oğlunun tarafından aktarılır. Yani her ailede yaşanacak olan gerilimler, fazla iddiada bulunmadan, fazla derinleştirilmeden, taşranın yavaş ritmini kullanarak anlatılıyor… Ve yine aynı duygularla izliyoruz filmi… Şehir hayatının hızına yenik düşen kasaba filmi… İstekler, beklentiler ve bunların karşılık bulamadığı hayatlar… Dört erkeğin bir kasaba ortamındaki değişimlerine odaklı film; güç, otorite gibi kavramlara bakıyor… Ama konunun dağılımlı olması ve karakterler yaratması en azından filmi ötelere taşıyabiliyor…

TATİL KİTABI