Tim Burton, Nick Park, Jan Svankmajer gibi isimlerde gördüğümüz, bizde kil animasyonu olarak bilinen stop-motion animasyon tekniğini yaratıcı bir zemine oturtan, yenilikçi bir eser. “Mary Ve Max”, Adam Elliot ismine henüz daha ilk yönetmenlik denemesinde Sylvain Chomet, Hayao Miyazaki gibi alanda auteurleşmiş isimler kadar yüksek bir saygı getiriyor. Öyle ki burada 1970’lerde geçen dostluk hikayesi ya da savaş karşıtı durum komedisi, sessiz sinemaya uygun bir üslupla perdeye yansıtılmış. Bu doğrultuda oluşturulan iki karakterin farklı evrenleri; zeki detaylar ve flashbacklerin anlatıdaki hakim rolüyle zirve yapınca da karşımıza devrimci bir animasyon çıkmış.
Sinemada dostluk temasının, anti-kahramanların, toplumun kaybedenlerinin ve kapitalizmin birey üzerindeki yabancılaştırıcı etkilerinin ele alındığı çok fazla film izledik son 50 yılda. Ancak onlardan hiçbiri “Mary ve Max” (“Mary and Max”, 2009) gibi bir üsluba sahip değildi. Bu cümleleri inandırıcı bulmuyorsanız (ki ben de bu animasyonu izlemesem bulmayabilirdim) filmin Avustralya ve New York kısımlarından iki fotoğrafı görüp bir şeyleri anlamanız veya algılamanız mümkün.
Animasyon alanına sınıf atlatan eserlerden
Adam Elliott, henüz bu ilk filmiyle ilerleyen dönemde Nick Park, Tim Burton, Sylvain Chomet ve Hayao Miyazaki gibi animasyonda kendilerine üslup yaratan yönetmenlerden birine dönüşeceğini ispatlıyor. Böylece Vincent Paronnaud-Marjan Strapi ikilisiyle birlikte önümüzdeki 10 yılda ‘…yen çizgi filmleri’ni izleyeceğimiz yönetmenlerden biri olma yolunda ilk adımı atıyor.
Öyle ki son dönemden “Persepolis” (2007) gibi “Mary ve Max” de birçok tekniği içinde yoğuran dünyası ve bunu çarpıcı dramatik anlatıyla bütünleme güdüsüyle animasyona sınıf atlatan eserlerden biri.
Sessiz sinemadan da beslenen yeni bir üslup ya da film modeli
Öncelikle yönetmenin burada çizgi roman estetiği ya da masalsı bir dünya yaratmak için yola çıktığını söyleyelim. Bu doğrultuda da biri ABD’de “Benden Bu Kadar”ın (“As Good As It Gets”, 1997) Jack Nicholson’ın karakterini andıran Asberger sendromundan mustarip, obez Max, diğeri ise annesinin baskıcılığından, ailesinin ilgisizliğinden ve etraftaki insanların garipliğinden bıkıp içine çekilmiş, alnındaki yaradan bir türlü kurtulamayan Mary.
Elbette Elliott, bu iki yabancılaşmış karakteri ele alırken, onların sessizliklerini de göz önünde bulunduran bir üsluba açılıyor sinemasıyla. Bu da sürekli bir anlatıcı kullanarak ilerlemesi, araya da yeri geldiğinde Mary ile Max’in iç seslerini sokması. Yani neredeyse sıfır diyalog içeren bir sessiz sinema örneğini hatırlatıyor bu yapıt. Aralardaki zaman atlama geçişlerini, o dönemi andıran ara yazıların ‘iris’ kurgu efekti üzerine yazılmış haliyle yapması da manidar tabii.
Park, Svankmajer, Burton, Chomet gibi alanın lider isimlerinden izler taşıyor
Yani birazcık Sylvain Chomet’nin sessiz animasyon geleneğinden besleniyor. Ancak evrenini kurarken Çek animasyoncularında görülen, sonradan kurmacada Jan Scvankmajer’e sıçrayan, İngiltere de Nick Park animasyonlarında hakim olan stop-motion animasyon tekniğini benimsiyor. Bunun Türkçemizde kil animasyonu olarak anıldığını da ekleyelim.
Filmin bu doğrultuda da detaylarla, flashbacklerle, aksesuarlarla ve aşırılıklarla yol alan bir el hamuru evreni var adeta. Elliott da Mary’nin banliyö yaşamındaki dünyasını sarının tonlarının üzerine kurarken, adeta ülkenin çöllerle çevrili halinin bir sembolü olarak betimlemiş. Max’in ise daha çok Tim Burton’ın dışavurumcu çizgileriyle donanmış siyah-beyaz bir evreni var. Bu ikisinin bileştiği bir düş sekansında devreye giren ‘ekran bölme tekniği’ ise, aradaki farkı çok iyi ortaya koyuyor.
Yalnızlığı anlatan dostluk hikayesini betimlemek için mektup arkadaşlığı seçilmiş
Aslında Adam Elliott’ın amacı da bu yalnızlıktan mustarip ve toplumun bir kenarına itilmiş iki karakterin arkadaşlık sorununu incelemek. Öyle ki bunlar görünüşlerinden dolayı dışlanmış tipler aslında. Bu sebeple de mektup arkadaşlığı tam da onların kalemine uygun bir öykü anlatma metodu olarak öne çıkıyor. Belki Max, zaman zaman fazla sosyalleştiği için krize giriyor ancak yine de sonuca varıldığında bu durum onu da mutlu eder hale geliyor.
Lafın özü burada özgün bir mizansen ile sarılmış, ciddi anlamda doğru bir anlatı izleyen, hatta kendi tekniğini kendi yaratan bir dostluk hikayesi akıyor. Bu duruma Dale Cornelius’un incelikli bir veya iki tema müziğinin, sessiz sinema dokusuna eşlik eder şekilde enjekte edilmesi de ortaya çıkan sinema dilinin tuzu biberi olmuş.
Savaş karşıtı bir durum komedisi
“Mary Ve Max”, aslında detaylarıyla öne çıkan akıcı ve zeki bir durum komedisi olarak da özetlenebilir. Öyle ki normalde masalların başında görmeye alıştığımız karakterlerin sırlarını ve geçmişlerini ortaya dökme durumu, burada filmin 90 dakikayı bulan süresinin tamamına yayılıyor. Bu mektup arkadaşlığı yoluyla da bir flashback ile sürekli ilgincimize giden detayların bombardımanına tutuluyoruz. Bunların ince ince yoğrulmuş hali üzerinden de ayrı bir mizah tabakası dokunuyor adeta.
Bu durumun devamında ileride auteurleşecek bir yönetmenin doğuşu müjdeleniyor. Sözünü ettiğimiz birçok animasyoncu yönetmenden beslenen Elliott, burada kendi tarzını konuşma baloncuklarındaki imgelerden oyuncak koleksiyonculuğuna, ölüm meselesini zekice halledişinden ev dekorlarına ve elbette ki savaş karşıtı söylemine kadar çok iyi halletmiş.
Özellikle yahudi Max ile savaş gazisi komşunun yabancılaşmalarının bir geçmiş korkusu ya da özgüvensizlik aşılaması da aslında bu iki dostun ana yapısına uyum sağlıyor. Neredeyse bütün karakterlerin abartılı bir hamurlamayla yoğrulması da aslında bir ‘distopik evren’ kurulmasına yol açıyor. Bu konuda Max’in kör yan komşusu ile Mary’nin rujlu annesini bile görmeniz yeterli olacaktır. Elliott, çizgi roman dokusuna hakim, kendi üslubu olan bir yönetmen kesinlikle. Bu, ilerleyen yıllarda daha iyi ortaya çıkacaktır ondan eminim.
Künye:
Mary ve Max (Mary and Max)
Yönetmen: Adam Elliott
Seslendirenler: Barry Humphries, Philip Seymour Hoffman, Toni Collette, Eric Bana
Süre: 88 dk.
Yıl: 2009