Polat Ona, O Polat’a Hayran!..

Diziler
Hamit Eteevrans’ın röportajı Ben de ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ hayranları gibi ‘Rücû’yu dizide ‘Polat Alemdar’ın elinde gördüm. Neredeyse boş bulduğu her vak...
EMOJİLE

Hamit Eteevrans’ın röportajı

Ben de ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ hayranları gibi ‘Rücû’yu dizide ‘Polat Alemdar’ın elinde gördüm. Neredeyse boş bulduğu her vakitte ‘Polat’ bu kitabı okudu, inceden inceye okuyucuya bu güzel romanı içtenlikle yansıttı…

Doğrusu bu kitabı görür görmez ben de en az izleyici kadar merak ettim. Hatta ertesi gün soluğu Taksim’de bir kitapçıda aldım…

Bir sonraki günde karşıma yazarın ta kendisi çıktı. Kendisiyle önce telefonda konuştuk sonra da Ataşehir’de buluştuk. Evet, Mauro (Mevlud) Martino’dan bahsediyorum… Yeniden doğuşunun hikâyesini yazan o kalem…

İtalya’da başlayan, Kanada’da devam eden ve Türkiye’ye ulaşan, belki de hiç bitmeyecek, bir ‘eve dönüş’ mesaisini konuşarak başladığımız sohbet, yazarın iç dünyası, duygu ve düşünceleri, Türkiye ve dünya gündeminin birçok konusuyla devam etti.

Müslüman olduktan sonra ailesi tarafından terk edilen o yalnız adamla kitabının içinden, dış dünyaya yansımayan yönlerini, hayata bakışını ve bilinmeyenleri konuştuk.

İşte Mauro (Mevlud) Martino’nun sorularımıza verdiği cevaplar…

 

-Öncelikle sohbetimize İtalya’dan başlayıp, Kanada’yla devam eden ve son olarak Türkiye’ye ulaşan eve dönüş hikayesinden başlayalım…

Güney İtalya’da Calabria adlı yerde doğdum. Yüksek ve dağlık bir yerde… Yüksek bir dağın tepesinde, çok eski, bin yıllık bir köyde dünyaya geldim. Henüz 11 aylıkken babam ve annemle Kanada’ya geçtik. Frankfurt’tan gemiyle bir ay süren deniz yolculuğundan sonra Toronto’ya ulaştık. Toronto’ya vardığımızda bir yaşındaydım. Orada büyüdüm. 25’inci yaş günümde seyahat etmeye başladım ve 3 yılımı Yunanistan ve Avrupa’da geçirdim. Sonra yine Kanada’ya döndüm. 26 yaşındayken Kanada’da evlendim ve ailem oldu. 18 yıl sonra boşandım ve 2004 yılında Türkiye’ye geldim. Türkiye’de bir dolu sevimli maceram oldu.

NECATİ ŞAŞMAZ’A HAYRANLIK BESLİYORUM

– “Rücû” adlı kitabınızı ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ dizisinde ‘Polat Alemdar’ karakterinin elinde gördük. Dizi fanatikleri de bu kitabı çok merak etti. Aklımıza hemen şu soru geliyor: Polat bu kitabı neden okuyor?

Polat kitabı okudu. İnanıyorum ki, romanı çok beğendi. O bu romana inanıyor. Bunu ona sormadım; ama buna inanıyorum. Ayrıca Necati Şaşmaz ve ben çok iyi arkadaşlarız. Kendisine büyük hayranlık besliyorum. Onun da benim için aynı hislere sahip olduğunu düşünüyorum.

DAHA ÇOK ŞEY HİSSETTİM ONUN İÇİN

– Kitabın diziyle ön plana çıkması nasıl oldu? Ne gibi tepkiler aldınız? Beklentilerinizi karşıladı mı? Ve neler hissettiniz?

Dizide görünce heyecanlandım; bence gayet doğru bir şey oldu. Necati Şaşmaz’a karşı daha büyük bir sevgi hissettim; yaptığı şeyi yaptı. Necati Şaşmaz’ı elinde kitapla görünce, kitap için hissettiklerimden daha çok şey hissettim onun için. Dostlarımın hepsi zaten dizide, Yani Kurtlar Vadisi’nde çalışıyorlar. Sokakta da henüz pek tanınmıyorum. O yüzden, herhangi bir tepki almış değilim.

VADİ MUMA KİBRİT ÇAKTI

– Kitap yeterince popülarite kazandı mı?

Bir yazar olarak eserime inanıyor ve güveniyorum. Ancak Kurtlar Vadisi dizisi, muma bir kibrit çakıp yakmak gibi oldu. Onu ateşledi, eserimi aydınlattı. Daha fazla insanın eserimle karşılaşmasını ve yaptıklarımı görmesini sağladı. Kurtlar Vadisi’ne minnettarım; çünkü bana muazzam yararları oldu.

GÜÇLÜ BİR BAĞIMIZ VAR

-Bir röportajınızda şöyle demişsiniz: “Kitap, Polat’ın elinde çok farklı duruyor, yayınevinde farklı…” Bunun detayını merak ediyoruz. Ne anlatmaya çalışmıştınız o cümleyle?

Bana Necati Şaşmaz’a duyduğum sevgiyi hatırlattı… Bu kadar… Ayrıca şunu da eklemeliyim: Kendisiyle güçlü bir bağımız var. Ve kendisi Türkiye’nin en tanınmış ve sevilen insanlarından birisi. Onun gibi birinin kitabımı okumuş olması benim için bir onur. Necati Şaşmaz, kamuoyuna bu kitabın okumaya değer olduğu mesajını veriyor… 

– Kitaptaki en çarpıcı bölüm neresi?

Bence başkarakterin bazı noktalarda geçmişe dayalı bir hayatı reddetmesi, ustasına göre mükemmeliyete erişmesi için. Güvenmeyi ve sevmeyi tercih ediyor. Ustasıyla birlikte yolculuğa çıkması ve arzu ettiği geçmişi mükemmelleştirmeyi reddetmesi romanın bence en çarpıcı olayı…

– “Rücû” kime, ne mesaj veriyor?

Bu soruya cevap veremem; çünkü kesin bir cevabı yok. Okuyucu, kelimelerimin arasına girip kendi mesajını bulacaktır. Şöyle özetleyerek cevap verebilirim: Duymaktan hoşlandığım üç sözcük var… İngilizce ya da Türkçe, fark etmiyor. İngilizce, her şey güzeldir, Türkçede ise çok güzel…

– Neden “Rücû” gibi bir roman yazdınız?

Aslında “Rücû”yu yazmadım… “Rücû” beni yazdı…

İSLAM İNANDIĞIM HERŞEYİ KAPSIYOR

– Nasıl Müslüman olduğunuzu merak ediyoruz, biraz anlatabilir misiniz?

1985’te Müslüman oldum. Bana bir dolu harikulade şeyler anlatan güzel bir insanla tanıştım. Ve anladım ki, İslam inandığım tüm şeyleri kapsıyor.

AİLEMİ KAYBETMEK ÇOK KÖTÜ OLDU

– Romanda başkarakter Müslüman olduktan sonra ailesi tarafından terk ediliyor… Bu sizinle de örtüşüyor mu?

Evet, böyle bir sorunum oldu… Birçok şeyi yaşarken öğrendim. Her şey çok güzel olacak diye sabrettim. Benim için, artık sorun, sorun olmaktan çıkmıştı ve yaşam kendiliğinden güzelleşti. Tabi ki ailemi kaybetmek benim için çok kötü oldu. Eminim ki, bu, herkes için çok kötü bir şeydir.

İSLAM’I YOK SAYIYORLAR

-Peki sizin kararınıza saygı duymak yerine, neden bu şekilde davranmayı tercih ettiler?

Sanırım tek sebebi, bunu anlayamamış olmalarından kaynaklanıyor. İslam’ı yok sayıyorlar ve yadsımayı sürdürüyorlar…

İSLAM’DAN KORKUYORLAR

– Dünyanın birçok yerinde ‘Müslümanlar teröristtir’ şeklinde bir algı var. İnsanlar bilmedikleri ve henüz anlamamış oldukları bu tür kavramları neden kullanma gereği duyar. Sizin bu konudaki fikrinizi merak ediyoruz…

İnsanlar alışkanlıklarını bırakmaktan korkuyor… Düşüncelerini ve dünyevî arzularını terk etmekten korkuyor. İslam’ın birçok insan tarafından manipüle edildiğine inanıyorum. İster Amerika’da, isterse Ortadoğu’da yaşasınlar, bu böyle… İslam, İslam olmaktan çıkıp politik bir manipülasyon aracı oluyor. Bence İslam’dan korkuyorlar; çünkü bir şekilde, kalplerinde Tanrı sevgisinden yoksunlar. Eğer kalplerinde bu sevgi olsaydı, herhangi bir korkuya gerek kalmazdı.

İSLAM BARIŞ DİNİDİR

– Müslümanlığı bize anlatın desek bize neler söylemek istersiniz?

Onlara İslam’ın bir barış dini olduğunu söylemek isterdim. Müslüman, Tanrı’nın birliğine ve sevgisine inanan biridir. Terörizm veya şiddetle herhangi bir ilişkisi olamaz. Trajik olan, yalnızca Batı’da Avrupalıların İslam’ı terörist bir olgu şeklinde algılamaları değildir. Asıl trajedi, Müslüman olduklarını söyleyip de bu insanların İslam adına terörist eylemlerde bulunmasıdır. Oysa bir Müslüman asla böyle bir şey yapmaz.

– Dünyada savaş ve kargaşa azalmak yerine her geçen gün artıyor… Kurtuluşu nasıl görüyorsunuz?

Bu problemi tüm dünyada aynı anda halledecek bir çözüm olduğuna inanmıyorum. Dünya her daim çatışmalarla doluydu. Bu konuda Musa’nın düşüncesini seviyorum: Deniz ayrılıp, Tanrı’yı hatırlatacak. Benim fikrim, Tanrı’ya seslenmeyi sürdürmek ve bana gelen tüm kötülüklerin gelip geçeceğini, Tanrı’nın bir şekilde benim iyiliğimi sağlayacağına inanmak…

– Dünyayı yöneten liderlere ne gibi bir mesajınız var?

Onlara, insanlara hizmet etmelerini söyleyebilirim… Ve halklarını kendilerinden üstün tutmalarını…

– Siz bir lider olsaydınız, ne yapardınız?

Eğer yanmakta olan bir binaya girseydim ve oradaki herkesi kurtarmak gerekseydi… Umuyorum ki, oradan ayrılan son kişi ben olurdum…

– Sizden mutlu insan profili çizmenizi istesek, nasıl bir kişilik ortaya koyarsınız?

Mutlu insan, Allah’a çokça dua eden insandır… Ve Allah’la birlikte olmak isteyen…

-Peki sizi en çok mutlu eden şey nedir?

Tanrı’yı hatırlamak ve O’nu yâd etmek beni mutlu kılıyor…

– Dünya genelinde ve Türkiye’deki gençliğe bakacak olursak, yeni nesil gençliği nasıl görüyorsunuz? Onlara vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Bence Kuzey Amerika ve Avrupa’daki gençler biraz haylaz ve fesat… Türkiye’deki gençlerin ise daha ağırbaşlı ve çekici olduklarını düşünüyorum. Türk gençliğinin Amerikalı ve Avrupalı gençlerin son elli-altmış yılda yaptığı şeyleri yapmak istemediklerini görüyorum…

– Yeni projelerinizden söz etmek ister misiniz? Yakınlarda sizden bir kitap daha okuyacak mıyız?

Evet… Çok yakında… Yeni romanım Türkiye’nin sosyal sorunlarıyla ilgili… Artan açık cinsel ilişkileri ele alan bir kitap olacak. Hem erkeklerin, hem de kadınların ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Fakat kadınlar bu kitapla daha çok ilgileneceklerdir…

– Asıl mesleğiniz nedir?

İngiliz dili ve edebiyatı uzmanıyım…

– Türkiye’yi seviyor musunuz?

Türkiye’yi dünyadaki her yerden daha çok seviyorum. Türkiye’de yaşamayı ve onun benim burada yaşamama izin vermesini seviyorum.

– Peki Türkiye’de en çok neyi seviyorsunuz?

Kültürünü, havasını, yemeklerini… Her şeyden öte, insanlarını ve burada edindiğim dostları çok seviyorum…

– Şu sıralar Ortadoğu’da bir kargaşa hâkim. Ama Türkiye bu durum içinde başı dik bir şekilde durabiliyor. Neredeyse tüm dünyayı gezmiş biri olarak, Türkiye’nin konumunu ve süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye bence hem politik, hem de ekonomik anlamda önemli roller oynayacak… Ve de ruhsal olarak… Dünyanın en değerli ve önemli konumlarından biri… Stratejik öneme sahip bir ülke Türkiye… Ayrıca kültürü, dini, tarihiyle dünyanın kendisini ileriye taşımasına yardımcı olacak…

-Sizce insanlık için en büyük tehlike nedir?

Dünyada iki gerçek lider var. Biri Allah, diğeriyse Şeytan… En tehlikeli şey de Şeytanın dünyaya açtığı savaş…

– Eklemek istediğiniz herhangi bir şey var mı?

Bir süre önce Türk vatandaşlığına geçmek için başvuruda bulundum. Bu benim için çok büyük bir onur olacak… Bunu eklemek istiyorum. Teşekkür ederim…

Biz teşekkür ederiz…

www.yazete.com