Harem Uzmanından “Hürrem” Eleştirisi

Diziler
Hayatının 56 yılını Topkapı Sarayı’nda araştırma yaparak geçiren, Harem kitabının yazarı tarihçi Nurhan Atasoy, devlet adamlarının hediyeleri, savaşlarda kazanılan veya satın alınan kadınlardan ...
EMOJİLE

Hayatının 56 yılını Topkapı Sarayı’nda araştırma yaparak geçiren, Harem kitabının yazarı tarihçi Nurhan Atasoy, devlet adamlarının hediyeleri, savaşlarda kazanılan veya satın alınan kadınlardan oluşan cariyelerin, saraya alındıklarında güzellik, kabiliyet ve zekalarına göre ayrıldığını belirterek, ”Padişahın seçtiği kız, o gün külhancı usta tarafından hamamda yıkanır, kokular sürülürdü. Saçları taranıp örülür, süslenir, sonra da kapısında siyahi kadınların nöbet tuttukları yatak odasında geceyi padişahla geçirirdi” dedi.

Tarihçi Nurhan Atasoy, Bilkent Kültür Girişimi Yayınlarından çıkan ”Harem” adlı kitabı eşliğinde Topkapı Sarayı harem dairelerini Anadolu Ajansına (AA) gezdirdi ve cariyelerin seçilme, eğitilme ve padişahın huzuruna çıkarılma ritüellerini anlattı.

Haremdeki cariyelerin çoğunun, tarihi çok eskilere dayanan geleneğe uygun olarak esirlerden oluştuğunu, padişahların kız kardeşleri veya annelerinin eğitip yetiştirdikleri cariyelerin, padişaha hediye edildiğini anlatan Atasoy, çeşitli kademelerdeki devlet adamlarının da padişaha cariye sunduğunu anlattı.

Daha çok Balkan ülkelerinden veya Gürcü, Çerkez ya da Rus kökenli, savaşlarda kazanılan veya satın alınan eserlerin, saraya alındıklarında güzellik, kabiliyet ve zekalarına göre ayrıldığını belirten Atasoy, haremdeki yaşam hakkında şu bilgileri verdi:

”Haremde askeri bir düzen içinde yaşanırdı, sınıflar bulunurdu. Eğitim çok önemlidir. Hareme giren herkes sıkı bir eğitimden geçer ve kabiliyetine göre eğitilirdi. Cariyeler, müzik, dans, edebiyat, akla gelebilecek her şeyi eğitim sürecinde öğrenirdi. Çoğu zaman Hristiyan kökenli oldukları için öncelikle İslam dini ve Kur’an-ı Kerim öğretilirdi. Cariyeler, saray adetleriyle, akıllıca, derli-toplu konuşmayı öğreniyorlar, çünkü ucunda padişahın huzuruna gitmek var. Cariyelerin, padişahın huzurunda sohbet etmeyi bilecek kadar bilgili de olmaları gerekiyor. Bilgili olmayan insanın sohbeti, çok basit bir sohbet olur. Onun için ne kadar iyi eğitilmişse o kişi çok daha başarılı olacaktır. Nitekim çok güzel olmayan, ama bilgisi ve eğitimi çok iyi olan birçok kadın, diğer boş kafalı güzellerden daha başarılı olmuştur. İşleme, temizlik, ev içinde ne işler yapılıyorsa, haremde de bunlar yapılıyor. Ama belli sınıf ve derecelere göre yapılıyor ve yaşanılıyor.”

”Cariyelerin hepsi has odalık değildi”

Başlarında valide sultanın bulunduğu cariyelerin padişaha yakınlık dereceleri olduğunu vurgulayan Atasoy, ”Entrika… Kadınların, bir araya geldiği her yerde entrika olmaz mı? Hele de haremde, kapalı bir yerde” dedi.

Haremdeki cariyelerin sayısının, harem halkının toplam sayısı gibi her devirde değiştiğini belirten Atasoy, haremde Sultan 1. Mahmut devrinde 456, Abdülmecit döneminde 688, Abdülaziz döneminde 809 cariye bulunduğunu söyledi.

Bunların tümünün has odalık olmadığını, gayet yüksek gündelik alan ve giyecekleri hazineden karşılanan cariyelere çeşitli vesilelerle hediyeler verildiğini anlatan Atasoy, ”Öte yandan, zamanı dolanlara artık özgür olduklarını gösteren azat kağıtları verilirdi, isteyen haremden ve saraydan çıkıp gidebilirdi. Eşyalarını da beraberinde götürdüklerinden sarayda onlara ait fazla bir şey kalmamıştır” diye konuştu.

”Padişahların has odalıkları nasıl seçilir?”

Padişahların has odalıklarını nasıl seçtikleri ve ne şekilde hizmete çağırdıkları hakkında yerli kaynaklarda bilgi bulunmadığını vurgulayan Atasoy, şöyle konuştu:

”Ne kadar güvenilir olduğu tartışmalı yabancı kaynaklarda ise farklı bilgiler verilmiştir. Kimi kaynaklara göre, kadınlar arasında kıskançlık ve kavgaları önlemek için kızlar, padişahın yanına belirli bir sıraya göre alınmışlardır. İzlenen başka bir yol da kahveci ile birlikte padişahın huzuruna giren cariyelerin padişahın beğenisine sunulmasıdır. Bir başka kaynağa göre, kahya kadın cariyeleri, dans ve müzik bahanesi ile padişaha sunulurdu. Padişahın seçtiği kız, o gün külhancı usta tarafından hamamda yıkanır, kokular sürülürdü. Saçları taranıp örülür, süslenir, sonra da padişahın kapısında siyahi kadınların nöbet tuttukları yatak odasında geceyi onunla birlikte geçirirdi. Sabah namazı için kalkan padişah, artık odalık olan cariyeye memnuniyetine göre para, mücevher veya elbise gibi hediyeler gönderirdi. Padişahın o gece beğenmediği cariye veya cariyelerden huysuzluk edenler, çocuğu olmayan veya padişah tarafından istenmeyenler, biriyle evlendirilir ve çırak çıkarılırdı. Padişahla münasebette bulunup, gebe kalan ve çırak edilmeyenlere ‘ikbal’ denirdi ve bu kadınlara ‘hanım’ veya ‘hanımefendi’ diye hitap edilirdi. Kadınlar, ‘birinci kadın’, ‘baş kadın’, ‘ikinci kadın’ ve ‘üçüncü kadın’ olarak sıralanır ve mevkilerine göre maaş ve tayinat alırlardı. Kadınların aralarında yaşanan ve sonu cinayete kadar varan büyük kıskançlıklar, çekişmeler ve mücadelelerden bazıları tarihe geçmiştir.”

Hürrem Sultan, geleneği bozdu

Saray kadınlarından tarihe geçmiş en önemlilerinin başında Türklerin, Ukrayna ve Galiçya seferleri sırasında esir edildiği sanılan ve kaynaklarda Roxelana veya Rosa gibi isimlerle anılan Hürrem Sultan’ın geldiğini belirten Atasoy, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Mehmet, Selim, Beyazıd, Abdullah, Cihangir ve Mihrimah’ı doğuran Hürrem’e karşı duyduğu aşk yüzünden geleneği bozarak onunla nikahlandığını anlattı.

Atasoy, ”Hürrem, padişahı yalnız güzelliği ile değil, zekası, cazibesi ve işvesi ile adeta avucunun içine almıştır” dedi.

Nurhan Atasoy, Sultan Ahmet’ten sonra şehzadelerin, sancağa çıkması adetine son verildiğini, şehzadelerin ve tahttan indirilen padişahların, Topkapı Sarayı’nda, saray ağzı ile ”Kafes” denilen dairelerinde hapis hayatı yaşadığını anlattı.

Saray terbiyesinde, saygısızlığa yer olmadığını vurgulayan Atasoy, ”Söz konusu, anne-çocuk ilişkisi olduğunda bile bu kurallardan sapılmazdı. Anneler, şehzade olan oğullarını, ne kadar genç olurlarsa olsunlar daima ayakta karşılar ve onlara, ‘aslanım’ diye hitap ederlerdi” diye konuştu.

”Dizide yanlışlar var”

Nurhan Atasoy, Kanuni Sultan Süleyman döneminin anlatıldığı ”Muhteşem Yüzyıl” dizisinde canlandırılan harem tasvirini eleştirerek, şöyle konuştu:

”1977 yılında, sarayda yaşayan birçok insanla görüştüm. O zaman bir kısmı 90 yaşının üzerindeydi. Onların hepsinin bir ortak söylemi vardı. Sarayda, ‘saray terbiyesi’ diye bir şey var. Fevkalade nazikler, konuşmalarına çok dikkat ediyorlar, kötü kelimeler kullanmıyorlar. O dönemin davranışları, selamlamaları dizilerde yer almıyor. Halbuki saray yaşamının en önemli parçalarından biri; nezaket, karşılıklı saygı ve terbiye.

Dizide, ayrıca paldır-küldür bir sürü adam görüyorsunuz. Haremin içine erkeklerin girmesi mümkün değil. Onlar da çok yanlış. Dizide, çok yanlışlar var. ‘Bunlar film, belgesel değil ki’ diyeceksiniz. Belgesel olmayan, ama tarihi konuları işleyen filmlerde, bazı şeylerin doğru olmasına çok dikkat edilmesi gerekir. Kıyafetler, konuşmalar, yaşam tarzı, hareketler doğru yapılır. Bunun içine hayal ürünü şeyler de konur, bunu da anlıyoruz. Ama bazı şeyler var ki onların gerçeklere uygun yapılması çok önemlidir.”
”Topkapı Sarayı, 100 yıl çalışılsa bitmez”

Nurhan Atasoy, ”Topkapı Sarayı’nı yeterince tanıtabiliyor muyuz?” sorusunu ise şöyle yanıtladı:

”Maalesef hayır. Ben bir kitap yaptım, bir de Sedad Hakkı Eldem’in, Feridun Akozan ile birlikte yazdığı bir eser var. Bunlar, mimari tarih için önemli. Onun dışında burada anlatılabilecek veya yapılabilecek o kadar çok şey var ki… Topkapı Sarayı ve içindeki eserler inanılmaz bir derya. Topkapı Sarayı, 100 sene daha çalışılsa bitmez. Mümkün olduğu kadar ciddi araştırmacıların saraya ilgisini çekmek, onları desteklemek lazım. Çünkü bu çalışmaları yapmak da çok zahmetli işler.”

Kültür ve Turizm Bakanlığının, Topkapı Sarayı’na ayrı bir statü tanıması gerektiğini vurgulayan Atasoy, çalışan elemen sayısının artırılması gerektiğini söyledi.

Atasoy, sarayda araştırmacıların çalışabileceği mekanlar bulunmadığını ifade ederek, araştırmacılara, çalışacak imkanlar hazırlanmasının önemine işaret etti.

Nurhan Atasoy, ”Topkapı Sarayı, bizim en önemli hafızamız, milli hafızamız, kültürümüzün hafızası. Bütün bunların niçin şimdiye kadar yapılmadığını anlamak mümkün değil. Allah böyle bir şeyi bize nasip etmiş, biz bunu yeterince değerlendiremiyoruz. Eksikliklerin, ancak devlet eliyle çözülebileceğine inanıyorum” diye konuştu.

AA