Modern Tıp Duvara Tosladı

Yetişkin Sağlığı
Son yıllarda gerek ülkemizde gerek ise dünyada bitkilerle tedavi metoduna dayalı alternatif tıbba büyük bir yöneliş olduğunu görüyoruz. Bu duruma birçok sebep gösterilebilir. Modern tıbbın imkân...
EMOJİLE

Son yıllarda gerek ülkemizde gerek ise dünyada bitkilerle tedavi metoduna dayalı alternatif tıbba büyük bir yöneliş olduğunu görüyoruz. Bu duruma birçok sebep gösterilebilir. Modern tıbbın imkânlarının tüm hastalıkların tedavisini mümkün kılmamasının yol açtığı alternatif arayışların yanı sıra, kullanılan kimyasal ilaçların yan etkilerinin kalıcı hasarlar bırakmasını insanların modern tıptan yüz çevirmelerinin başlıca sebepleri arasında sayabiliriz. Bunların dışında, 150 yıllık bir geçmişe sahip modern tıbbın öncesinde kullanılan ve binlerce yıllık bir birikime sahip olan eski tıbba dair yapılan araştırmalar da ortaya koyuyor ki, iki tıbbın amaçları, öncelikleri, insana, sağlığa ve hastaya bakış açıları ve tedavi usulleri arasında belirgin farklar var. Bu vesileyle söz konusu farkları ve her iki tıbba dair önemli detayları ülkemizin tıp tarihi konusundaki uzman isimlerinden biri olan Prof. Dr. Ayten Altıntaş ile konuştuk. 32 yıllık tıp tarihçisi olan, 10 yılını Topkapı Saray Kütüphanesi’nde Osmanlı tıbbı üzerine araştırmalarla geçiren Altıntaş’tan oldukça ilginç bilgiler edindik.

Osmanlı tıbbı merkezde olmak üzere, sizi eski tıbba yönelik araştırmalar yapmaya iten sebepler nelerdi?
32 senelik tıp tarihçisiyim. Tıp tarihinde önce müesseseleri çalıştım; okullar, mektepler, tıp eğitimi vs. Fakat bu arada beni ilgilendiren, bir yerde bir şekilde içine alan eski Osmanlı tıbbındaki tedavilerdi. Diğer yandan da eczacı orijinli olduğum için eski tıpta oldukça yer bulan bitkiler beni çok ilgilendiriyordu. Dolayısıyla eski Osmanlı tıp kitaplarını incelemeye başladım. Ve o hale geldi ki, Osmanlı’nın klasik döneminde yazılan tıp kitaplarının hemen hepsine hakimim. Okudum, inceledim, o kitapların çoğu da bilgisayarımda. Burada tabii çok önemli bir şey gördüm ve bunu ön plana çıkartmayı istedim.

Neydi gördüğünüz?
Osmanlı tıbbına dair kitapların yüzde 60’ı sağlıklı yaşam hakkındadır. Kitapların başında insanların çok kolaylıkla yapabilecekleri, öğrenebilecekleri ve uygulayabilecekleri bilgileri yazarlar. Ondan sonra ise eğer hastalık varsa baştan ayağa doğru hastalıkları sıralayıp, hangi ilaçlarla tedavi edileceğini anlatırlar. Yani sağlıklı yaşam çok önemlidir, nasıl hasta olunmaz, önce onu anlatırlar. Sonra da hastalık ve tedavi anlatılır. Her şey buna göre ayarlanmıştır.

MODERN TIP DUVARA TOSLADI

Eski tıp hastalanmadan önce önlem almak üzerine kurulu yani…
Bu çok doğru. Tıbbın ilk çağlardan bu zamana değin gelişimini çok iyi biliyorum. Bugünkü tıp tamamen Batı’daki yenilenme döneminin ürünüdür, kimyasal tıbbın getirisi olan tıptır. Ve bugün, bu tıbbın sonu gelmiştir, duvara toslamıştır. Dolayısıyla bugünkü tıp yeni arayışlar içindedir.

Ne tür arayışlar söz konusu?
Dünyadaki sağlık politikalarının nereye gittiğini görüyoruz. Alternatif tıbba doğru gidiyorlar. Bu sadece benim fikrim değil. Devletlerin sağlık politikalarını incelersek, alternatif, yumuşak, tamamlayıcı tıp dediğimiz tıbba doğru bir yöneliş olduğunu çok iyi görüyoruz. Bundan 4 yıl önce ABD Başkanı Bush ile İngiltere Başbakanı Blair bir antlaşma imzaladılar ve binlerce yıllık geçmişi olan alternatif tıbbın bugünkü tıbbın içine alınması, bu alana büyük yatırımlar yapılması kararı aldılar. Bu büyük bir zafer olmakla birlikte, bugünkü tıbbın da bir yerde çıkmazda olduğunun işareti. ABD sağlık teşkilatı yaptığı istatistikî araştırmalarda, ABD halkının normal polikliniklerden, hekimlerden daha fazla alternatif tıbba yöneldiğini tespit etmiş. Durumu o zaman kavramış ve nedenini araştırmışlar.

Ortaya ne çıkmış peki?
Ortaya şu çıkıyor: Bugünkü tıp hastayı parça olarak görüyor. Sadece karaciğerini, böbreğini ve sair organlarını görüyor, derisiyle, kulağıyla ilgileniyor. Eski tıp ise hastayı bütün olarak görür. Ve daha da önemlisi hastayı dinler. MÖ 500’de Hipokrat der ki: “Her şeyi bırakın hastaya bakın. Tenine, rengine, nabzına, ateşine… Sonra sorun; ne yiyor, ne içiyor, nereden gelmiş?” Eskiden hekimler, hasta odasına girdiği andan itibaren şöyle bir bakarak teşhis ederlerdi. Sonra da hastaya şikâyetini sorar, anlattırırlardı. Şimdiki hekimlerin hastayı dinlemeye vakti yok. Bugün tüm dünyada hasta dinlenmiyor. Hastanın sadece idrar ve kan tahliline bakılıyor.

BUGÜNKÜ TIP HASTAYI GÖRMÜYOR

Ne zaman ve nasıl başladı bu farklılaşma?
1850 yılında insan bünyesi laboratuara sokuldu ve bütün yerine parçalardan ibaret görüldü. Bugünkü tıp hastayı görmüyor. Hastadan tetkikler, kan ve idrar tahlili isteniyor, onlara bakılarak hastaya ilaç veriliyor. 150 senelik kısa bir geçmişe sahip olan kimyasal esaslı tıp nedeniyle binlerce senelik geçmişi olan tıp yok sayılmıştır. Bu 150 senelik tıp sadece kendini, kendi ilacını kabul etti ve daha önceki tıbbı elinin tersiyle itti. Biz de bunu yaptık. Oysa bizim tıbbımız evrensel bir tıp idi. Cumhuriyet ile beraber yeni hekimler yetişti, yeni tıp uygulandı ve eskiye dair her şey görmezden gelindi, yasaklandı. Yeni tıp hekimlerinin anılarını çokça dinledim. Çok büyük hatalar yapılmış. Bu sebeple ortaya çok büyük problemler çıktı.

Ne tür problemler yaşandı?
Mesela çok basit bir örnek vereyim: Daha çok alternatif tıbba yakın bir doktor tanıdığım, kalp hastasının röntgenine bakıyor. Hasta olan beyefendi iri yarı bir bünyeye sahip. Röntgenine göre ciddi kalp problemi var ve ameliyata girecek. Doktor hastaya bakıyor, “Hayır bu film senin değil. Bu ufak bir kalp, ufak bir bünyeye ait.” diyor. Bir araştırıyorlar ki, filmler karışmış, o beyefendinin hiçbir rahatsızlığı yok. Tabii hastayı ameliyata sokmuyor. Böyle binlerce örnek var. Bir başka örnek daha vereyim: Babamın bir arkadaşı Doğu’ya göreve gitmiş. Orada kendisine bir hasta geliyor. Derisinde ciddi yaralar var. Doktor yapabileceği her şeyi yapıyor fakat yaralar iyileşmiyor. Hasta bir müddet sonra gelmiyor artık. Uzun bir süre sonra başka bir sebeple geldiğinde, hekim, “Ne oldu senin yaraların?” diye soruyor. Hasta ise “Bizim civarda bir kocakarı var. Onun yün çorabının içinde yeşil bir şey vardı, onları sürdü, yaralarım iyileşti.” cevabını alınca, doktor nasıl kızıyor; “Sen delisin, nasıl yaparsın bunu, kangren olacaksın!” diyor. Bu doktor seneler sonra bana dedi ki, “Hatalı olan benmişim. O hastaya bu nasıl oldu, bir getir, nasıl yapıyor bakalım deseydim, belki penisilini biz bulacaktık.”

Eski tıpta hastaya ve hastalığa yaklaşım nasıldı?
150 senelik tıbbın yaptığı tek şey hastalık teşhisi ve tedavidir. Sağlıklı yaşamayı asla dikkate almamıştır. Ama bizim öyle büyük bir geleneğimiz var ki, hekimlerin yıllarca söylediği sağlıklı yaşam insanlara öylesine etki etmiştir ki hayretler içerisinde kalıyorum. Bugünkü –eğer kaybetmediysek– yemek usullerimiz, adetlerimiz, şekillerimiz, her şeyimiz doktorların söylediği sağlıklı yaşamdır. O bilgiler gelenek, adet, annelerimizin uygulamaları haline gelmiştir. Dolayısıyla bizim büyük bir sağlıklı yaşam geçmişimiz var. Ve bu yakın zamana kadar da vardı. Unuttuk ama vardı.

Hasta olmamak için neler tavsiye ediliyor?
Muhteşem şeyler var. En başta yaşadığınız yerin havası nasıl olacak, evler nereye yapılacak, içtiğiniz sular hangi standartlarda olacak, bunlar detaylarıyla belirtilmiş. Eski hekimler kesinlikle en sağlıklı yaşamın dağlık, yüksek yerlerde olduğuna inanırlar. Deniz kenarları nemli ortamlarından dolayı sağlık açısından asla iyi değildir. Çok sıcak havanın iyi olmadığına inanılır. Kurulacak evlerin güneye ve doğuya bakmasına önem verilir. Basık yerlerde yaşanmaması taraftarıdırlar. Çok büyük ağaçların altında oturulmamasını isterler. Bugün bunun yoğun elektrik enerjisi çektiğini, negatif enerji yaydığını biliyoruz. Diğer yandan içilecek suyun kalitesine uzunca değinirler. Osmanlı’ya göre kaynak suyunun kaynadıktan sonra mutlaka akması ve güneş görmesi, temizlenmesi gerekiyor. Yani bugün sık tükettiğimiz kaynak suyu o dönemde o kadar da makbul değil. Dere suyunu önemserler, eğer yaşadığınız yerde sular kötüyse, acıysa onları tuzundan veya sodasından temizleme usullerini belirtirler.

GELECEK ORGANİK TARIMDA

Beslenme konusunda neler söylüyorlar?
Eski hekimler çok yeme içmenin zararlarına binlerce kez değinirler. Günde en ideal olanın sabah ve akşam olmak üzere iki öğün yemek olduğunu söylerler. Bir yemeği yedikten sonra yemek yemeniz için en az 4 saat geçmesi gerektiğini söylerler. “Yemek üzere yemek cinayettir” derler. Yemeğe başladığımız anda hazım başlıyor. Bu sebeple yemek hızlıca yenmeli ve sonrasında mümkünse su dahi içilmemelidir. Mideye kalp kadar önem verirler. Eski tıbba göre yediğiniz yiyeceklerin kalitesi sadece vücudunuzu değil, düşüncelerinizi de etkiler. Bu sebeple yemeği çok dikkatli ve az yemek lazım. Çok çeşitli asla istemezler. Mesela yumurtanın yanında peynir, balığın yanında yoğurt asla yenmez. Farklı proteinleri yan yana almazlar. “Şunları şunlarla yemeyin” diye çok net olarak söylenir. Birtakım yemekler, örneğin koyun eti ekşilerle yenmez. Mümkün olduğu kadar çorba içerler. Hangi mevsimlerde ne yenilecek ona da çok önem verilir. Bütün gıdaları ayırmışlardır, hangisi yazın, hangisi kışın, ilkbahar ve sonbaharda yenecektir, bunları belirtmişlerdir. Yazın sıcak olduğu için yoğurt, salatalık, marul gibi serin nitelikli gıdalar, meyvelerden az şekerli olanlar, kışın ise yağlı yiyecekler tercih edilir. Ayrıca çocukların, yaşlıların, genç erkeklerin ve kadınların yiyeceği gıdalar da farklıdır. Çok ağır yiyecekler çocuklara yedirilmez. Mümkün olduğunca hafif gıdalar azar azar yedirilir. Yemeğe başlamadan önce ve yemeği bitirirken bir parça tuz yemek de hazmı kolaylaştırması açısından önemlidir. Ama bugünkü rafine tuz asla değil. Göller ve denizler kirlendiği için artık kaya tuzundan başkasına güvenilmiyor. Ve bunlar bizden çok uzak değil. Hepsi de bildiğimiz şeyler. Eğer biraz dikkatle etrafınıza bakarsanız hâlâ kalmıştır.

Ülkemizde alternatif tıbba yönelim ne oranda?
Şimdilerde yeni yeni insanlarımız eski tıbba koşuyorlar. Doğal yaşama doğru inanılmaz hızla gidiyorlar. Gelecek organik tarımda. Türkiye bu konuda çok şanslı. Zira dağlık bir ülkeyiz ve bizde Ukrayna, ABD gibi dekarlarca, hektarlarca alan ekilmiyor. Onlar bir başlayınca dekarlarca ekip biçiyorlar. Organik tarım ufak arazilerde yapılmalı. Bizim organik tarım yapmamız lazım. Her ortamda organik gıdalar arıyoruz, internet de dâhil. Buna herkes ilgi gösteriyor. İlgi gördükçe pazarı artacak, pazar arttıkça da bu istek olacak. Artık insanlarımız bilinçlenmeli. İçtiğimiz su, yediğimiz ekmek ve et, sebzenin, meyvenin kalitelisini artık araştırır olduk, olmamız da lazım. Kirli havanın, kimyasal ilaçların yan etkilerini artık öğrenir olduk.

Eski tıbba dair araştırmalar yeterli mi?
Bunun yeterli olduğunu söyleyemem. Bu alana daha fazla yönelmeli ve öncelikle eski tıp kitaplarını bugünkü dile çevirmeliyiz. Bunun için Türkologlara ihtiyaç var. Bu kitapları çevirip önümüze koyacaklar. Onun ne demek istediğini de tıp tarihçileri anlatacak.

Bitkisel ilaçlara yatırım artıyor
ABD ve Almanya’da bütün bitkiler inceleniyor. Artık ilaç firmalarının yüzde 70’i doğal ilaçları araştırmaya yönelik yatırımlar yapıyor. Çünkü çıkmazda olduklarını biliyorlar. Tek bir kimyasal ilacın vücuda çok faydalı olmadığının ve yan etkilerinin çok olduğunun farkındalar. Özellikle kanser, alzheimer ve çok ciddi kalp hastalıkları için bitkilerin üzerine eğiliyorlar. Mesela kanser ilaçlarının yüzde 80’inden fazlası doğal kaynaklıdır. Taksol isimli ilaç örneğin. Taxus, yani Porsuk ağacından elde ediliyor.

Geleneksel ilaçlar’a bakanlık onayı
Şimdilerde Sağlık Bakanlığı’nın öncülüğünde geleneksel bitkilerle ilgili bir kanun çıktı. Bir kocakarı ilacı 15 yıldır uygulanıyorsa, klinik araştırmaya gerek olmadan onu piyasaya sürebiliyorsunuz. Avrupa’da da böyle… Ihlamur, adaçayı veya nane-limon örneğin. Bu türden ilaçlar yüzlerce senedir uygulanıyorsa, hiçbir yan etkisi gözlenmediyse, belli kriterlere bağlı kalarak piyasaya sürülebiliyor.

Kimdir:
1948 yılında Tokat’ta doğdu. İlk ve orta öğretimini Konya’da yaptı. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirdi. 1975’de tıp tarihi çalışmalarına başladı. 1980’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde asistan kadrosuna atandı. 1982’de doktorasını tamamladı. 1986 tarihinde İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı Yardımcı Doçent kadrosuna seçildi. 1988’de doçent, 1996’da profesör oldu. 1980 yılından itibaren Türk Tıp Tarihi Kurumu ve 1992 yılından itibaren de Uluslararası Tıp Tarihi Kurumu üyesi olan Altıntaş’ın Gül: İlaçların En Güzeli, Tıp Tarihinde Testis Hormonu ve Anabolizan İlaçlara Geçiş gibi yayımlanmış çok sayıda kitap, makale ve bildirilerinin yanı sıra yayımlanmayı bekleyen Osmanlı’da Sağlıklı Yaşam ve Sarayın Güzellik Sırları isimli kitapları bulunuyor.

Mostar