DOSYA: Tüm Yönleriyle “GDO”

Yetişkin Sağlığı
Dosya Haber: Tuba OLĞAÇ  “Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin” Henry Kissenger GDO yani genetiği değiştirilmiş organiz...
EMOJİLE

Dosya Haber: Tuba OLĞAÇ

 “Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin” Henry Kissenger

GDO yani genetiği değiştirilmiş organizmalar bugün hepimizin sıklıkla adını duyduğu ama içeriğini tam anlamıyla bilmediği bir kavram.

Araştırmacılar yaklaşık 30 yıl önce, canlılardaki genleri başka bir canlı organizmaya yerleştirebilceklerini keşfettiler.

Böylece herhangi bir canlıdaki genetik özelliklerin kopyalayarak, bu özellikleri taşımayan bir canlıya aktarmaya başladılar.

Aktarım sonrası ortaya çıkan bu yeni  yeni canlıya Genetiği Değiştirilmiş Organizma yani GDO ismi verildi.

Bitki biyoteknolojisi alanındaki çalışmalar ile genetiği değiştirilmiş domates üretildi. Bunu, gen aktarılmış mısır, pamuk, soya  ve patates izledi.

İLAÇLARDA GDO

GDO hem gıdalarda hem de ilaçlarda kullanılıyor. Örneğin bugün şeker hastalarının kullandığı insülin,  insülin geninin domuzlardan alınıp bir bakteriye aktarılmasıyla oluşuyor.

Tiroid ve büyüme hormonları genleri, hayvanlardan kesilerek bakterilere aktarılıyor ve hormon eksikliği olan insanlara sunuluyor. Üzerinde diyet yazan çikolata, kek ve ilaçlarda kullanılan aspartam maddesi de yine GDO’lardan üretiliyor.

Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akçelik, yaptığı bir açıklamada, domuz gribi aşısının ve üretilen ilaçların yüzde 80’inin, hatta  domuz gribi aşısının bile GDO lu olduğunu ifade etmişti…
Önemli başka bir gerçek ise hepatit B aşısı başta olmak üzere bir çok aşının GDO’lardan elde ediliyor olması. Yani aşılanırken GDO’lanıyoruz….

 GENİMLE OYNAR MISIN?

GDO’lu bitkilere getirilen eleştirilerin önemli bir bölümü de doğal çevreye olan etkileri ile ilgili.  GDO’lu ürünlerin doğal ortama yayılıp yaygınlaşması sonucunda böcek nüfusunun olumsuz etklilenmesi söz konusu…

Bu durumda Dünya’da tüm ekosistem çökebilir. Bu olasılık ta doğa bilimcileri oldukça korkutuyor… 
GDO’lu ürünlerin biyoçeşitliliği tehlikeye sokacağı ve biyolojik kirliliğe neden olacağı da yaygın endişeler arasında.
Geleneksel tarımda kullanIlan bitkilerin tohumlarıyla bir sonraki yıl yenide ürün alınabiliyor. Hatta 400 yıl bekledikten sonra yeniden çimlenen tohumlar bile var.
GDO’lu tarımda ise bu mümkün değil; üreticiler, firmalardan her sene tohum alınmak zorundalar. Yani çiftiler küresel sermaye sahiplerine bağımlı oluyorlar. Bu bağımlılık yüzünden Pakistan’da binlerce çifti intihar etmişti…

 GDO TEKELİSTANI

Tartışmanın bir başka boyutu da GDO’lu gıda üretiminin kaç gıda şirketin tekeli altında olması. Bu şirketlerin en büyüğü Rockfeller.
1943 te kurulan  Rockfeller, ilk gdo lu organizmaların ticaretini yapan şiket…
Bugün önemli üniversiteler, büyük ilaç firmaları, kozmetik ve gıda firmaları tamamen birkaç zengin ailenin tekeli altında…

İlginçtir ki bu küresel güçler, İstanbul’da bile tıp fakültelerine sızıp kendi kurdukları Dünya Sağlık Örgünütün propagandasını yapmakta, insanları doğum kontrolü adı altında yok etmeye çalışan bu kuruluşu sevimli göstermeye çalışmaktadır!

Eleştirilerin ticaret ve etiğin kesiştiği bir konu da patent konusu.  GDO’lu bitkilerin patentinin neredeyse tamamı gıda tekeli olan şirketlerin elinde bulunuyor. Tüm insanlığa ait olan bir materyal  olan DNA’nın özellşetirilmesi endişe ve tartışma kaynağı.  Suyu patentleyebilir misiniz? Peki ya havayı?

HASTALIK MAKİNESİ

Genetiği değiştirilmiş organizmaların  başta cinsiyet hormonları omak üzere çok sayıda yan etkisi var. Bir görüşe göre GDO’nun asıl amacı istenmeyen ırkların yok edilmesini sağlamak…

Caen ve Dijon Üniversitesi’nde yapılan çalışmalar sonucunda  GDO’ların cinsel hormonların hareketini daha anne karnındayken etkilediği belirlenmiş durumda.

Örneğin GDO’lu soya tüketen erkeklerin bir kısmında kadınlık hormonlarının daha fazla çalıştığı görülüyor. Soya östorejen salgılayınca, eşcinsellik gibi durumlar ortaya çıkıyor. Dünya’daki soyaların yüzde 98’i ise GDO’lu… Yani durum oldukça vahim.
Diğer yandan bugün yediğimiz her çikolata, kek ve hazır endüstriyel gıdanın içinde de “soya lesitini” var. Yani sık sık propagandası yapılan ve insanları mutlu ettiğine inanılan çilolata da aslında masum değil…
Diğer bir risk de GDO’ların alerjenik özellikleri. 1996 yılında, Brezilyadan ithal edilen kestane, fındık ve soya fasulyeleri içeriğindeki gdo lar nedeniyle alerji yapmış ve  marketlerden toplatılmıştı.

GDOlu gıdaların kanserojen olduğu ve mikro-organizmaların mutasyonuyla yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden olduğu da bilinen bir gerçek.
Rusya Bilim Akademisi’nden Dr. İrina Ermakova GDO’nun zararlarını anlayabilmek için bir deney yaptı. Bir grup fareyi GDO lu soya ile diğer bir grubu da normal fasulye ile besledi.

GDO’lu soyayla beslediği farelerin yavrularının %55,6’sı doğumdan üç hafta içinde öldü. Normal soyayla beslediği yavruların ise sadece %9′u öldü.
Avusturya Tarım ve Sağlık Bakanlığı’nın finansmanı ile Viyana Üniversitesinin geçen yıl yaptığı bir çalışmada ise GDO’lu gıdalarla beslenen farelerin 3-4 nesil sonra büyük ölçüde üreme yeteneklerini kaybettikleri belirlendi.
ODTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü`yapılan bir araştırmada ise çok vahim sonuçlar elde edilmiş. 

 Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar tez çalışması yapılan tez çalışması sonucunda 28 domates numunesinden 22`sinde antibiyotiğe direnç gösteren bir bakteri geni belirlenmiş.

Yani antibiyotik alıyorsanız yediğiniz GDO’lu domatesler nedeniyle vücudunuz antibiyotiğe karşı direnç gösterebilir. Bu yüzden hastalıklarınız geçmez, grip ve öksürük inatçılaşır, sık enfeksiyon kaparsınız…

GDO CENNETİ: TÜRKİYE

“Nimeti ve nesli mahvetmeye çalışmayın, Allah fesadı ve bozgunculuğu sevmez” Bakara Suresi 705. Ayet

Türkiye GDO’lu ürünleri bolca tüketen ülkelerden biri.
Son gıda yönetmeliği kanununda yapılan bazı değişikler ile, az miktarda GDO içeren gıdaların üzerine “GDOsuzdur” yazılmaması da vatandaşın GDO içermeyen ürünler   yemesini imkansızlaştırıyor.
Geçtiğimiz aylarda  bir haber ajansına konuşan Doç. Dr. Osman gülşen, Türkiye’de üretilen soya, mısır, pamuk ve kanolanın yüzde  80’inin GDO’lu olduğunu  ifade etmiş ve bunlardan yapılan çıkolata, konserve ve ketçap gıbı ithal ürünlerinde  GDO’lu olabileceğini kaydetmişti.
Gülşen, Türkiye’nin farklı bölgelerınden toplanan 51 adet yemden  50’sının GDO’lu olduğu açıklamıştı.
Son olarak İslam Konferansı Örgütü’nün, GDO’lu gıdaların haram olduğunu açıkladı.
  Tıpkı domuz kökenli maddeler gibi GDOlu gıdalarında haram olduğunu düşünüldüğünde, satışa sulan ürünlerin üzerinde, GDO içerip içermediğine ilişkin bir açıklama bulunmaması ise kafaları karıştırıyor.
Tarım Bakanı Mehdi Eker, geçtiğimiz aylarda verdiği bir demeçte,  türkiye’de genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünlerin kesinlikle üretilmediğini savunmuştu.
Bu trajikomik açıklama ise hayvan yemlerindeki yüksek GDO oranını, domates, mısır ve soyanın tamamına yakınının GDO’lu oluşunu açıklayamıyor.
 Bakan Eker,  GDO’lu ürün üretilmesi için tohum gelmesi gerektiğini, GDO’lu tohumun ise Türkiye’ye girişinin yasak olduğunu belirmişti. Ancak türkiye Amerika baskısı ile ithal tohum almak zorunda bırakılıyor.
Tarım Bakanı konuya ilişkin olarak, bir ton ithal ürün alana, bir ton da yerli ürün alması şartını getirdiklerini ifade etmişti.
Amerika’nın ise bu uygulamayı Dünya Ticaret Merkezi’nin serbest  ticaret kurallarına aykırı bulduğunu ve FAO’nun paneline şikayet ettiğini söylemişti.
Tarım bakanı’nın itirafları Türkiye’nin GDO yönetmeliğini  Abd ve Dünya Ticaret Örgütünün baskısıyla çıkardığını da açık seçik ortaya koyuyor.
Bu durumda Türkiye, Amerika’nın zoru ile ithal ürün almak zorunda bırakılıyor.
Şikayet davası henüz sonuçlanmadı, ancak Bakan Eker,  yerli tohumu teşvik ettikleri için tazminat ödemek zorunda kalacaklarını ifade ediyor.
 Amerika’nın GDO’yu yasaklayan Avrupa birliğini aynı kuruluşa şikayet ettiği de bir başka gerçek.
Kendi tohumunu teşvik ettiği için tazminat ödemek zorunda bırakılan Türkiye’nin içine düştüğü bu durum,     gıda sömürgeciliği anlayışının profilini net olarak çiziyor.
 GDOnun zararı açık seçik bilindiği için bebek mamalarında gdo kullanılması yasak. Ancak mamaların içine konulan sebze ve meyvelerin akıbeti belli değil…
Tabloya bakıldığında, GDO için önlem alınmadığı takdirde, Ülke tarımının tamamen uluslararası gıda tekellerinin eline geçeceği görülüyor.
En kötü senaryo ile tarım ve hayvancılık tamamen duracak. Ki bir zamanlar tarım ve hayvancılık cenneti olan Türkiye’nin hayvan ithali yapacak kadar kötü bir duruma düşmesi, felaketi belgeliyor.
Almanya, Fransa, Hollanda ve İtalya gıbı bazı ülkelerde ise GDOlu ürünlerı kullanmak tamamen yasak.
Avrupa Birliğinin şiddetle karşı çıktığı bu GDOlu ürünler
Türkiye’ye rahatça girebiliyor.

Sağlığa zarar veren, ekolojik dengeyi bozan, ülkeleri istimlak altına bu GDO’lu ürünler aslında, dünya gıda sektörüne hâkim olmak isteyen uluslararası firmaların bir uzağı. 
Bir Gdo dayatması ile karşı karşıyayız. Birileri ne yiyeceğimizi seçiyor, birileri seçim ve tercihlerimize karışıyor. Dünyada coğrafi keşiflerden sonraki en büyük olay belki de gıda sömürgeciliği olacak.

Stanford Üniversitesinden Biyofizikçi Prof. Steven Block’nun şu açıklaması ise gerçekten ilginç; “Aklıselim hiç kimse GDO’lu ürünleri kullanmaz. Ancak herkes aklıselim değil”