Ne İslamcı ne de militan sol dergiyiz

Röportaj
Abdullah Güner’in röportajı “Türkiye’de Dergiciliğin Sorunları”nı konuşmaya Temrin Dergisi ile devam ediyoruz. ‘Düşünce ve edebiyat dergisi’ Temrin, 2008 yılında yayın hayatına başladı. Edebiyatçıları...
EMOJİLE

Abdullah Güner’in röportajı

“Türkiye’de Dergiciliğin Sorunları”nı konuşmaya Temrin Dergisi ile devam ediyoruz.

‘Düşünce ve edebiyat dergisi’ Temrin, 2008 yılında yayın hayatına başladı. Edebiyatçıların dünya görüşlerine bakmadan ortaya koydukları ürünlerle değerlendiren Temrin, 2013 yılının başından itibaren de iki aylık yayın periyotla yayın hayatını sürdürüyor. Sembolikte olsa telif ücreti de veren derginin, yeni kuşak genç kalemlerin yetişmesine öncülük ettiğini de görüyoruz.

“Türkiye’de Dergiciliğin Sorunları” Temrin Dergisi Yazı İşleri Müdürü Şeref Yılmaz ile konuştuk.

“EDEBİYATÇILARIN DÜNYA GÖRÜŞLERİ BİZİ İLGİLENDİRMİYOR”

Öncelikle bize derginizi tanıtır mısınız? Hangi amaçla ne zaman yayın hayatınıza başladınız? Ne tür eserler yayınlıyorsunuz? Yayın politikanız nedir?

Temrin, 2008 yılının mayıs ayında yayın hayatına başladı. “Düşünce ve edebiyat dergisi” diye spotumuzda yazıyor. Temrin, yayın hayatına niçin atıldı? Temelde şu birkaç sebep için: On sene önce yazarlık okulları telaffuz edilmeye başlandığında, sadece ustalarla yeniler bir araya gelip yazı inceliyordu (Hoş hâlâ böyle ya!) O zaman bendeniz bu kursların bir okul gibi adına yakışır şekilde müfredatını hazırlamıştım. Kurslar, gerçekten bir okul kimliği kazandı. O zamanlar, yazıda gelecek vadeden ciddi yetenekler tespit ettim. “Aferin! Güzel olmuş!” demek bu insanları yeterince motive etmeyeceği için dergi çıkarmak zorunluluğu doğdu. Yani Temrin, bir okul dergi olarak yayın hayatına başladı. İlk sayısından itibaren hem baskı hem kalite bakımından seçici ve titiz olmamız, ustaların orada yazmasına zemin hazırladı. Böyle olunca ikinci yılında hem yatay ebada geçtik, dergi daha estetik bir görünüm kazandı hem de ustaların ağırlıklı yazması dergiyi okul kimliğinden uzaklaştırdı. Böylece dergi, yenilere sayfalarını kapatmış oldu. Dergi, o günden 2013 yılının başına kadar aylık olarak devam etti. 2013 yılının başından itibaren ise iki aylık olarak yoluna devam ediyor. İki aylık periyodu tercih etmemizin sebebi tamamen okur profiliyle ve gündemle ilgilidir. Günümüzde okur birçok dergi takip ediyor veya etmek istiyor. Aylık dergiler, okuru yorabiliyor. Artık hız çağında bir ay, bir hafta gibi geçiyor. Derginin kalitesinin düşme riski de var. Onun için iki aylık periyodu tercih ettik. Yeni çıkan dergilerin çoğu da zaten iki aylık periyodu tercih ediyor. Derginin baştan beri ilkesi, edebiyatı referans almak olmuştur. Edebiyatçıların dünya görüşleri bizi ilgilendirmiyor. Ortaya koydukları ürünü önemsiyoruz. Edebi olan her ürün Temrin’de yer alıyor. Sol ve sağ dünya görüşüne sahip edebiyatçılar Temrin’de yazı yazarken çekinmezler. Yani ne İslamcı edebiyat dergisiyiz ne de militan sol dergiyiz. Kutsala saygı kırmızı çizgimizdir. Sonrasındaki tek ölçümüz edebi niteliktir.

“DERGİLER, MESLEKİ  MÜCADELEDEN FİKRİ MÜCADELEYE EVRİLDİ”

İngiliz edebiyat tarihçisi Mark Parker, 1800’lü yıllarda İngiltere’de dergiciliğin “soyluluk mücadelesi” için bir araç olma özelliği gösterdiğini söylüyor. Osmanlı’dan günümüze Türkiye’deki dergiciliğin tarihsel gelişimini de düşündüğünüzde bizde yayınlanan dergilerin nasıl bir mücadelenin aracı olduğunu düşünebiliriz? Bu anlamda Türkiye’de dergiciliğin geçmişini, hangi dönemlerden geçerek bugünlere ulaştığını söyleyebilirsiniz?

Parker’ın kastettiği “kast sistemi” ise bu bahsimizin ve ilgi alanımızın dışında kalıyor. Eğer kastedilen “izzetli bir duruş ve özgürce yazmak” ise bu doğrudur. Dergiler, bu misyona yakışıyor, bu misyon da dergilere yakışıyor.

Osmanlı’dan günümüze dergilerin nasıl bir mücadele içinde olduğuna gelirsek… Osmanlı’da pek bir dergi yok zaten. Aslında çıkmış epey dergi var ama kastettiğim edebi ve fikri anlamda fazla dergi yok… Osmanlı’da dergiler daha çok meslek ağırlıklı çıkmıştır. Mesela ilk dergi bir tıp dergisidir. Adı VAKAYİ-İ TIBBİYE’dir. Hafızam beni yanıltmıyorsa 1849’lu yıllarda yayımlanmış. O dönemde “hekim başı” olan Molla Abdülhak tarafından çıkarılıyor. Abdülhak Hamid’in dedesi oluyor… Üç yıl kadar devam edebilmiş. Altı yüz kadar abonesi olan bir tıp dergisi… Daha sonra çıkan ve iki yıl düzenli devam edebilmiş MECMUA-YI FÜNÜN var. Bunlar branş dergileri gibi bir konumdalar… Ancak 1872’lerde Ahmet Mithat Efendi’nin çıkardığı DAĞARCIK isimli dergiyle halka inilebiliyor. Bu dergilerin dışında öyle pek bir dergi yok Osmanlı’da. Bu tarihlerden sonra çıkan 38 kadın dergisi çıkmış ama bu bahsimizin dışında kalıyor. Edebiyat ve fikir adına çıkan dergilerin sayısı sınırlı… Bunları şuraya bağlamak için söyledim: Osmanlı’da çıkan dergiler genelde mesleki dergiler veya kadın dergileri olmuştur. Yani bilgilendirme ve alan dergileri… Kadın haklarını savunma gereği duyulmuş demek ki… Böyle bir mücadele üstlenmiş dergiler o dönemde… Bugünde var böyle dergiler. Ama bugün fikri, felsefi, tarihi, edebi dergiler çıkıyor. O dönemden bu döneme dergiler, mesleki mücadeleden fikri mücadeleye evrilmiş gibi duruyorlar. Bugün daha geniş bir yelpaze var dergicilikte. Bu iyi bir şey tabi…

“BİR DERGİ, YENİ YETENEKLERİ EDEBİYATIMIZA KAZANDIRABİLDİĞİ ÖLÇÜDE BÜYÜKTÜR”

Türkiye’de dergilerin eskiden bir okul işlevi gördüğünü, yeni düşünceler doğurduğunu, fikir tartışmaları yürüttüğünü biliyoruz. Düşüncenin ve hayatın merkezinde olan dergileri bugün baktığınızda nerede görüyorsunuz?  

Okul kimliği, sanırım dergilere daha çok oturuyor. Gazete gibi değildir dergi… Günlük tüketilen ve gündemin emrinde olan bir yayın organı değildir. Başka bir tabirle hürdür. Fikrin en özgür tartışıldığı burçtur adeta. Cemil Meriç’in sözünü hatırlamamak mümkün değildir: “Dergiler, hür tefekkürün kaleleridir.” der. Cumhuriyet döneminde de çıkan irili ufaklı birçok dergi bu kimliği üstlenmek istemiştir, ancak bunu bir yere kadar başarabilmişlerdir. Naçizane kanaatim şudur: Bir dergi, yeni yetenekleri edebiyat dünyamıza kazandırabildiği ölçüde büyüktür ve görevini yapmıştır. Ülkenin entelektüellerine yazı yazdırmakla dergiden beklenen görev yerine getirilmiş olmaz. Günümüzde de okul kimliğini üstlenmek isteyen birçok dergi var ama bu görevi yerine getiren bir dergi yok desem abartı olmaz, haydi çok az dergi var diyelim.  Çünkü bu görevi yerine getirdiğini iddia eden dergiler, kendilerine gelen bütün yazı ve şiirleri inceleyip, bunlara notlar düşüp ürün sahiplerine döndüklerini söylemelidirler. Temrin’in dışında böyle bir tek dergi biliyorum: ACEMİ. Acemi’yi çıkaran arkadaşlardan bir kısmı yazarlık okullarından talebem… Ondan dolayı alt yapıları var ve şu an itibariyle Türkiye’nin en büyük okul dergisi konumunda… Çok ciddi bir teveccüh var ve bir kadro sürekli ürün sahiplerine dönüyor ve tavsiyelerde bulunuyor. Okul kimliği bugün “Sizden gelenler” diye bir köşe açıp iki ürün yayımlamak ve yorum yapmak değildir. Az önce yukarıda dediğim gibi ürün sahiplerine teker teker dönmektir. Bunun için ciddi altyapı gerekiyor. Bu altyapı bugün sadece ACEMİ dergisinde var.

“BİR SAYININ MALİYETİ 2 BİN TL’NİN ÜZERİNDE”

İki de bir kapanan, satmayan, okunmayan, sürekli olduğu yerde dönüp duran, boyu ne uzayan ne de kısalan dergilerin olduğuna şahidiz. Matbu dergilerin en temel sıkıntılarından birisi de ya ferdi ya da belli gruba dayanarak belli bir süre sonra kısır döngüye hapsolmaları. Dergilerin böylesine bir kısır döngüye hapsolmasının nedenleri nelerdir? Bunun dergiciliğe olumlu ya da olumsuz anlamda sonuçları neler oluyor?

Sizin tabirinizle “kısırdöngüye hapsolmaları”nın nedeni bana göre önce ekonomik kaygılardır. Yoksa neden bir yere bağlı olsunlar? Bir yere bağlı olan, bir yerin sponsorluğunda yürüyen dergiler, özgür değildirler. Ya birilerinin dediğini yapmak zorundadırlar ya da yaptıklarının arkasında duramazlar. Daha önce bir vesile ile söylediğimi tekrar etmiş olayım: “Edebiyatımız, genç yaşta ölmüş dergiler mezarlığıdır.” Bakıyorsunuz birkaç sayı çıkmış gerisi yok… Yunus gibi diyesi geliyor insanın: “Yanar içim, göynür özüm, gök ekini biçmiş gibi.” Neden böyle oluyor? Macera sanıyorlar dergi çıkarmayı… Üç beş kafadar bir araya geliyor. “Haydi dergi çıkaralım?” deyip bir işe girişiyorlar. Böyle dergi çıkmaz ki! Bana göre dergi çıkarılmaz, çıkar! Yani doğum sancısı hissetmeli ki dergi çıksın. Böyle olursa o dergi uzun soluklu olur. “Biz de bir dergi çıkaralım” diye çıkan dergiler, yine sizin tabirinizle “ne uzar ne kısalırlar”, hep aynı yerde dururlar. Bugün hâlâ devam eden dergiler var, onuncu yılını devirmiş, ama ne estetik ne mizanpaj ne edebi nitelik ne de baskı kalitesi var. Çamur gibi çıkıyor dergi. İnsan acıyor… Yazık değil mi emeklere… Bir sayının maliyeti nereden baksanız 2 bin TL’nin üzerinde… Dile kolay… O halde dergi çıkaranlar son derece duyarlı olmalıdırlar. Yoksa yirmi sene dergi çıkarırlar ama o kadar dergiden bir mezuniyet tezi çalışması bile çıkmaz. Bu bir başarı değildir. Dergilerin geçmiş sayıları aranmalıdır. Bu bir ölçüdür kalite adına… Bir derginin geçmiş sayıları aranıp sorulmuyorsa, demek ki bir gün hiçbir sayısı sorulmayacak. Böyle dergiler ne bir kadro oluşturabilirle ne de yeni bir yetenek tespit edebilirler. Sadece çevrelerindekilerin ürünlerini yayımlayarak gönül alırlar o kadar. Böyle bir derginin çıkması ile çıkmaması arasında bir fark yoktur. Hatta çıkmaması daha hayırlıdır.

“DERGİLER SANAL ALEMLE PEK UYUŞAMADI”

Günümüzde dergiler internetle birlikte bir değişim dönüşüm geçiriyor. Matbu dergiler her geçen gün okur kaybedip kapanırken, internet dergileri gün geçtikçe daha da çoğalıyor… Türkiye’de son yıllarda okur sayısı düşüyor kullanıcı sayısı artıyor. Peki tablet bilgisayarlar ve mobilleşen dünya dergicilik için bir tehdit mi yoksa bir fırsat mı?

Söylediğiniz gibi değil durum. Dergiciliğin içinde, göbeğindeyiz. Ne fanzin türü birkaç sayfalık fotokopi dergiler ne de internet dergileri edebiyat camiasına etki ediyor. Cılız kalıyorlar. Sanal âleme taşınan çok şey oldu ama dergiler o âlemle pek uyuşamadı. Sanal âlemin, matbaada yayımlanan dergilere olumsuz bir etkisi yok. Tabletten dergi okuyanların da çok olduğunu düşünmüyorum. Bu şuna benziyor: Televizyon çıkınca radyonun pabucu dama atılır sanılıyordu. Çünkü televizyon, sinemanın bile saltanatını sarsmıştı. Böyle sanılması doğaldı ama sanıldığı gibi olmadı. Radyo eskisinden daha çok dinleniyor. Sanal âlemdeki dergiler, fiziksel olarak basılıp dağılan dergiler için bir tehdit değildir, yakın zamanda da olamazlar. Haber portallarında yazan köşe yazarları, fiziksel olarak çıkan gazetelerin köşe yazarlarını tehdit edebilir mi? Sanal gazetede köşe yazarı olup da gündemi sallayan ve meşhur olan birisi var mı? Sanal âlemin dergicilikte bir denge ve güç olabilmesi yakın zamanlarda mümkün gözükmüyor.

Tablet ve mobil uygulamalara derginizi hazırlıyor musunuz? Gelecekle ilgili planlarınız neler?

O tür çalışmalarımız yok. Bu bir imkân meselesidir. Yarım asırlık dergiler bile sadece web sitesine sahip… Tablet ve mobil uygulamalar için ciddi bir altyapı oluşturmak lazım. Tabletten e-kitap satışı yapan internet kitapçısını saysanız alttan üstten hepi topu iki veya üç tane çıkar. Dergilerin ona geçmesi için çok zamana ihtiyaç var.

“SEMBOLİK DE OLSA YAZI VE ŞİİRLERE 20 TL, 50 TL ÜCRETLER VERDİK”

Derginizin reklam, dağıtım, telif ücreti gibi problemlerini nasıl çözüyorsunuz. Bu anlamda dergiciliği genel anlamda problemlerini düşündüğünüzde, Türkiye’de dergiciliğinin içinde bulunduğu çıkmazların neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Edebiyat dergileri maddi bir şey kazanmadığı için telif vermezler/veremezler genelde… Biz kendi adımıza şahsen sembolik de olsa bazı yazı ve şiirlere “20 TL, 50 TL” gibi ücretler verdik. Temrin’in kapak çizerine bile ücret ödüyoruz. Bunu özgünlük adına önemsiyoruz. Dağıtım ve reklam en büyük sorundur dergiler için. Dağıtım olmayınca elden bir iki kere dağıtırsınız gerisi kalır, dergi tarih olur. Reklam konusu, biraz da dergilerin yaşıyla ilgilidir. Mesela biz Temrin’i ilk çıkardığımızda kapı kapı dolaşıyorduk reklam için, şimdi bizi arıyorlar “derginize reklam vermek istiyoruz” diye. Çünkü Temrin, 60. sayısını geride bıraktı. Bir yerlerde görüyorlar, adını duyuyorlar. Bu etkili oluyor tabi. Reklam bulmadıktan sonra doğrusu derginin uzun ömürlü olması zor… Aboneyle filan ayakta kalamaz bir dergi. Bu konular gerçekten dergiciliğin karadelikleridir.

“GENÇ TEMRİN YAZARLARI: LEYLA KARACA, TUGAY KABAN, HATİCE EĞİLMEZ KAYA, YUSUF KARABEL”

Bugünün dergileri yazar yetiştiriyor mu? Sizin derginizde yetişen yazarlar kimler oldu?

Günümüzde çıkmakta olan dergilerin içinde yazar ve şair yetiştiren bir dergi olarak Temrin’in dışında, yukarıda da dediğim gibi sadece ACEMİ’yi biliyorum.  Diğerleri yetişmiş elemanlarla çalıp oynuyorlar. Bunu o kadar önemsemiyorum. Her dergide görünen yazar ve şairler var. Benim yönettiğim dergide görünse ne olur görünmese ne olur! Ama bazıları, kendilerini bazı dergilere yakın görebiliyor veya dergi çıkaranlarla kankalıkları oluşuyor zamanla… Öyle olunca “al gülüm ver gülüm…” gidiyor. Temrin’in yetiştirdiği isimler var tabi. Mesela Leyla Karaca Temrin’in yetiştirdiği iyi bir şairdir. Tugay Kaban bir yıl içinde Temrin’de iyi şiirler yazdı ve yakınlarda BÜRDE AĞRISI isimli bir şiir kitabı yayımladı. Bu sürece kolay gelinmedi. Tugay, Anadolu Lisesi’nde okurken şiirleriyle ilgileniyordum ben. Şimdi üniversitede öğrenci…  Hatice Eğilmez Kaya da Temrin’de yetişmiş bir isimdir. Birkaç kitabı var. Denemeleri daha öne çıkıyor. Öykü ve şiirleri de var tabi. Özel vakit ayırmazsanız vasıflı eleman yetişmez. Şimdi Yusuf Karabel diye bir delikanlının üzerinde duruyorum. Öyküde gelecek vaat ediyor. Bunlar gibi dört beş tane henüz pişme safhasında olan kişiler var.

Ayrıntılı Bilgi: www.temrindergisi.com

On5yirmi5