Meşbaşe İshak Çerkes Sürgünü’nü anlattı

Röportaj
Yenişafak’tan Harun Karaburç’un haberi… Çerkes edebiyatının yaşayan en büyük yazar ve şairi Meşbaşe İshak, bu hafta İstanbul’daydı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde düzenl...
EMOJİLE

Yenişafak’tan Harun Karaburç’un haberi…

Çerkes edebiyatının yaşayan en büyük yazar ve şairi Meşbaşe İshak, bu hafta İstanbul’daydı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Çerkes Edebiyatı ve Sürgünden Diasporaya Anadil’ sempozyumuna katılan İshak, tamamını Adigece diliyle yazdığı kitaplarında büyük Çerkes Sürgünü’nü ve ardındaki acıları anlattı. Meşbaşe İshak, Adıgelerin yaşadığı Adıgey, Kabardey-Balkar ve Karaçay Çerkes cumhuriyetlerinde ‘ulusal sanatçı’ unvanının yanı sıra Uluslararası Çerkes Edebiyat Ödülü ve SSCB Devlet Sanatçısı ödülünün de sahibi. Kadıköy’deki Mühürdar Kitabevi’nde kendisiyle güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. 7-8 yaşlarındayken büyüklerinden sürgün ve savaş hikayeleri dinleyerek büyüdüğünü söyleyen İshak, “17-18 yaşına geldiğimde olanların esasını öğrenmeye çalıştım. Gizli gizli okudum. Araştırdım. Öğrenmeye çalıştım. Sonra kendimi yazmaya mecbur hissettim” diyor.

Çerkes Sürgünü çok büyük bir trajedi. Sizin bu trajediyi öğrenmeniz nasıl oldu?

Ben çok küçükken daha 7-8 yaşlarındayken Çerkeslerin başına gelen o büyük felaketi, acıyı dinlemeye başladım. Dedemin ve ninemin konuk evinde toplanıp sohbetler ederlerdi. Ne olduğunu çok bilmez, anlamazdım ama merakla dinlerdim. Hatta konuşmalar bitip dağıldıklarında bana sıkı sıkıya tembih ederlerdi: Bu duyduklarını hemen unut. Bunlardan sakın ha başka bir yerde bahsetme!

Olanı biteni tam manasıyla anladığınızda nasıl tepki verdiniz?

17-18 yaşına geldiğimde yavaş yavaş olanların esasını öğrenmeye çalıştım. Gizli gizli okudum. Araştırdım. Öğrenmeye çalıştım. Sonra kendimi mecbur hissettim. Halkımın başına gelen felaketi benim bir şekilde yazmam lazımdı. Bunu kendime görev edindim. Ondan sonra yavaş yavaş yazmaya başladım. Önce şiirler yazdım. Sonra uzun hikayeler yazdım. Roman daha sonra geldi.

 

 

Meşbaşe
71 YILDIR YAZIYORUM

Kaç yaşında yazmaya başladınız?

Bu konularla ilgili 1945 yılında yazmaya başladım. O zamandan bu yana neredeyse aralıksız denecek şekilde 71 yıldır yazıyorum. Rus- Kafkas savaşları ve sürgünü anlatan beş roman yazdım. Ben bir taraftan olup başka bir tarafı suçlamaya çalışmadım. Kimseyi karalamaya çabalamadım, kimseye suç da atmadım. Olanı olduğu gibi yansıtmaya çalıştım. Olduğu gibi yansıtabilmek için de arşivlerde araştırmalar yaptım bir tarihçi gibi. Sonra onları bir sanat ve edebiyat üslubuyla aktardım.

DEDELERİMİZ SAVAŞTA KÖLE DİYE SATILDI

Nasıl bir ortamda geçti çocukluğunuz?

Benim doğduğum köyün adı Shaşefıj. Bu ismin kelime anlamı kendi özgürlüğünü satın alan demek. Bizim dedelerimiz, babalarımız Rus- Kafkas savaşları sırasında çarpışırken esir düştüler. Köleleştirildiler ve satıldılar. Ermeni zenginler satın aldı. Bu insanlar sıradan köle değildiler. Entelektüellerdi. Efendileri de onlara köle gidi davranmadı. Kendi özgürlüklerini sahipleriyle pazarlık ederek satın aldılar. 1861 yılında Çarlık Rusyası’nda kölelik düzeni kaldırıldı. Ancak bizim dedelerimiz ondan önce kendi bileğinin hakkıyla özgürlüğünü satın alan insanlar olarak kurtuldular ve bu köyü kurdular.

 

 

Meşbaşe

Moskova Edebiyat Enstitüsü’nde okurken bir gün “Nazım Hikmet geldi, burada” dediler. Ünlü bir yazar olarak tanıyorduk onu. Sonra kendisiyle tanışmak için yanına gittim ve “Seninle tanışmak istememin iki nedeni var. Birincisi senin gibi büyük bir yazarla tanışmak ikincisi de Türkiye’deki Çerkesleri biliyor musunuz diye sormak” dedim. Bana Çerkesler’den büyük bir sitayişle bahsetti ve gururlandım. Nazım Hikmet’in bana şöyle bir öğüdü oldu: “Yılma, geri çekilme! Ne ile karşılaşırsan karşılaş yazmaya devam et.”

 

 

 

Meşbaşe
Adigelerin sorunlarını mecliste nasıl gündeme getirdiniz?

Her fırsatta Adige sorununu dile getirdim. Bununla ilgili bir anekdot anlatayım. Moskova’da Mihail Gorbaçov’un meclis başkanı olduğu dönemde Rusya Fedarasyonu Başbakanını seçmiştik. Gorbaçov, Başbakan Yardımcılığına aday olan isimlerden birini anlatırken bütün olumlu özelliklerini saydıktan sonra ama o bir Çerkes dedi. Konuşmasının ardından söz aldım ve Gorbaçov’a neden cümlesine ama ile başladığını sordum. Sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirterek özür dilediğini söyledi ama ben ikna olmamıştım. “Dil kalptekini söyler. Kalbinizde var ki böyle söylediniz” deyip oturdum.

Aile yadigarı 300 yıllık Kur’anım var

Kur’an-ı Kerim’i Adigece’ye çevirdiğinizi biliyorum. Kaç yılında tercüme ettiniz?

O çeviriyi birkaç arkadaşımla yaptım. 1988- 89 yıllarında çevirisini yaptık. 1990’da da yayımladık. Baskı parasını kendim karşıladım.

Dini baskılar var mıydı?

Dini baskılardan bahsediliyordu, doğru. Ama bizim ailemizde din hep vardı. Aile büyüklerim hep Kur’an okurlardı. Annemin okuduğu Kur’an dedemden kalmaydı ve 300 yıllık bir Kur’an’dı. Hala muhafaza ediyorum onu. Annemin hatırına Kur’an’ı Adigelere aktarmalıyım diye düşündüm. Çerkeslerin anlamasını sağlamalıyım dedim. Annem rahlesine Kur’an’ı koyar, sesli okurdu. Ben de yanında oturur dinlerdim. Kur’an’ın kendi içinde melodik bir yapısı var. O melodi insanı etkiliyor. Belki ondandır ben de hep ölçülü, kafiyeli ve o melodiyi yansıtan şeyler yazmaya özendim.