“Kur’an-ı Kerim tüm hayatımıza yön vermeli”

Röportaj
Gizem Gül’ün röportajı Namaz Platformu Sözcüsü Abdullah Yıldız Hoca, Pınar Yayınları’ndan çıkan “Kur’an’ı nasıl okudular?”, “Kur’an’ı nasıl a...
EMOJİLE

Gizem Gül’ün röportajı

Namaz Platformu Sözcüsü Abdullah Yıldız Hoca, Pınar Yayınları’ndan çıkan “Kur’an’ı nasıl okudular?”, “Kur’an’ı nasıl anladılar?” ve “Kur’an’ı nasıl yaşadılar?” kitaplarından oluşan üçlemesinde, vahyin ilk muhataplarının örneklerinden yola çıkarak Kur’an’ın bugün nasıl okunacağı, nasıl anlaşılacağı ve nasıl yaşanabileceği sorularına cevap arıyor. Biz de Ramazan’ı geride bıraktığımız ve bayrama ulaşmanın sevincini yaşadığımız bu günlerde Abdullah Yıldız Hoca ile kitaplarından yola çıkarak “Hayatımızın merkezine Kur’an-ı nasıl yerleştirmeliyiz” konusunu konuştuk.

Kur’an-ı Kerim-i okuma, anlama ve yaşama süreci birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılmaz bir bütünün öğelerini oluşturuyor. Bu sürecin ilk basamağı olan Kur’an’ı okumanın önemi ve fazileti nedir? 

Kur’an-ı Kerim, Rabbimizin sözleridir, Kur’an-ı Kerim Allah Teala tarafından Cebrail (a.s) aracılığıyla Peygamberimize gönderilmiştir ama O’nun üzerinden bütün Müslümanlara, tüm inananlara ve tüm insanlara hitap eder. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i okumak demek, Allah’ın bize olan hitabını, mesajını ve talimatlarını anlamak ve kavramak niyetiyle okumak demektir. Yoksa anlamadığımız ve kavramadığımız Arapça metinleri tekrar edip durmakla Kur’an okumuş olmayız. Kur’an okumak dediğimiz zaman karşımıza üç temel kelime çıkar. Kur’an’ı kıraat etmek, Kur’an’ı tilavet etmek ve Kur’an’ı tertil ile okumak. Bu üç kelime de anlamayı içerir. 

Peygamber Efendimize ilk gelen ayet, “İkra” yani “Oku” diye başlar ama bu “anla” demektir aynı zamanda; ‘öğren’, ‘belle’,  hatta ‘başkalarına bunu aktar’, ‘başkalarını hakikate çağır’ demektir. Dolayısıyla sadece sevap maksadıyla hele hele sonuna geldiğimiz Ramazan günlerinde, bir an önce bitireyim ve hatim sevabı alayım diye Kur’an-ı Kerim’i gözle süzmek ya da dilimizle seslendirmek bu kelimelerin ifade ettiği manada ‘kıraat etmek’, ‘tilavet etmek’ veya ‘tertil üzere okumak’ değildir. Ha, bu faydasız mıdır? Haşa! Kur’an-ı Kerim’i anlamasak da Arapçasından, güzel hafızların sesinden, doğru ve tecvid kurallarına göre dinlemek ve okumak elbette güzeldir. En azından o esnada biz Rabbimizin kelamını okuduğumuzun farkında oluruz, onunla muhatap olduğumuzun farkında oluruz fakat anlamadığımız sürece bu sadece ilk adım, kapıyı açmak düzleminde kalır. Oysa kapıyı açtıysam içeri girmem ve orada neler var, onu öğrenmem lazım. 

Tilavet kelimesi de bu manadadır. Tilavette, okuduğunu güzelce, tane tane okumak, anlaya anlaya yürekten okumak vardır; bir de anladığını uygulamak, yaşamak vardır. Tilavet fiili T-L-V kökünden türemiştir.  İlginçtir, kahvenin telvesi de bu kökten gelir. Bu aynı zamanda okuduğun şeyi takip etmek manasındadır. Ben okudum, anladım, onun peşine düşeceğim, onu uygulayacağım anlamındadır.

Tertilde ise daha çok sindire sindire, hiç acele etmeden, yavaş yavaş, tane tane okuma boyutu var. Hasılı, bütün bu okuma faaliyetlerinde mutlaka anlama söz konusudur. O yüzden “Okumak, anlamaktan; anlamak da yaşamaktan koparılamaz.” Bunlar bir bütündür. Eğer bir insan, ben sadece okurum, sonrası beni ilgilendirmez diyorsa, o kişi Kur’an okumuş olmaz. Çünkü anlaması lazım. Ben iyi okudum, anladım, kavradım ama yaşamam diyorsa, yaşamaya yönelmiyorsa bunun da hiçbir manası yok. Kur’an-ı Kerim okunacak, anlaşılacak ve yaşanacak; zira bunun için gönderildi. Kur’an-ı Kerim’i okumanın fazileti, kıymeti de bu cümlelerin içinde saklı. Kur’an’ı hiç anlamadan günde birkaç cüz okuyarak ya da birkaç günde hatim indirerek okumak Efendimizin de tavsiye etmediği bir durumdur. Bununla ilgili Efendimiz şöyle buyurmuştur.  “Sizin anlayarak okuyacağınız Bakara Suresi, anlamadan okuyacağınız şu kadar hatimden daha sevaptır, daha faziletlidir.” Kısaca, Kur’an-ı Kerim’i böyle bir yaklaşımla okumamız lazım. 

PEYGAMBER EFENDİMİZ YÜRÜYEN KUR’AN’DI

Hz. Peygamber’in (sav) Kur’an’la ilişkisi nasıldı?

Bunu Hz. Aişe annemizin ifadesiyle cevaplayalım. Hz. Aişe annemize soruyorlar: “Ey Ayşe annemiz, bize Peygamberimizin (sav) ahlakından, hayatından söz eder misin? O’nu bize anlatır mısın? ” Hz. Aişe (r.anha) diyor ki, “Siz Kur’an okumuyor musunuz?”. Cevap bu, tabi ki okuyup-anlamayı kastediyor. O’nun ahlakı Kur’an’dı. Bir tanımlama da şöyledir; “O, insanlar arasında yürüyen Kur’an’dı.” Efendimiz de (sav) şöyle diyor: “Beni Rabbim edeplendirdi, ne güzel edeplendirdi.” Neyle? Kur’an’la. Efendimiz Kur’an’ın ilk muhatabıydı. Kur’an ayetlerini önce o anlıyordu, yaşıyordu, ashabı da ondan görerek, O’nu taklit ediyorlardı. Kur’an böylece dalga dalga sünnet, hadis ve Efendimizin uygulamaları üzerinden bize intikal etti. O’nun Kur’an’la ilişkisi genel manada böyle ifade edilebilir. Ama bir örnek vermek gerekirse; O (sav), ayakları şişene kadar gece namazı kılıyordu ve hep Kur’an okuyordu. Kendisine inen Kur’an’ı tekrarlıyordu. Müzemmil Suresi’nde Rabbimiz diyor ki, “Ey Peygamber, sen gecenin bir vaktinde kalk; dura dura, tane tane, sindire sindire Kur’an oku.” Gece vakti Kur’an okumak zihinsel ve bedensel açıdan anlamaya daha elverişlidir. Peygamberimiz geceleri Kur’an’ı okuyordu, anlıyordu, yeni baştan hatırlıyordu ve gündüz de insanlara bunu anlatıyordu. Bazen de tek bir ayeti sabahlara kadar okuduğu oluyordu. Sabahlara kadar ağlayarak tekrarladığı ayetlerden biri şudur: “Ya Rabbi, eğer Sen onlara azap edersen elbette ki onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Ama Yarabbi eğer Sen onları bağışlar-affedersen sen Aziz ve Hakim’sin.” Burada Peygamber Efendimiz “Onları affet, bağışla” demiyor da öyle bir dua ediyor ki, bize dua etmenin de edebini gösteriyor. Peygamber Efendimiz (sav) Kur’an ile dua ediyor. İnsanlara Kur’an-ı anlatıyor, onlara Kur’an’la nasihat ediyor. Kur’an’la oturuyor, Kur’an’la kalkıyor. Peygamber Efendimizin hayatı baştan aşağı Kur’an’dı yani o bir “yaşayan Kur’an” idi.

Ashabı kiram Kur’an’ı nasıl okumuştur?

Ashabı kiramın Efendimizden öğrendikleri ve tavsiye ettikleri şudur: “Biz 10 ayeti alırdık” der Abdullah b. Mesud, Hz. Osman da “5 ayet” der; “Önce bu ayetlerin helalini, haramını öğrenirdik, amel etmemiz gereken, uygulamamız gereken, pratik olarak hayatımıza yön vermesi gereken ilke ve prensiplerini uygulardık, sonra diğer 10 ayete ya da 5 ayete geçerdik.” Şimdi biz, öncelikle “okuyup anlama” konusunda çuvallıyoruz. “Anlamadan oku, sevaptır, daha ötesine gitme” der gibi genel bir tavır var ve bu büyük bir vebal. Bundan daha önemli problem ise şu:  Diyelim ki okuyoruz ve anlıyoruz hatta bu konuda ciddi zihinsel çabalar sarf ediyoruz, tartışıyoruz, “Kur’an’ı en doğru ben veya biz anlarız” diyoruz, çok kitap okuyoruz ve müthiş bir bilgi birikimine sahip oluyoruz ama bu zihni çabalar bir türlü amele dönüşmüyor, sağlıklı bir eyleme dönüşmüyorsa ve ibadet olarak uygulanmıyorsa, insani ilişkilerimizi belirlemiyorsa, burada bir bilgi hamallığı söz konusudur. Kur’an-ı Kerim, böyle bildiği ile amel etmeyenlere “kitap yüklü merkepler” diyor. Günümüzde buna “bilgi obezitesi” de deniliyor; bilgiler yığılıyor yığılıyor; anlıyoruz, öğreniyoruz, entelektüel performansımız çok iyi ama ya sonrası? Hani amel, hani uygulama? Kelime-i Tevhid’den sonra ilk olarak namaz emredilmiştir, Peygamberimiz ve önceki tüm peygamberlere de aynı talimat verilmiş, onlar da insanları buna çağırmışlardır. Bileceksiniz, öğreneceksiniz, okuyacaksınız ama namazınızı günde 5 vakit huşu ile kılmayacaksınız, burada bir problem var. Kur’an-ı Kerim’de dedikodu yapmayın, gıybet etmeyin, insanları alaya almayın gibi ayetleri okuyacaksınız ama bunları yapmaya devam edeceksiniz, burada sıkıntı var. İşte ashabı kiram, Kur’an-ı Kerim’i belki az okurlardı ama okuduklarını çok iyi anlarlardı, çok iyi öğrenirlerdi ve mutlaka onunla amel ederlerdi. Esasen onlar, amel etmek, uygulamak niyetiyle Kur’ân okurlardı. 

KUR’AN AYETLERİ ANLAŞILMAYI VE YAŞANMAYI BEKLİYOR

Abdullah b. Ömer’in (Hz. Ömer’in oğlu) bir sözü ile sorunun cevabını tamamlayalım: Peygamber Efendimizden dinlediği ve öğrendiği dönemleri kastederek diyor ki: “İlk dönemlerde bizler, Kur’an-ı Kerim’den önce imanı elde eder, imanın tadına ererdik; sonra Kur’an ayetleri bize gelirdi, biz de Kur’an ayetlerini alır, helalini ve haramını öğrenir ve hemen uygulardık. Fakat sonradan öyle nesiller gördüm ki imandan önce ellerinde Kur’an’ı hazır buluyorlar. Kur’an’ı başından sonuna kadar okuyorlar ama ne helaline ve haramına bakıyorlar, ne de uygulamaya çalışıyorlar. Çürük hurmaları savurur gibi savuruyorlar.” Bu ifade çok şiddetli bir ifadedir, bugünün Müslümanlarına da ağır bir eleştiridir. ‘Çürük hurmaları savurmak’ ne demektir? İlla hurma olması gerekmez, üzüm ya da armut diyelim, bu meyveleri alırsınız ve içinde çürük varsa onu atarsınız, çünkü çürükler diğerlerini de çürütür. Kur’an ayetlerini okuyorsunuz ama çürük hurmaları savurur gibi savuruyorsunuz, kıymetini bilmiyorsunuz, harcıyorsunuz ve şiir okur gibi anlamadan okuyorsunuz. Oysa onlar anlaşılmayı ve yaşanmayı bekliyor. 

KUR’AN’I AZ OKUMALI, OKUDUĞUNU ANLAMALI VE YAŞAMALI

Öyleyse bugünün Müslümanları Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Mes’ud gibi sahabenin ilk Kur’an hocalarının tavsiye ettiği üzere az okumalı, okuduğunu anlamalı ve yaşamalı. Acizane bu mülahaza ile Ramazan’dan önce başladığım hatmi, Ramazan’ın sonunda ancak 8. cüze getirebildim. Anlamadan geçmek bana zül geliyor, kendimi kandırmak gibi geliyor. Okuduklarımı anlamam, anladıklarımı yaşamam gerekiyor. Ali İmran Suresi’nin 118, 119, 120. ayetlerini okudum ve Yeni Akit gazetesindeki köşemde “Dostunu düşmanını Kur’an’la tanı” diye bir yazı yazdım. Ayrıca Maide Suresi ve diğer surelerde de var. Rabbimiz, “Sakın inkârcıları, münafıkları, Yahudileri, Hristiyanları, sizden olmayanları dost edinmeyin. Onlar başınıza bir iyilik gelse üzülürler ama bir felaket geldiğinde sevinirler.” buyuruyor. Peki, sevinmiyorlar mı? Mısır’da Müslümanlar taranıyor, meydanlarda onlarcası, yüzlercesi şehit oluyor, binlercesi yaralanıyor; birileri zil takıp oynayacak neredeyse… Suriye’de her gün katliam var, dünyanın her bir tarafında Müslümanlara zulüm var ve birileri seviniyor. Müslümanlara bir iyilik dokunsa, mesela iktidara gelseler endişelenirler. Ayetin devamında, “Siz Kitab’ın tümüne, bir bütün halinde inanırsınız” diyor; yani Kur’ân’ı “hayatın kitabı” olarak okuyup anlayan Müslümanlar, onları rahatsız eder, endişelenirler. Devamı şöyle: “Müslümanlara öfke duyarlar, öfkeleri ağızlarından, dillerinden dökülür ve taşar. Kalplerindeki ise daha büyüktür. Kin ve nefretlerinden parmak uçlarını ısırırlar.” Peki, niçin bunu yaparlar? Çünkü “Siz Kur’an’ın tamamına, bütününe inanırsınız” diyor Allah Teâlâ. Müslüman Kur’an’a bir bütün halinde iman eder. Kur’an’ın bir kısmına inanırım, bir kısmına inanmam diyemez. Böyle inananlar da hep egemenler tarafından dışlanır.  Ama Allah şöyle buyuruyor: “Sizin dostunuz Allah’tır, Resulüdür ve müminlerdir.” Eğer Müslüman Müslümanı dost edinmiyor da başkalarını dost ediniyorsa, başkalarından yardım alıyor, talimat alıyor, onların himayesine giriyor ve namlularını Müslümanlara doğrultuyorsa, Kur’ân’a inanmıyor demektir. 

İşte Kur’an-ı Kerim, bize yaşadığımız olayları böyle açıklar ve yol gösterir. Onu okuyanlar, hayata ve olaylara Kur’ân ışığında bakamıyorsa, onun ilkelerine göre yaşamıyorsa, Kur’an’ı hayatın içinde ve hayatın içinden okumuyorsa anlayamaz, kavrayamaz ve yaşayamazlar.

KUR’AN SADECE SEVAP KAZANMAK YA DA HATİM İNDİRMEK İÇİN OKUNAN BİR METİN DEĞİL

Kur’an’ı Arapça ya da Türkçe mealinden okumak her zaman konuşulan konuların başında gelir. Kur’an-ı Kerim’i Arapça mı yoksa Türkçe mealinden mi okumalıyız?

Her ikisinden de okuyalım. Kur’an’ı anlamak ve Kur’an-ı Kerim’in Türkçesi’ni, mealini, tercümesini, tefsirini ve açıklamalarını okumak lazım deyince sanki Kur’an’ın lafzını bir kenara bırakmak lazım gibi bir şey anlaşılıyor. Hayır, buradan bu çıkmaz. Kur’an-ı Kerim’in Arapça lafzını, Rabbimizin orijinal kelamını elbette okumak lazım, hem de tecvid kurallarına ve kıraat usullerine uygun olarak okumak lazım. Ama biz diyoruz ki, bu beraberinde anlama çabasını da getirmezse burada kalır ve hiçbir faydası olmaz. Neden? Çünkü sadece o esnada dedikodu yapmamış olursunuz, Allah’ı zikretmiş olursunuz, Allah’ın kelamıyla meşgul olduğunuzun duygusu içerisinde manevi bir lezzet alırsınız o kadar. Ama Kur’an-ı Kerim bir hayat kitabıdır, hayatımıza yön verecektir. Hem de hayatımızın bütün alanlarına yön verecektir. Eğer Kur’an-ı Kerim’i hayatın bütününe hakim olacak bir kitap olarak önümüze koymaz, anlayıp uygulamaya çalışmaz sadece bir dua mecmuası gibi, sadece sevap kazanmak ve hatim indirmek için okunan bir metin olarak algılarsak bu yanlış bir algıdır, eksik bir algıdır ve Kur’ân’ın hakkını vermemiş oluruz. O zaman Kıyamet günü, Kur’ân bizden şikayetçi olur, Allah korusun. 

KUR’AN HAYATIMIZIN KİTABIDIR

Kur’an hayatın kitabıdır ve hayatınıza yön verecek yegâne kitap odur; hem de hayatınızın bütün alanlarına, aile hayatınıza, sokağınıza, siyasetinize, ekonominize, iletişim dünyanıza, sanatınıza, edebiyatınıza, her şeyinize O yön verecektir. Çünkü Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de yapmamız ve yapmamamız gerekenleri vaz eder; biz de bunları okur ve Allah’ın verdiği akılla anlarız. Anlamadığımız ya da kapalı kalan noktalar varsa diğer ayetlere, hadisi şeriflere, tefsirlere, âlimlerin eserlerine müracaat ederiz ama başlangıç böyle olmak zorundadır. Dolayısıyla kardeşlerimize tavsiyemiz şudur; Ramazan’da hatim okurken her gün 1 cüz yani 20 sayfa okuyorlar; bu biraz zaman alabilir ama lütfen şöyle bir yarım saat daha ayıralım da mealini, Türkçesini okuyalım. Bunu daha hızlı okuyabiliriz. Bazı ayetlerin not alalım, çizelim, bir daha dönüp okuyalım. Dipnotlarına, açıklamalarına, tefsirine bakalım. Kur’an’ı daha iyi anlamak adına güzel bir tefsir alalım ve okuyalım. Kafanızdaki sorulara cevap verecek şekilde o açıklamaları, ayetin ayetle tefsirini, başka ayetlerdeki bütünleştirilmiş tefsirini, Peygamber Aleyhisselamın o ayetle ilgili söylediklerini, uygulamalarını; âlimlerin o konuyla ilgili açıklamalarını okursunuz ve benim bu şekilde İslam’ı yaşamam lazım dersiniz. Bu günlerde Diyanet’in “Neden Müslüman oldum – İhtida Öyküleri” isimli bir kitabını okuyorum, daha doğrusu dinliyorum, kitabın bir CD’si var. Bakıyorsunuz, o Müslüman olanların neredeyse tamamı Kur’an-ı Kerim’i kendi dillerinde okumuşlar, bu Allah’ın kelamı demişler, teslim olmuşlar ve öyle hidayete ermişler ki sıkıca Kur’an’a ve İslam’a yapışmışlar. Biz Müslüman bir anne babadan geldik, Müslüman bir coğrafyada doğduk. Kur’an-ı Kerim’in bu şekilde anlaşılarak okunması bize pek öğretilmedi. Kur’an’ın sadece lafzını oku geç, hatta birileri okusun sen takip et anlayışı hakim. Bir an önce bitirmek için gözlerimiz hep sayfanın sonlarında. Oysa bu, Peygamberimiz ve ashabı tarafından reddedilen bir okumadır. Kısa zamanda ve anlamadan okumak, şiir okur gibi okumayı doğru bulmamışlardır. Hz. Aişe annemiz, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas gibi sahabenin Kur’an hocaları, şiir okur gibi okumayı şiddetle eleştirmişlerdir. Efendimiz de (sav), sadece ses ispatı için okumayı veya okumuş olmak için okumayı, “hançerelerin ötesine geçmeyen bir kıraat” olarak nitelemiştir. Kısaca, bizim bu geleneksel okuma alışkanlığımızı, anlayarak okuma biçimine dönüştürmemiz gerekiyor.

KUR’AN OKURKEN BİR TEFSİRLE, BİR MEALLE YETİNMEYİN

Kur’an tefsirlerinin birbirinden farklılığı neden kaynaklanmaktadır?

Birbirinden farklılık demeyelim de birbirini bütünleyen, farklı pencereler açan, farklı yerlerden bakan tefsirler diyelim. Çünkü birbirine zıt görüşler demek şu açıdan doğru olmaz; örneğin içkinin haram olmasıyla ilgili, hiçbir zaman “İçki haram değildir” şeklinde bir tefsir olamaz. Namazın 5 vakit oluşuyla ilgili hiç birbirine zıt fikir olamaz. Ama namaz vakitleri konusunda uygulamaya dair şöyle bir rivayet var. İkindi namazının vakti güneş ışığının gelişine göre bir insanın gölge boyu olunca mı giriyor, yoksa iki gölge boyu olunca mı giriyor? Ayet-i Kerime ve hadisi şerifleri bu anlamda farklı anlayanlar olmuş. Bu fıkıh açısından, Kuran’ın o konuyla ilgili ayetleri ve Efendimizin hadislerini anlamak açısından bir farklı bakış açısıdır yoksa birbirine zıt değildir bunlar. Böyle baktığınız zaman müthiş bir zenginlik olduğunu görüyoruz. O açıdan biz bir tefsirle, bir mealle yetinmeyelim. Birisini okuduk, sonra mutlaka diğer tefsiri de okuyalım ya da bu tefsirleri paralel olarak aynı anda okuyalım. Çünkü Kur’an’ın Kur’an ile tefsiri vardır. Bir ayette izah edilen bir hakikat bazen başka surede daha geniş açıklanır. Bunları bütünleştirdiğiniz zaman puzzle’ın parçalarını tamamlıyormuş gibi karşınıza bir şema çıkar. 

SOSYALİST İSLAM, LİBERAL İSLAM DİYE BİR ŞEY OLMAZ, İSLAM İSLAM’DIR

Anlamaktan öte doğru anlamak önemli değil mi?

Elbette, doğru anlamak için de bizatihi Kuran’ın Arapça metnini ve mealini birlikte okumak lazım. Sonra, ilk nesillerin bu konuyla ilgili yaptıkları yorumlara, tefsirlere, Efendimizin o konuyla ilgili açıklamalarına bakmak lazım. Elbette, sonraki dönemlerdeki tefsirlere de bakmak lazım. Sonrakilerin hepsi yanlıştır demiyoruz ama bir takım etkiler altında kalınabiliyor. Modern dünyada son yüzyıllarda sürekli yeni yeni moda akımlar ortaya çıkıyor; fikir akımları, düşünce akımları, yeni ideolojik akımlar, çeşitli felsefeler ve insanlar bunların çok fazla etkisi altında kalıyor. İnsanlar bunların perspektifinden Kur’an’ı okumaya kalkışıyor. Mesela sol ya da sosyalist pencereden bir Kur’an okuması yapmaya çalışıyor; eğiyor, büküyor, yamultuyor, zorluyor. Sonra da adına sol İslam, sosyalist İslam veya tam tersi bir okumayla liberal İslam diyorlar. Böyle kepazelik olmaz. İslam, İslam’dır. O yüzden Kur’an’ı  İslam’ın kendi iç dinamikleri içerisinde okuyarak anlamak lazım. Bu, çağa kulağımızı, gözümüzü, kulağımız kapatalım anlamına gelmiyor. Ama çağ bizi değil, biz çağı yönlendirmeliyiz.  Çağın gelişmelerine, düşünce ve fikir akımlarına dikkat etmeliyiz. Onları görmezden gelmemeliyiz ama onlar bizim temel kriterlerimiz, ölçülerimiz ve şablonlarımız haline gelirse Kur’an’ı, İslam’ı o anlayışlara; liberalizme, sosyalizme, faşizme uydurmaya kalkışırız ki bu dini yamultmak olur, çok tehlikelidir.

KUR’AN’A ASIL BÜYÜK SAYGISIZLIK KUR’AN’I OKUYUP ANLAMAMAK VE HAYATIMIZA UYGULAMAMAK

Kur’an’ı Kerim’e bizim kültürümüzde saygıda kusur edilmez, evlerimizin başköşesinde yer alır. Başka toplumlarda Kur’an’ın yeri nedir? 

Tabi ki Kuran-ı Kerim’in mushafına saygı göstermek, değer vermek lazım. Bu saygıyı ve değeri sadece şekilde bırakırsak olmaz. Elbette Kuran-ı Kerim’in abdestli olarak okunması faydalıdır, bu Kur’an-ı Kerim’i okuma adaplarındandır. Fakat bu saygıyı abartarak kanaviçeli muhafazalar içinde duvarlara asarak, Kur’an’ın iki kapağını açıp-okumamızı engelleyecek hale getiriyorsak burada bir sorun var demektir. Elbette Kur’an-ı Kerim-i kütüphanemizin en güzel yerine koyalım ancak Kur’an’a gösterdiğimiz saygı sadece mushafa gösterdiğimiz saygıya dönüşüyorsa, bu saygı Kur’an’ın bizimin başucu kitabımız olmasını engelliyorsa burada ciddi bir sorun vardır.

Mesela diyelim ki Kabe’ya gittiniz ve insanlardan biri Kur’an’ı aldı ve başının altına yastık yaptı. Bu büyük bir saygısızlık mı? Hayır değil, sahabe döneminde de bunun örneklerini görüyoruz. Biz bunları yapmıyoruz ve bu yüzden daha çok saygılıyız diye övünebiliyoruz. Ama o insanlar Kur’an’ı bizden daha iyi anlıyorsa, Kur’an-ı Kerim’i sürekli elinin altında tutuyor, çantasında taşıyor ve her an onunla hemhal oluyorsa asıl Kur’an’a saygı budur. Bu konuyla ilgili bir Temel fıkrası anlatırlar:  Temel para kazanmış ve kimse kendisinden borç istemesin ya da çalınmasın diye kazandığı parayı bir yere saklamış. “Ben oni öyle bir yere sakladum ki, hırsız girse bile bulamaz” demiş. “Peki parayı nereye sakladın?” diye sormuşlar; “Kur’an mushafına sakladım. Çünkü insanlar hiç Ona dokunmayi” demiş. 

Şimdi hakikaten “dokunma çarpar” gibi bir anlayışın söz konusu olduğunu görüyoruz. Elbette abdestli dokunmak edeptendir ama ilim öğrenen, bu işin ezberini yapan insanlar abdestsiz de Kur’an okuyabiliyorlar. Abdestsiz Kuran-ı Kerim’in okunacağına dair fetva veren İslam alimleri de var mı? Var. Bu da büyük günah, büyük vebal değil. Aslında büyük vebal Kur’an’ı okuyup, anlamamak ve O’nun hükümlerini hayata aktarmamak. Furkan Suresi 30. ayette buyurulduğu üzere Peygamber Efendimiz kıyamet gününde “Ya Rabbi, ümmetim bu Kuran’ı terk edilmiş bıraktı.” diye şikayet edecek. Bu, “Kuran’ı okumadılar, anlamadılar, onun hükümlerini hayatına aktarmadılar, onun hükümlerinden uzaklaşıp hicret ettiler” demektir. Kuran- ı Kerim’in prensiplerinden, hayat verici ilkelerinden uzak kalmamak için çaba sarf etmek lazım. Asıl saygı budur. Bizim toplumumuzda saygı şekle indirgenmiştir. Bu saygı kötü bir şey değildir. Ama saygıyı sadece şekilde bırakmak, sadece Kur’an mushafına saygı gösterip, içini açmamak, okumamak, anlamamak, hele hele onu yaşama çabasına girmemek en büyük saygısızlık ve en büyük cinayettir. 

KUR’AN’I HAYATIMIZIN MERKEZİNE KOYMAK NE DEMEK?

Kur’an’ı okumak ve anlamak kadar bunu hayatımıza uygulamak da çok önemli. Kur’an’ı hayatımızın merkezine nasıl almalıyız?

Kuran-ı Kerim baştan sonra bize tevhidi anlatır. Tevhid demek “Allah’ı birlemek” demektir. “La ilahe illallah” demektir. Allah’tan başka “yaratan” yok demek değil, “ilah” yok demek. Yarattığı insanların hayatlarına dair hükümler, prensipler, helaller ve haramlar koyan, onları yöneten anlamında “Allah’tan başka ilah, Allah’tan başka Rab yok demektir.”  Allah-u Teâlâ bizi yarattı, yaşatıyor, rızıklandırıyor ve bizim hayatımızı yönetmeyle ilgili ilkeleri koyma hakkı da O’nundur. Hayatın bütün alanlarını Allah’ın isteğine, Allah’ın talimatına göre düzenlemektir Tevhid.

KONUŞTUKLARIMIN NE KADARI ALLAH’IN RAZI OLACAĞI SÖZLER?

Hayatının merkezine Kuran’ı yerleştirmek ise şu demektir:  Ben konuşurken, ağzımdan çıkanları kulağım duyuyor mu? Ağzımdan çıkanları Kur’an süzgecinden geçiriyor muyum? Mesela, konuştuklarımın ne kadarı Allah’ın razı olacağı sözler? Ben konuşurken ağzımdan çıkan cümlelerin hangisine Allah’ü Teala razı olur, hangisine razı olmaz, ben bunlara dikkat etmeliyim. Bunların genel ölçütleri Kuran’da verilmiş, Peygamber Efendimizin sözlerinde ve hadislerinde de bu belirlenmiştir. 

Efendimiz bir keresinde uzun tavsiyelerde bulunur, sonunda da “İşin başı İslam, direği namaz, doruğu cihattır. Ama bütün bunların kendisine bağlı olduğu bir şeyi söyleyeyim mi?” buyururlar. Sahabeden Muaz: “Söyle ya Resulullah” der. Efendimiz mübarek parmaklarıyla dilini tutar, “Bunu tutarsın” der.  “Ya Resulallah, biz dilimizle söylediklerimizden de mi sorumlu olacağız” diye sorunca: “Ey Muaz! Sen insanları Cehenneme sürükleyen şeyin, dillerinin ürettiklerinden başka bir şey olduğunu mu zannediyorsun?” buyurur. 

BAKIŞLARIMIZA KUR’AN YÖN VERMELİ

Kur’an’ı hayatın merkezine yerleştirmek dediğimiz zaman, konuştuklarıma Kur’an yön vermeli, bakışlarıma da Kur’an yön vermeli. Allah Teala Nur Suresi’nin 30. ve 31. ayetlerinde “Önce mümin erkeklere söyle; gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar. Mümin kadınlara söyle; onlar da harama bakmaktan sakınsınlar” buyuruyor.  Kur’an-ı Kerim bakışlarımızı kontrol etmemizi istiyor. Yine Kur’an-ı Kerim’de “Allah hain bakışların ardındaki niyetleri bilir, gizlediklerinizi de bilir, açığa vurduklarınızı da bilir” buyuruluyor. 

ACABA HELALİNDEN Mİ YİYORUM DİYE DÜŞÜNMELİ

Kur’an’ı Kerim’i hayatımızın merkezine yerleştirdiğimizde yediklerimize ve içtiklerimize dikkat etmek zorundayız. “Ben acaba helalinden mi yiyorum.” diye düşünmemiz gerekiyor. Bunun yanı sıra “Yiyin, için ama israf etmeyin” ayetini çok okuyoruz. Ama Ramazan ayında iftar sofralarımız, israf sofralarına dönüşüyor ve yemeklerimizin yarısını çöpe döküyoruz.  Çöpe dökmediğimizi varsayalım, bu sefer midemizi çöplüğe çeviriyoruz. Kur’an- Kerim’de yeme içmeyle ilgili birçok ilke ve prensip var. Muhammed suresinde “Onlar hayvanların yediği gibi yerler” diyor kafirler için. Hayvanlar nasıl  ve ne kadar yediklerinin sınırını bilmezler, çiğnerler, saçıp savururlar ve bazen çatlar ölürler.

Bunların yanında çocuklarımızla, eşimizle, anne ve babamızla, komşumuzla ve hayatımızda ilişki kurduğumuz tüm insanlarla olan ilişkilerimizi Kuran-ı Kerim’in koyduğu ilkelere göre kurmalıyız. 

Peki siyaset. Allah (c.c) Hac Suresi’nin 41. ayetinde diyor ki: “Biz onlara yeryüzünde iktidar verdiğimizde, onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatlarını veririler, iyiliği emreder, kötülüklerden alıkoyarlar.” Demek ki güç anlamında siyasi iradeye sahip olduğunuzda, iktidara geldiğinizde kötülükleri engelleyeceksiniz, iyilikleri yaygınlaştıracaksınız, namazın kılınmasını sağlayacaksınız, zekat ve infak gibi kurumların işleyişini sağlayacaksınız. 

“Ne bir ticaret ne bir alışveriş, onları Allah’a zikretmekten ve namazdan alıkoymaz.”  Bu ayetlerle de Kur’an ticari hayatımıza yön veriyor.  Kur’an-ı Kerim’de “Ölçü ve tartıyı (her alanda, ekonomik ve sosyal hayatın tamamında) adaletle uygulayın.”  buyuruluyor. 

Savaş hukuku konusunda “Size saldıranlarla Allah yolunda siz de savaşın ama haddi aşmayın” buyuruluyor. Durup dururken insanı öldürmek Kuran’ın ilkelerine terstir. Kuran-ı Kerim; “Bir insanı suçsuz yere öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir” buyurur.

KUR’AN HER ALANDA HAYATIMIZI YÖNLENDİRECEK İLKELER GETİRİYOR

Kur’an-ı Kerim yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi siyasetten ekonomiye, insani ilişkilerimizden ticaret ve savaş hukukuna kadar tüm alanlarda hayatımızı yönlendirecek ilkeler koyuyor. Kur’an-ı Kerim’i hayatın merkezine koymak demek, yaşadığımız hayatın bütün kompartımanlarında Kur’an’ı merkeze almak, onun ilkelerini uygulamak demektir. Kur’an-ı Kerim bütün çağlara, bütün zamanlara hitap eder ve bütün zamanların, bütün çağların problemlerine cevap verir. Ama o cevabı alıp, anlayıp bugünün dünyasında ben bunu nasıl uygularım diye düşünecek akıllı insanlara ihtiyaç var.  

KUR’AN’I HAYATIMIZA UYGULARSAK, KUR’AN HAYATIMIZI DİRİLTİR

Bir duayla bitirmek istiyorum. “Ya Rabbi, Kuran’ı gönlümüzün baharı eyle.  Sadrımızın/göğsümüzün nuru eyle. Her türlü üzüntümüzün, sıkıntımızın, dertlerimizin bizden uzaklaşmasını vesile eyle.”

Kuran-ı gereği gibi okur ve yaşarsak, Kur’an gönlümüzün baharı olur. Kalpler Kur’an ile nasıl yeşerir? Ancak O’nu önünüze koyarsınız, güzelce tane tane tertil ile kıraat ederek, tilavet ederek okursanız, anlarsınız; adım adım, ayet ayet hayatınıza uygularsınız ve Kuran sizi diriltir, yeniden bahar yaşarsınız. O sizin nurunuz olur, gözünüz gönlünüz açılır. Ufkunuz, basiretiniz açılır. Olaylara apaydınlık bakarsınız. Ve gerçekten Kuran okuyan insanda; üzüntü, keder, sıkıntı, stres, bunalım kalmaz. Allah onları Kur’an ile karanlıklardan nura yani aydınlığa ve esenliğe çıkarır. 

On5yirmi5