Filmlerde neden en çok Müslümanlara hakaret ediliyor?

Röportaj
Röportaj: Fahri Sarrafoğlu Yrd Doç. Dr Bilal YORULMAZ (Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Eğitimi Öğretim Görevlisi) sinemanın din eğitimindeki rolü ...
EMOJİLE

Röportaj: Fahri Sarrafoğlu

Yrd Doç. Dr Bilal YORULMAZ (Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Eğitimi Öğretim Görevlisi) sinemanın din eğitimindeki rolü ve bu rolün etkisi üzerinde konuştuk.

Neden sinema hocam, sinema mı daha güçlü sizce?

Toplumsal hayatın ayrılmaz bir parçası konumuna gelen kitle iletişim araçlarından biri sayılabilecek sinema, sosyal ve kültürel hayat üzerinden toplumsal yapıyla çok canlı bir şekilde etkileşim halindedir. Çünkü sinema, teknolojik bir imkân olma vasfının üzerine çıkarak insanlar için önemli ve toplumsal hayata müdahale edebilen bir kurum olabilme kapasitesine sahiptir. Bu özelliğiyle sinema, izleyicilerinin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurduğu yapımlarla gündelik hayat, kişisel tutum ve davranışların oluşumu ve sosyalleşme gibi geniş bir yelpazede etkinlik alanı oluşturmaktadır. Ayrıca sinema filmleri, kültür, sanat, siyaset, eğlence, edebiyat, din ve sosyo-ekonomik alanlarda dikkat çekici örnekleriyle, gündem oluşturabilme potansiyeli de taşımaktadır.

Hemen hemen tüm filmlerde din olgusu mutlaka var, bunun sebebi nedir?
 Din olgusu, sinemanın ana temalarından biridir. Yönetmenlerin dünya görüşüyle birleşen din olgusu sinemada farklı yüzlerle karşımıza çıkar. Türk sinema tarih de din temasını daha ilk filmlerde konu etmeye başlamıştır. Bugün bile din sinemamız için önemli bir malzemedir. Üzücü olan ise, sinema ve din gibi önemli bir konuda yeterince araştırmalar yapılmamasıdır. Türk sinemasında din çok farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Bazen din kötülenirken bazen de gereğinden fazla abartılmıştır. İlk dönem Türk sinemasında din, dindarlık ve din adamı konusu, dönemin siyasal ve kültürel yapılanmalarına göre şekillenmektedir.

EN ÇOK HAKSIZLIĞA UĞRAYANLAR MÜSLÜMANLAR OLMUŞTUR

Hocam bir makalenizde ABD yapılan filmler üzerinde bir araştırmaya yer  vermişsiniz ve orada İslam’ın ne kadar kötü olduğu filmlerde işlendiğini söylüyorsunuz… Özellikle 2001 yılında yapılan araştırma sonuçları çok vahim… Bu konuda görüşleriniz nelerdir hocam… Bizim bu duruma karşı ne yapmamız lazım?
 
1942 yılında ABD Başkanı Franklin Roosewelt’in John Ford ve Frank Capra gibi yönetmenlere film siparişi vermesi ile başlayan Hollywood-Washington stratejik ortaklığı sıkı bir ilişki olarak günümüzde de devam etmektedir. Hollywood filmleri, düşmanlar üreterek (Koreli, Vietnamlı, Rus, Müslüman) Amerikan dış siyasetine meşru zemin hazırlamaktadır. Ayrıca yapılan zulümler (Irak, Filistin, Afganistan) ve yenilgiler (Vietnam) bu filmler vasıtasıyla yeniden üretilerek ortadan kaldırılmakta, tarihi gerçekler tahrif edilmektedir.

Hollywood filmlerinde birçok millet kötü  sıfatlarla etiketlenmiştir. Çinliler sinsi, zenciler kronik suçlu, Kolombiyalılar uyuşturucu satıcısı vb. Ama bunlar içerisinde en çok haksızlığa uğrayanlar Müslümanlar olmuştur. Seyyid Hüseyin Nasr’a göre; Pearl Harbor Baskını’ndan sonra Japonlar aleyhine pek çok film yapılmasına rağmen Şintoizm’i hedef alan hiçbir film yapılmamıştır. Buna rağmen özellikle 11 Eylül’den sonra bu terör eylemini gerçekleştirenler değil, tüm Müslümanlar suçlu ilan edilmiş ve Müslümanlık kötü gösterilmiştir.

Müslüman dendiğinde (daha çok Araplarla temsil edilen) uçak kaçıran, bombalama yapan, adam öldüren, terörist gibi belli tiplemeler karşımıza çıkmaktadır. Bu kalıp daha ziyade orta sınıf erkekler için çizilmiş bir kalıptır. Kadınlar ise kocası tarafından daima ezilen, göbek dansı yapmakta mahir, sindirilmiş, aşktan, sevgiden mahrum varlıklar olarak resmedilmektedir. Zengin Müslümanlar ise milyon dolarlarını harcayacak yer bulamayan şehvet düşkünü, göbekli, muhteris tiplerdir.

Bu filmlerden de örnekler verebilir miyiz?
The Delta Force” (Delta Harekatı-1986), “True Lies” (Gerçek Yalanlar-1994), “Executive Decision” (Kritik Karar-1996), “Collateral Damage” (Ölümüne Takip-2002), “World Trade Center” (Dünya Ticaret Merkezi-2006) gibi filmler, terörist Müslüman kimliğini gündeme getirmektedir. “Delta Harekatı”, teröristlerin peşine düşen Amerikalı askerleri konu edinmekte, “Gerçek Yalanlar” adlı film, hükümetin Ortadoğulu teröristlerin dağılan SSCB’den nükleer bomba aldığını öğrenmesi üzerine hazırlanan gizli operasyonu anlatmaktadır. “Kritik Karar” filmi, Amerikan ordusundan bir grubun hava korsanlarının ele geçirdiği bir uçağa fark edilmeden girip bombalı teröristleri yakalayarak yolcuları kurtarmalarını hikaye etmektedir.

 “Dünya Ticaret Merkezi” adlı film ise, teröristlerin ülkeye verdiği zararla birlikte bireylerde oluşturduğu hayal kırıklığı, korku, kaygı, psikolojik rahatsızlıklar gibi unsurları gündeme getirmekte, Müslüman terörist imajı da pekiştirilmektedir. Böylece önceleri hakim olan mistik, gizemli, egzotik doğu algılayışı yerini terörist, korkulan, istenmeyen düşman algılayışına bırakmaktadır. Son dönem hollywood filmleri ile doğuyu tanımlayan oryantalist söylemler de değişikliğe uğramaktadır.

Dr. Jack G. Shaheen’in 2001 yılında ortaya koyduğu araştırma sonuçlarına göre Müslüman karakterler içeren 900 Hollywood filminde sadece 12 olumlu tipleme yer almakta, 50 filmde ise iyi-kötü karışımı karakterlere yer verilmektedir. Bunların dışındaki 800’den fazla filmde Müslüman karakterler halk düşmanı, gaddar, kalpsiz, barbar ve terörist tiplerdir.

ÇİZGİ FİLMLER DE VAR

Çizgi film ve animasyon filmlerinde durum da aynı sanırım?
Hollywood animasyon filmlerde bile bu olumsuz tavrını sürdürmektedir. Masalsı Arap ülkesinde geçen Alaaddin filminde bütün kötü karakterler sakallı ve esmerdirler. Ayrıca Arap aksanıyla konuşmaktadırlar. Filmin kahramanı Alaeddin ve sevgilisi Jasmine ise açık tenlidirler ve Amerikan aksanıyla konuşmaktadırlar. Aslan Kral gibi kahramanları hayvanlardan oluşan animasyon filmlerde ise kötüyü temsil eden hayvanlar yabancı aksanı ile konuşurken (günün politik ortamına göre İngiliz, Koreli, Arap vb.) iyi olan hayvanlar hep Amerikan aksanını kullanmaktadırlar.

Peki, arada hiç mi olumlu yok acaba ?
Amerikan Dış siyasetiyle paralellik arz eden Hollywood’da son yıllarda olumlu Müslüman karakterler de görülmeye başlanmıştır. Hollywood filmlerinde görülen bu yumuşama Başkan Obama’nın Türkiye ve Mısır’daki ılımlı konuşmalarının habercisi olarak yorumlanabilir. Bu filmlerden biri olan “Traitor” (Hain-2008) filminde Samir adlı Müslüman karakter olumlu bir karakter olarak sunulmakta ve Kur’an’dan alınan âyetlerle İslâm’ın iyi olanı merkeze oturtan bir dünya düzeni kurduğu vurgulanmaktadır. “Flightplan” (Uçuş Planı-2005) ve “Rendition” (Yargısız İnfaz-2007) filmlerinde de masum Müslümanlara terör suçlamasıyla yapılan zulümler konu edilmektedir.

Bu konuya dikkat çeken, en azından izleyicileri uyandıran araştırmalar yok mu?
İslâm’ın ve Müslümanların Hollywood filmlerinde olumsuz olarak sunulması din eğitimcileri için hem bir zorluk oluşturmakta hem de bir fırsat sunmaktadır. İslâm’a karşı önyargılar taşıyan insanlara din eğitimi vermek ebetteki daha zor olacaktır. Einstein’ın  “Atomu parçalamak önyargıları parçalamaktan kolaydır.” şeklinde ifade ettiği bu durum din eğitiminin önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. 11 Eylül ve sonrasında yaşanan gelişmelerden ötürü Müslüman olmayı düşündüğü halde bundan vazgeçen binlerce insanın varlığı durumun ciddiyetini ortaya koymaktadır. Din eğitimcileri bu durumda önce ön yargıları ortadan kaldırmak sonra İslâm’ı tebliğ etmek zorunda kalmaktadırlar. Filmlerle oluşan önyargılar da yine filmler vasıtasıyla etkili bir şekilde ortadan kaldırılabilir.

Bunca olumsuz filmlere rağmen Islama girenlerin sayısı yine artmıyor mu?
Ortaya çıkan tabloya bakarak 11 Eylülden sonra İslâmın yükselişinde bir azalma olması beklenirken aksine Müslüman olanların sayısında bir artış görülmesi şaşırtıcıdır. 11 Eylül’den sonra İslâm’a girenlerin sayısının dört kat arttığı, yıllık ortalama 25 bin kişi ile İslâm’ın ABD’de en hızlı büyüyen din olduğu, hispanic ve zenciler arasında İslâm’ın hızla yayıldığı ifade edilmektedir.  Ebetteki insanlar terörizme ilgi duydukları için Müslüman olmamaktadırlar. 11 Eylül’den sonra Müslüman olanların çoğu “terörü emreden dini” merak edip araştıran, böylece İslâm’ın gerçek yüzünü görerek bu dini tercih eden insanlardır. İşte bu merak ve ilgi din eğitimcileri için bir fırsat oluşturmaktadır. Din eğitimcileri insanlardaki bu ilgi ve merakı değerlendirerek gerçek İslâm’ı tanıtma fırsatını yakalayabilirler.

 ART NİYET VE CEHALETLE DİZİLER ÇEKİLİYOR

Türkiye’deki son 5 yıllık geriye doğru bakarsak dizileri de değerlendirebilir miyiz?.. Mümkünse eğer örnek vermek imkânınız varsa sevinirim… Dine karşı nasıl bir bakış var. Din veya İslamı anlamadan yapılan diziler var… 
Sektörde ortaya çıkan din ile ilgili problemlerin iki sebebi olduğunu düşünüyorum: art niyet ve cehalet. Genel olarak din konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan yönetmen ve senaristlerin elinden çıkan film ve dizilerde ciddi problemler ortaya çıkabilmektedir. Bu problemi çözmenin yolu da aslında çok kolay. Yapımcılar ilahiyatçı danışmanlardan destek alarak problemli hususları düzeltebilirler.

Sektördeki bazı kişilerin ise art niyetli olarak hareket ettiklerini düşünüyorum. Örneğin Avrupa Yakası dizisindeki karakterlerin isimlerini ele alalım. Sosyo ekonomik yönden yüksek sınıfta bulunan karakterlerin hiçbirinin ismi dini referansa sahip değil. Hatırlayacak olursak bu karakterler Aslı, Volkan, Selin, Yaprak, Cem isimlerini taşıyor. Bu gruba sadece Fatma ismi Fatoş olarak girebilmiş. Dizinin sosyo ekonomik yönden düşük olan ve alay edilen karakterleri ise tamamen dini referansa sahip isimlerden oluşuyor: Burhan, Gaffur, İzzet, Sacit, Zeynep, Tacettin. Elbetteki bu durumun yanlışlıkla oluştuğunu Kabul edemeyiz. Kasıtlı olarak oluşturulmuş bir imaj söz konusu.

MUHSİN ERTUĞRUL İLK DİN VE DİNDARLIĞIA  HAKARET EDENDİR

Bir zamanlar Şaban ismi de bu şekilde kullanılmadı mı hocam?
Dini referanslı isimler içerisinde en muzdarip olanı ise Şaban ismidir. Müslümanlarca kutsal kabul edilen ve erkek çocuklarına ad olarak verilen bu isim günümüzde itibarını kaybetmiştir. 1960’lı yıllarda yılda yaklaşık 3000 bebeğe bu isim verilirken “Hababam Sınıfı” ve diğer bazı filmlerin etkisiyle 2008 yılında sadece 225 bebeğe Şaban adı verilmiştir. Diğer bir çok dini referanslı isimde de durum aynıdır. İki isme sahip olan çocuklar dini referanslı olan isimlerini tercih etmemekte, bu isimlere karşı cephe almaktadırlar. 

Yeşilçam filmleri dediğimiz 1976 ve sonrasına baktığımız zaman belki daha öncesini de alabiliriz savaş filmi hariç imamlar hep kötü sarıklı ve uzun sakallı gösterilirdi. Maalesef bu izlenim bilinçaltına da yer etmiş durumda… Bunun sebebi sizce nedir bilinçli olarak mı imamlar kötü gösterildi o zamanlar.

Türk sinemasında son yıllara kadar din adamı hep kötü bir imajla sunulmuş, din ise geri kalmanın sebebi olarak gösterilmiştir. Dünya sinemalarında dine karşı negatif tutumlar kadar pozitif tutumlar da görülürken Türk sineması ideolojik sebeplerle pozitif bir bakış açısına hiç sahip olamamıştır. Bu ideolojinin gayesi yeni rejimi ayakta tutmak adına eskiyi hatırlatacak her şeyi yok etmeye çalışmak olmuştur. Eskinin ise hemen bütün değerleri din ile sıkı bir irtibat içinde oluşmuştur.

Tek partili dönemde sanırım bu saldırı daha da arttı sanki ?
Tek Partili dönemin “Tek Yönetmen”i olan Muhsin Ertuğrul eskiyi gözden düşürme görevini ilk yüklenen yönetmen olmuştur. Bu nedenle Türk sinemasında din, dindar ve din adamı namına kullanılan bütün olumsuz klişeleri icad eden Muhsin Ertuğrul’dur. Musahipzade Celal‘in  tiyatro eseri “Aynaroz Kadısı”nı 1938 yılında sinemaya uyarlayan Ertuğrul, böylece “rüşvetçi, hilebaz, şehvet düşkünü ve haklının değil kudretlinin yanında saf tutan din adamı” şablonunun Türk sinemasındaki ilk örneğini ortaya koymuştur. Hemen ertesi yıl çektiği “Bir Kavuk Devrildi” adlı filmi ile de etkisi yıllarca sürecek olan menfî tutumunu devam ettirmiştir.

Bunların dışında da birkaç örnek film ismi alabilir miyiz?

Ateşten Gömlek (1923), Ankara Postası (1928), Bir Millet Uyanıyor (1932) gibi filmler yeni rejimi sağlama almak için insanları  padişahçılar-Kuvay-ı Milliyeciler diye ikiye ayıran bir çizgiyi ortaya koyar. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunda Atatürk’ün yanında yer alan din adamları, öyle bir manzara vermese bile, sinemacılara göre dindar insanlar hep saltanatçı ekiptedir.

Vurun Kahpeye‘de sunulan Hacı Fettah tiplemesi, zaman içinde bir girdaba dönüşür ve tarihi gerçekleri bile tahrif eder. Bu dönemin filmlerinde eskiyi temsil eden hacı, hoca, kadı karakterleri “hain, işbirlikçi, yalancı, düzenbaz” vb.’dir. Yeniyi temsil eden öğretmen, doktor, mühendis ise “vatansever, çalışkan, dürüst” insanlardır.

Sonraki yıllarda olumlu bir gelişme oldu mu özellikle 70’li yıllarda durum nasıldı?

Sonraki yıllarda da dindar tiplemesi adına olumlu bir gelişme yaşanmaz. 1970 ve 1980’li yıllar boyunca dindar karakterler sinsiliğin, üçkâğıtçılığın, yobazlığın, örtülü bir şehvetperestliğin simgeleri olarak onlarca filmde boy göstermişlerdir. Örneğin Halit Refiğ’in Teyzem(1987) adlı filminde dindar olan karakter üvey kızına hem şiddet uygulamakta hem de cinsel tacizde bulunmaktadır.

Kemal Sunal ve Şener Şen gibi usta oyuncuların rol aldığı  filmlerde neredeyse bütün dindar tipleri aynıdır. Bu filmlerde ev sahipleri dindardır ve kiracılarını sömürür, toprak sahipleri zalimdir, muhafazakârdır ve insanların hakkını yer, dindar görünen patronlar işçilerinin alacağı üç kuruşa göz dikmiştir. Bütün fitneyi köye salan, milletin malında mülkünde, ırzında gözü olan hep ‘hacı-hoca-dindar’ olan kişilerdir.

Bir kesimde din afyondur yalanını işliyor filmlerinde değil mi?

Özellikle sol kesimin yaptığı filmlerde dindar tiplemelerine yoğun bir şekilde vurgulanan din karşıtlığı da eklenir. Bu filmlerde Din, komünizmin klasik sloganlarıyla ‘egemen güçler’ tarafından ‘halkı uyutmak amacıyla sunulan afyon’ ve ‘geriliği temsil eden’ değerler olarak sunulmuş; din adamı ve dindar insanlar da halkın ezildiği sistemde hep güçlüden yana yer almıştır.

25.KAREYE DİKKAT !

 25 kare konusundaki görüşlerinizi merak ediyorum hocam, bilinçaltını etkilemek için, batı bunu biliyor ama bizim sinemacılarımız da bunu kullanıyor mu?

  “Bilinç dışı olmakla birlikte, dilendiğinde kapsamındakilerin bilince çağrılabildiği zihin bölgesi, şuuraltı, tahteşşuur” olarak tanımlanan bilinçaltı, bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları içerir. Bilim adamlarının genel kanaatine göre, insan beynine gelen verilerin ancak binde biri bilinç seviyesinde algılanıp, işlenebilmekte geri kalan veriler bilinçaltı tarafından algılanmakta ve kaydedilmektedir.

Bilinçaltına mesaj vermek için genellikle üç yöntem kullanılmaktadır. Bu üç yöntemde de dikkatleri çekmek için doğum ve ölümle ilgili yazı, sembol ve görüntüler kullanılmaktadır. Çünkü bazı  psikologlara göre insan en çok hayatın başlangıcı (doğum/cinsellik) ve hayatın sonuna (ölüm/şiddet) ilgi duymakta, bunlarla ilgili şeyler daha çok dikkatini çekmektedir. Bu yöntemlerden biri de 25. Kare tekniğidir.

İlk olarak uzun yıllar önce Takistoskop adı verilen cihazla uygulanan bu yöntemle bilincin algılayamayacağı hızda yazı ve görüntüler verilmekte ve bunlar bilinçaltı tarafından algılanarak insan davranışları üzerinde etkili olmaktadır. Sinema filmlerinde 1 saniyelik görüntü 24 kareden (fotoğraftan) oluşmaktadır. Fakat insan beyni bu 24 kareyi ayrı ayrı algılayamamakta, hepsi birden insan beyninde bir devamlılık duygusu oluşturmaktadır. Hepsi birbirinin devamı olan 24 kareye farklı bir kare eklendiğinde bu 25. kare insan beyni tarafından algılanamamaktadır.

Bilinçaltına yönelik olan mesaj 25. kareye yerleştirilmekte ve bu mesaj ancak yavaşlatılmış şekilde izlenildiğinde fark edilebilmektedir. Örneğin “The Lord of The Rings” (Yüzüklerin Efendisi), “Minority Report” (Azınlık Raporu) ve “Fight Club” (Dövüş Kulübü) gibi birçok filmde bu teknik kullanılmıştır.

Bilinçaltı mesajları tespit etmek çok zordur. Bu nedenle herhangi bir filmde bilinçaltı mesajın olmadığını iddia etmek için her saniyesini yavaşlatılmış olarak izlemek gerekir. Böyle bir araştırma yapma imkanım olmadığı için Türk filmlerinde bilinçaltı mesajın olup olmadığını söyleyemem.  

En son Hz Muhammed s.a.v kötü anlatan bir film yüzünden 110 Müslüman öldu, yani tepki verelim derken kendimize zarar verdik bu doğru mu hocam tepki bağırarak ya da öldürerek mi olmalıydı… Karşı film yaparak, olsa daha iyi değil miydi?
 
Ortaya konulan tepkiler filmi amacına ulaştırmış oldu. Filmin amacı provokasyondu ve ortaya konulan şiddet görüntüleri provokasyonu amacına ulaştırmış oldu. Böyle bir hakarete tepkisiz kalmak elbetteki düşünülemez. Ama tepkilerimiz devlet adamları, gazeteciler, akademisyenler tarafından dile getirilmeliydi. Hatta bu olay Efendimiz’i (sav) anlatmak için bir fırsata da dönüştürülebilirdi.

Film aslında geçen yıl çekilmiş ve temmuz ayında Arapçaya çevrilerek internete servis edilmiştir. Ama olaylar sonradan patlak verdi. Aslında bu olay Amerikan iç siyaseti ile ilgiliydi ve Obama’yı zor durumda bırakmayı hedef alıyordu. Biz bu şiddet olayları ile Amerikan iç siyasetine alet edilmiş olduk.   

Yine yukarıda adı geçen filmi izlediniz mi bilmiyorum ama kare kare üzerinden geçtim özellikle ve sakalından, kılık kıyafete kadar inceledim büyük bir savrukluk var, ciddiyetsizlik var bunu acaba bilerek mi yaptılar yoksa gerçekten batı bilmiyor mu İslamı?

Filmi izlemedim ve izlemeyi de düşünmüyorum. Filme her tıklayışımızda reytingini artırıyor, biraz daha gündeme taşıyoruz. Filmde bahsettiğiniz özensizlikler varsa bunlar kasıtlı olarak izleyenleri biraz daha kışkırtmak için yapılmıştır.  

Türk izleyicisine mesajlarımız nedir hocam?

  Bu soruya verilecek cevap belki sayfalar dolusu olabilir. Ama ben onun yerine kendi uyguladığım ve memnun olduğum bir tavsiyede bulunacağım. Eğer çocuklarınız varsa ve bu çocuklarınızı istikamet üzere eğitmek istiyorsanız TV’nin fişini çekmeyin ya da kapatma düğmesine basmayın. Onu tamamen evinizden uzaklaştırın. Ben evimdeki TV’yi kaldırıp kutusuna koydum. 4 yaşındaki kızıma bilgisayarımdan daha önce izlediğim ve izlemesinde sakınca görmediğim çizgi filmleri izletiyorum. Bunu da her anne babaya tavsiye ediyorum.