Yetimin olmadığı sofra bereketsizdir

Ramazan Günlügü
O ailemizin hocası. Milyonlarca seveni her Ramazan onun sohbetini dinliyor hem de can kulağıyla. Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun Ramazan’da atv ekranlarında yayınlanan sahur ve iftar program...
EMOJİLE

O ailemizin hocası. Milyonlarca seveni her Ramazan onun sohbetini dinliyor hem de can kulağıyla. Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun Ramazan’da atv ekranlarında yayınlanan sahur ve iftar programlarının yapıldığı Sultanahmet Meydanı dolup taşıyor. Sorulan sorular, anlatılan konular her Müslüman’ın ilgisini çekiyor. Hatta yurtdışından gelen Fransız ve İngiliz sevenleri de Nihat Hoca’yı dinlemek için Sultanahmet Meydanı’na akın ediyor. Milyonların “Ailemizin hocası” dediği Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu ile Sultanahmet’te buluşup Ramazan ayının faziletini, Asr-ı Saadet’te Ramazan’ın nasıl olduğunu, programını ve hayatını Sabah’a konuştuk. 

– Günümüzde din yaşanılan değil, konuşulan bir hal aldı sanki. Ramazan da yeme-içme merkezli gelişiyor gibi. Ramazan için hep paylaşım ayı denilir. Günümüz insanları için Ramazan anlamını yitirdi mi sizce? 

– Eskiden dindar bir kesim Ramazan’a ilgi duyarken şu an Ramazan ibadetinin toplumun bütün bireylerini kapsadığı bir dünyayı yaşıyoruz. Belki yıllardır üstü örtülmüş bir anlayıştı bu. Namazını kıl, camiye git ve evine çekil anlayışı hâkimdi. İslam’ı hayattan dışlamak mümkün değil. Artık halkın her kesimi dinini keşfediyor, İslam’a yöneliyor. Bence din şu an daha doğru anlaşılıyor ama eksiğimiz birçok şeyin bilinmesine rağmen dinin tamamen yaşanmıyor olması ve tatbik edilmemesi. Ne yazık ki egolar vahyin üstünde tutuluyor. Deniyor ki: “Allah belli bir alanda konuşsun ama belli bir alanda sussun.” Böylece Allah’a din dayatılıyor. Zaten Allah bir ayetinde “Siz Allah’a din mi öğreteceksiniz?” diyor. Kendi alanını sonsuza açmaya çalışırken istediği tarzda yaşamaya gayret gösterenler var. Allah’ın hayata müdahale etmesi istenmiyor. Herkesin bu yüzden samimiyetle öze yeniden dönmesi ve “Nerede yanlış yapıyoruz?” diye bakması lazım.

– Asr-ı Saadet’teki Ramazanlar ile günümüzdeki Ramazanlar arasındaki farklar neler peki? 

– Hz. Peygamber dönemindeki her şeyi günümüzde bire bir görmek zordur. Çünkü orada takva, ihlas, züht ve samimiyet vardı. O dönem kişi muhtaç olsa bile kendinden daha muhtaç olana hizmet eder, Müslüman kardeşini kendinden daha makbul görürdü. Bu duygular bugün için söz konusu değil. Dünya Müslümanları zekatlarını bile tam ödeseler, dünyada ihtiyaç sahibi kalmaz. Geçtiğimiz günlerde Suriye’den Türkiye’ye 3 bin insan daha giriş yaptı. Suriye’den Arap ülkelerine giriş söz konusu değil. Etrafımızda büyük zengin ülkeler var, petrolle oynayan, büyük sermayeleri olan ülkelerin dini İslam değil mi? Elbette ki İslam. Peki niye duyarsızlar? İşte bu genel duyarsızlık Asr-ı Saadet dönemine ne kadar uzak olduğumuzun göstergesi. Dünya Müslümanları derin bir suskunluk yaşıyor; Keşmir’de, Arakan’da diri diri yakılan insanlara karşı suskun oldukları gibi kendisine dokunulduğunda bağıran ama başkasına dokunulduğunda bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen bir zihniyet bu. Müslüman, dünyanın hangi tarafında bir halk mazlum olursa onun yanında yer alması gerekir. Müslümanca bir bakışa ihtiyaç var. Zalim zulmünden vazgeçinceye kadar onun önünde durmak lazım. Asr-ı Saadet işte öyle bir dönemdi. Bugün bunu vurgulamaya çalışan kişiler var ama yeterli değil. 

KUR’AN AYETLERİNİ UYGULAMALIYIZ 

– Ramazan ayında indirilen Allah’ın kelamı Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla idrak edip anlıyor muyuz? 

– Hz. Ömer diyor ki: “Biz Bakara süresini şu kadar yılda öğrendik.” Bunu derken okuduğumuz her ayeti hayatımıza tatbik ederdik demek istiyor. Günümüzde ise beyin jimnastiği yapmak için ayetler okunuyor. Ayetleri birbirini mağlup etmek için kullananlar var. Bu Allah’ın muradı değildir. Allah’ın muradı o ayetleri okumak, doğru tatbik etmek ve o ayetleri hayata uygulamamızdır. Mesela “Herhangi biriniz kardeşinizin ölü etini yemek ister misiniz?” ayetini okunduğunda, henüz sözü dahi bitmeden birinin gıybeti yapılabiliyor. İnternette birinin hakkında suizanla kötü sözler kullanılabiliyor. Bu Kur’an-ı Kerim’in yaşanmaması demektir. Ramazan ayında kendi nefsimizi ve başkasını davet ettiğimiz şey Hz. Muhammed (s.a.v) ve onun ashabı gibi Kur’an ayetlerine bakmak ve o ayetleri uygulamaktır. Ama sadece beş vakit namaz kılmakla, zekat vermekle cennetin anahtarının elde edilebileceği zannediliyor. Halbuki ayeti kerime diyor ki: “Hiç hesaba katmadığınız şeylerden sorgulanacaksınız!” Bunları düşünmek ve yeniden sorgulamak gerek.

– Hz. Peygamber ile sahabeler arasında Ramazan’da nasıl bir sosyalleşme vardı, Ramazan’ın fazilet ve hikmeti hayata nasıl yansıyordu? 

– Hz. Peygamber Ramazan ayında bütün bir geceyi hele de Ramazan’ın son 10 gecesini itikaf ve ibadet bütünlüğü içerisinde geçirirdi. İftar vakti ise Mescid-i Saadet’te Suffa’daki Sahabe-i Kiram’a yemek temin ettirirdi. Çünkü Suffa Hz. Peygamber’in kurduğu ilk üniversitedir. Buradan yetişenler diğer beldelere dini öğretmek için giderlerdi. Buranın tüm giderlerini de Hz. Peygamber karşılıyordı. Sahabenin zenginleri arasında olan Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Cafer gibi isimlere “Öğrencileri yemeğe götürün!” derdi. İftarlarında ezan vakti girdikten sonra suyunu içtiği, hurmasını yediği ve sonra namazı kıldırdığını biliyoruz. Ama bugünkü gibi mükellef bir sofra, her tarafa siyaret etmiş bir Ramazan sofrası değildi. Daha kalbe dokunan, etrafını gözeten, komşusunu düşünen ve mütevazı bir Ramazan yaşanıyordu. Zaten “Yetimin ve ihtiyaç sahibinin davet edilmediği sofra bereketsiz bir sofradır” der Hz. Peygamber. Günümüzde sofralar çok daha çeşitlendi, zenginleşti ama zenginliği kazanırken özü yitiriyoruz, dikkat etmek gerekiyor.

– Ramazan diğer İslam ülkelerini hatırlayıp bağ kurmaya vesile olmalı mı, oluyor mu? 

– Müslüman güçlü, zengin, ileri hamle yapan olmalı. Müslüman ülkeler ekonomisinde, asker gücünde bütün ülkelerden daha güçlü olmalı. Ama bize uzun yıllar sadece “Emir alın!” denildi. İslam ülkeleri de maalesef ortak bir güç ve hareket tarzı oluşturamadı. Başkalarının emri neyse onu yapmaya çalıştılar. Yeni yeni İslam ülkeleri akıllanıp gözlerini açtıklarında da bu sefer ülkelerinde kargaşa ve kaos çıkarmaya başladılar. Bağ kurma adına Ramazan ayı büyük bir fırsattır. Ayrıca hacın anlamı da bu değil midir? Ama hacca gidildiğinde sadece değişik renk ve ırkta insanları görüyoruz. Onların nasıl idare edildikleri, hangi sıkıntıları, çileleri, dertleriyle hacca geldiklerinden haberimiz bile yok. Halbuki hac bir kongre anlayışıyla yapılsa bağ kurulması açısından her şey çok farklı olabilirdi. Bu ancak İslam ülkelerinde fıkıh, siyaset, ekonomi gibi alanlarda otoritelerin çıkması ve Müslümanların güçlerini birleştirerek hal olacak bir sorun.

– Oruç insana ne katıyor, ne öğretiyor, oruç ibadetinin gayesine ve manevi kazançlarına vakıf mıyız? 

– Oruç dili, kalbi, gözü tutmak, organlara hâkim olmaktır. Bizim dışımızda bir dünyanın olduğunu hissetmektir. İçimizde doğan ve arzu ettiğimiz her şeyi tüketmemektir. Çünkü yüce Allah bizimle meleklerine karşı “Kullarım benim rızam için bu sıcakta su içmiyor, yemek yemiyor!” diye övünürmüş. Allah ile böyle bir iletişim imkânımız var. Allah’a en yakın olunan an secde anıdır. Ramazan secdeye en çok vardığımız bir aydır. Ramazan’ı tövbe etmeye ve dönüş yapmaya bir fırsat olarak görüyorum. Ramazan’ın en önemli mesajı, 11 ay boyunca savrulmuş olan insanlara “Gelin kapı burası!” demektir. 

BİRÇOK İNSANIN MÜSLÜMAN OLMASINA VESİLE OLDUM

– Yine atv’desiniz. İnsanlar Sultanahmet’i ve ekranda sizi neden tercih ediyor, bu sevgiyi neye bağlıyorsunuz? 

– Dine hizmet etmekten ve bunu Allah için anlatmaktan başka gayem yok. Allah’ın kullarını Allah ile buluşturmak tebliğdir. Ben de ekranda insanlar hakkında yargıya varmıyorum. Zaten kendim için davetçi diyorum. Ramazan dışında dünyanın hangi yerinde olursam olayım beni gören “Ailemizin hocası” cümlesini kullanıyor. Bu onur verici ve sevindirici. Halk ekranlarda neye inanıyorsam onu söylediğimi gördü. Allah bir şeye müsaade etmişse onu aktardım hep. Eğer bir konu hakkında iki yol varsa meşru olanı gösterdim. Zorlaştıran değil, kolaylaştıran olmayı tercih ettim. Her Ramazan’da Sultanahmet’e binlerce insan geliyor. İngiliz, Fransız misafirlerimiz de oluyor. Sultanahmet’te iki saat boyunca kalkmadan oturup seyrediyorlar ve büyük bir haz alıyorlar. Gelenler arasında Elhamdülillah birçok kişinin Müslüman olmasına da vesile oldum. Birkaç yıldır Sultanahmet Meydanı’nda halkın içinde olmayı istedim. Camii içinde program yapmayı düşünmedim. Formatımız gereği meydanda olmak gerekiyor. Ramazan da Sultanahmet’te bir başka güzel kutlanıyor, burası bir kültür haline de geldi. Artık Ramazan’ın değişmeyen önemli göstergelerinden biri Sultanahmet’teki bu kalabalık… 

– Çocuk ve gençlerle iletişiminiz iyi. Bu iletişimi kurarken özel olarak dikkat ettiğiniz bir şey var mı? 

– Dinde ne varsa onu söylüyorum. Herkes alacağını alıyor. Hz. Peygamber İslam’ı anlattığında 10 yaşındaki Hz. Ali de, 42 yaşındaki Hz. Ebubekir de tabi oldu. Hz. Peygamber çocukla çocuk büyükle büyük oldu. Ben de onun metodunu takip ediyorum. Türkiye’de her ailede beni dinleyip etkilenmiş ve namaza başlamış, içkiyi bırakmış, haramdan vazgeçmiş birileri illa var. Toplum vesile olduğumu biliyor. Annemin hocası, ninemin hocası, abimin hocası, teyzemin hocası diye adlandırıyorlar beni. Fani hayatta böyle bir iz bıraktıysam, bu benim için büyük bir nimet ve şeref… 

YÜZLERCE MEKTUP ALIYORUM

– Ramazan boyunca iftar ve sahur programlarınız yoğun bir tempoda geçiyor, bu gücü nereden buluyorsunuz? 

– Gece konferanslarımız da oluyor, Ramazan’da Türkiye’nin her tarafından özel ihtiyacı olanlar bu konferanslara geliyor. Hanımıyla kavga etmiş ve küsmüş olan eş, “Beni eşimle barıştır” diye geliyor, borcu ya da başka problemi olan da geliyor. Sultanahmet’te elden yüzlerce mektup alıyorum. Her türlü insan var burada; Ben Mehdiyim diyen de var, ben deliyim diyen de ciddi problemi olan da var. Asla yargılamıyorum ve “Hayır git” demiyorum. Herkesin başımın üzerinde yeri var ve onların duası, onların güler yüzleri bana güç katıyor. Sahur ve iftar için sahneye adım attığımda o insanların yüzündeki güler yüzü görünce her şeyi unutturuyor bu bana. 

– Yolda yürürken bile zorlanıyorsunuz, bu popülerlik zorlamıyor mu sizi? 

– Hayır, zorlamıyor. Çünkü bu ilgi bana değil, Kur’an ve Hz. Peygamber’e gösterilen bir ilgi. Bunun farkındayım. Bu farkındalıktan dolayı hayatımda hiçbir şey değişmedi ve değişmeyecek. Ne benim, ne de çocuklarımın hayatında bunların hiçbirinin yansıması olmamıştır, olmaz! Hepimiz kendi halimizde, kendi kabuğumuzda mütevazı bir hayat yaşıyoruz. Herkes gibi bizde evimizde oturuyoruz. 

– Bunca yoğunluğun arasında ailenize vakit ayırabiliyor musunuz peki? 

– Ancak haftada bir gün evde kalıyorum. Haftanın altı günü dışarıdayım ama bu yoğun tempoda yaptığımız sohbetlerin, konferansların ve panellerin etkisini toplumda görüyorum. Yaşım 60’a geldi. Bazen “Yeter artık, çekil kenara!” diyorum. Ama insanların ihtiyacını görünce duramıyorum. 

BİR SORU BİN KERE DE SORULSA YANITLARIM

– İnsanların soruları hiç bitmiyor, ilginç sorularda çokça soruluyor. Sürekli aynı soruların sorulduğu da oluyor. Bu bir cevap beklentisi mi, yoksa her şeyi çok sık mı unutuyoruz? 

– Soruların tümünü makul görüyorum. Çünkü ihtiyacı var ki soruyor. Laf olsun diye sormadığına inanıyorum. Bir soru bin defa da sorulsa bin defa da cevap veririm. Her şeyin olumlu yönünden bakmak benim metodum. Ayrıca bana sormasa yine de o aklındaki soruyu başka bir arkadaşa soracak ve sormalıdır da. Dinin sorulması büyük bir nimettir. Çünkü yaşanması için bir kapı açmaktır bu. 

– İlginç sorular gelince kalakaldığınız oluyor mu hiç, o an ne hissediyorsunuz? 

– Mahrem sorular vardır. Onlara çok muhatap olmak istemiyorum. Ama canlı yayın olduğu için müdahalede edemiyorsunuz. Sorulduğunda da “Cevap verirken, kimseyi kırmadan ama doğruyu söyleyerek nasıl bir cevap vermeliyim?” diye düşünüyorum. Geçen yıl 16 yaşındaki genç bir kız yabancı bir pop müzik sanatçısının posterini odasındaki duvara astığını ve günah olup olmadığı ile ilgili bir soru sormuştu. Bu gence “Haramdır, zinhar yapma!” derseniz, gençle ortak dili oluşturamazsınız, onu Ramazan’dan soğutursunuz. Ben de ona vazgeçmesi gerektiğini daha makul bir dille anlattım; o memnun kaldı, herkes memnun kaldı ama doğruyu da söylemiş oldum. 

30 ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİNE BURS VERİYOR

– Yakın zamanda Ankara’da dört katlı bir binada eğitim için İslam ilimlerinin öğretildiği bir merkez açılacağını ve öğrencilerin ücretsiz bir şekilde eğitim alacağının duyumunu aldık, ayrıca Diyarbakır’da 30 öğrenciye ve başka yerlerdeki öğrencilere burs verdiğinizi duyduk doğru mu bu? 

– Bu tür sosyal faaliyetlerim çoğunlukla var ama bunları pek paylaşmıyorum. Bunlar özel şeyler ama Diyarbakır’da ve başka yerlerde öğrenci kardeşlerimize gücüm yettiği kadarınca burs veriyorum 30 kardeşimize ve başka öğrencilere burs vermeye, ihtiyaçlarını karşılamaya gayret ediyorum ama bunun ötesinde birçok hizmete de vesile olmaya çalışıyorum. İnsanları ihtiyaç sahipleriyle buluşturuyorum. Ankara’da açılacak olan merkeze gelince bu uzun soluklu bir düşünceydi. Ankara Gölbaşı’nda resmi kurumlara bağlı bir tür akademi hizmeti verilecek olan, dört katlı ve geniş mescidi olan bir bina yaptırdım. Yatılı akademiye 200 öğrenci kayıt olacak ve herhangi bir ücret de talep etmeyeceğim. Öğrencilerin her tür giderleri bana ait olacak. Öngörümüz en az dört-beş yıllık bir eğitim vermek. Kur’an-ı Kerim eğitimi ve İslami ilimleri öğrenirlerken öğrenciler isterlerse imam hatip okuluna ya da ilahiyat bölümüne de devam edebilecek. Hedefim dini ilimlerle ilgili herhangi bir kitabı açtıklarında bir alim kadar her tür bilgiye hakim gençlerin yetişmesi. 

– Siz de bu akademi de ders verecek misiniz? 

– Haftada bir defa talebelerle görüşüp onları teşvik edeceğim. Dört-beş öğretmenimiz eğitim verecek ve onlarında giderlerini de karşılayacağım. Yatılı akademide öğretmenlere lojman yaptırdım ki birebir öğrencilerle ilgilenebilsinler. Şimdilik sayı 200 ama daha sonra ek binayla o sayı çoğalabilir. Ayrıca Hacıbayram’da da şu anda küçük bir yerimiz var; 25 öğrenci eğitim görüyor. İstanbul ve farklı şehirlerde de bu tür hizmetlere devam ediyorum. Bizim istediğimiz Kur’an ve sünnete bağlı, sahabeye, mezheplere, tasavvufa, ecdada saygısızlık yapmayan, gayesi Allah ve Hz. Peygamber olan bir nesil. Bunun için gayret ediyorum. Gerekirse akademideki konferanslarıma içki içen, kumarbaz olan, ateist, deist ne derseniz değin, hangi düşünceden olursa olsun insanlar gelecek ve onlarla sohbetler gerçekleştireceğim. Kapalı bir kutu gibi çalışmayacak, herkese açık olacak. Ayrıca benzerini Ankara’nın Bağlum ilçesinde annemin gömülü olduğu mezarlığın bitişiğindeki bir arazide yapmayı düşünüyorum. Burası genç kadınlar için açılacak bir akademi olacak. O akademide de Kur’an ve sünneti bilen, İslam’ın temel kaynaklarına inebilen genç kadınlarımız yetişecek. Hepsini de annem ve babamın hayrına yapıyorum. Zaten erkek akademisinin adını da babam Haydar Hatipoğlu’nun adını verdim.