Sahabe neden birbirine düşman oldu?

Ramazan Günlügü
Doç. Dr. Niyazi Beki’nin Karar gazetesindeki yazısı… SORU: Müslümanların bölük pörçük ayrıldığını, bir birlerine düşman olduğunu 47 senelik ömrü hayatımda sürekli yaşadım. Allah, Kur’...
EMOJİLE

Doç. Dr. Niyazi Beki’nin Karar gazetesindeki yazısı…

SORU: Müslümanların bölük pörçük ayrıldığını, bir birlerine düşman olduğunu 47 senelik ömrü hayatımda sürekli yaşadım. Allah, Kur’an’da kardeşliği emrettiği halde neden böyle oluyor? Peygamberimizin (asm) hemen vefatından sonra sahabelerin bile birbirlerine ölesiye düşman olmasının sebebi nedir? İslamın uygulamada sorunları mı var? Burada kusur ya da eksiklik nerede?

CEVAP: a) İman edenler bilirler ki, Kur’an Allah’ın kelamıdır. Allah’ın kelamında noksanlık ve kusurun olmadığını idrak etmek de imanın gereğidir.

b) Burada “hangi eksikliktendir?” sorusunun bir tek cevabı vardır: “Bu eksikler ya -haşa yüzbin defa haşa-Allah’a aittir. Yahut da insanlara aittir.” Birinci şık muhal olduğuna göre, ikinci şıkkı kabul etmek aklın gereğidir.

c) İnsanlar bir imtihana tabi tutulmuş ve kendilerine sorular sorulmuştur. Bu soruların asıl kaynağı Kur’an ve onun hakiki bir tefsiri olan nebevi sünnettir.

İmtihan sorularının kaynağı olan Kur’an ve sünnette bazı soruların kolay bazılarının zor bazılarının çok zor olması, imtihanın olmazsa olmaz şartıdır. Çünkü, insanlar bu imtihana göre cennete terakki edecekleri gibi, cehennme de sukut ederler. Ayrıca her iki yurtda da farklı dereceler vardır. Mükâtlar farklı olduğu gibi, cezalar da farklıdır. Bu farklılık, imtihana girmiş insanların gösterdiği başarının veya başarısızlığın boyutunu gösterdiği için olması gereken bir adalet ölçüsüdür.

d) Bir çekirdekten bir ağaca kadar, bir kıvılcımdan tutun ta bir güneş ve aya kadar olan mesafede ne kadar farklı dereceler varsa, imtihana tabi tutulmuş insanların başarı veya başarısılıkları arasında da bu kadar deceler vardır. Bunun bir sonucu olarak, basit bir kâfirin yanında, Nemrut,Firavun, Ebucehil  gibi inkârcılar da münasip yerlerini almışlardır. Keza, alalade vasat müminlerin yanında, İmam Gazali, İmam Rabbani, Bediüzzaman gibi müminler de başarılı olmuşlardır. Elbette bu başarılar gibi başlarısılıklar da oldukça farklıdır ve hakettikleri de çeşit çeşittir.

e) İşte bu ve benzeri sebeplerden ötürü Kur’an’da, manası zor anlaşılan müteşabih ayetler, farklı yorumlara açık ifadeler yer almıştır. İşte bu farklı anlayış  ve yorumlar, farklı düşünce ve zihniyetlerin ortaya çıkmasını netice vermiştir. Bu farklı zihniyetlerde de farklı tutum ve davranış biçimleri ortaya çıkmıştır. Bunlardan sırat-ı müstakimde yürüyen cadde-i kübra sahipleri Ehl-i sünnet olarak bilinir. Şüphesiz bu büyük cemaat içinde de farklı düşünceler vardır. Ancak, prensip olarak hadiste ifade edilen “ümmetim dalalette birleşmez” hükmü bunlara bakar. Bu  çizginin dışına çıkanlar hem dünya hem ahiret konusunda kusurlara ve zararlara sebebiyet vermişlerdir. “Beraberindeki müminlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğu ol!”(Hud, 11/112) mealindeki ayetin zırhına bürünenler hem Hakka hem halka güzelce hizmet etmişler. Bu kalenin dışında kalanlar nefs-i emmareye, insi ve cinni şeytanlara yem olmuşlardır.

f) Müslümanları değerlendirirken, adalet ölçüsünü kaçırmamak büyük önem arz etmektedir. Bu ölçülerden bazıları şöyle sıralanabilir…

TARİHİ OLAYLAR ÇARPITILIYOR

Birincisi: İslam  tarihi boyunca yapılan bazı hatalaları yanyana getirip bakıldığında, binbeşyüz yıllık bir tarihin tamamen kötü imiş gibi bir imaj ortaya çıkar. Bu ise, tamamen cerbeze ve demagojidir. Üstadın belirttiği gibi, bir adamın yıllarca attığı tükrüğünü bir anda atılmış gibi tasvir edilirse, adam içinde boğulur.

İkincisi: Yine Risale-i Nurda ifade edildiği gibi, Allah kıymet günü mutlak adaleti dağıtırken, insanların iyi tarafıyla kötü tarafını değerlendirir. Şayet çok az bir farkla iyilik tarafı ağır gelirse Allah katında o kişi iyi kabul edilir. İslam tarihini bu ölçüye göre değerlendirildiğinde müslümanların diğer insanlardan, İslam aleminin de diğer ülkelerden çok üstün ve daha faziletli olduğu görülecektir.  Aslında “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz.(20) İyiliği teşvik eder, kötülükten sakındırır, Allah’a hakkıyla iman edersiniz”(Al-i İmran, 3/110) mealindeki ayette İslam ümmetinin diğerlerinden daha hayırlı olduğu Allah tarafından bildirilmiştir. Bunun aksini iddia etmek bu ve benzeri ayetlerini sarahatını incitmek anlamına gelir.

Üçüncüsü: Din düşmanlarının bir kısım tarihi olayları çarpıtarak yanlış yorumlayarak tarih kaynaklarına yazmışlardır. Bunların bu artniyetli ve de sinsi yorumlarına göre bu olaylara bakmak, büyük bir hatadır. İlk hilafet meselesi, Cemel ve Sıffin vakları bunlardan bir kaçıdır. İslam ümmetinin başsız kalmaması için gösterilen çabaları “makam -mevki kavgası” gibi göstermek önyargılı bir yaklaşım, yanlış bir yorum ve büyük bir iftiradır. Keza bir içtihadın sonucu olan Cemel vakasını “Hz. Ali ile Hz. Aişe arasında eskiden beri var olan bir husumetin sonucu” gibi göstermek art niyetli değilse, büyük bir cehalet ve hamakatin eseridir.  Keza, Sıffin olayını yalnız “saltanat kavgası” olarak görmek, Abdullah b. Sebe gibi Yahudi kökenli kimselerin de içinde bulunduğu bir fitne fesat şebekesini, göz ardı etmek ciddi bir hatadır.

Dördüncüsü: “Hiç bir suçlu başkasının suçunu yüklenmez” mealindeki ayetin hükmü gereğince, bazı fertlerin hataları yüzünden onların bağlı oldukları cemaatlerini de suçlu saymak büyük bir zulümdür. İslam aleminde bir kısım yöneticilerin hatalarını bütün yöneticilere teşmil etmek, yahut insan olarak bazı insanların yaptığı kusurları bütün müslümanlara mal etmek, yerden göğe haksızlıktır.

yazının devamını okumak için…