Delikanlıya ‘irade, inanç ve kahır lazım’

Ramazan Etkinlikleri
Türkiye Diyanet Vakfı‘nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.‘nin katkılarıyla gerçekleşen 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı‘nda Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları ...
EMOJİLE

Türkiye Diyanet Vakfı‘nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.‘nin katkılarıyla gerçekleşen 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı‘nda Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)‘in katkılarıyla gerçekleşen Beyazıt Ramazan Sohbetleri, basın-yayın dünyamızın efsane isimlerimden, romancı ve ressam Gürbüz Azak’ı ağırladı.  

Takdim konuşmasını yapan ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım, Gürbüz Azak’ın Bâbıâli’yi en iyi bilenlerden olduğunu söyleyerek ressam, Azak’ı yazar, kültür adamı ve gazetecilik yönleriyle başta Necip Fazıl olmak üzere birçok değerli isimle çalışmış ilim ve irfan insanı olarak tanımladı.  Eserlerini zevkle okuduğunu belirten Yardım, okunması konusunda tavsiyede bulundu. Konuşmasına “Bugün anlattıklarım, bugüne kadar anlattıklarımın dışında olacak. Kasabamın güzel inatlarını anlatacağım.” diye başlayan Gürbüz Azak, hayatı sıra dışı bir noktadan sınayan inat ve cesaret duygusundan yola çıkarak Osmanlı’ya, oradan da kendi hayatından edindiği deneyimlere ve Bâbıâli hatıralarına uzanan tadına doyulmaz bir sohbet gerçekleştirdi.   

 

GÜZEL VE EŞSİZ İNATLAR

Sözlerine “Ben Denizli’nin altmış kilometre güneyinde kuş uçmaz kervan geçmez bir kasabanın çocuğuyum.” diyerek başlayan Gürbüz Azak, doğduğu kasaba olan Acıpayan’ın diğer ilçelere uzak oluşunun çok güzel inatlara yol açtığını belirtti. İlk olarak 1940’lı yılların ortalarında Ramazanları güzelleştirmek için kurulan “Tam Çalgı” orkestrasının ardından gelen inatlarla şekillenen kasabanın hayatında büyük etkisi olduğunu söyleyen Azak, “Kasabamın bir başka inadı da yaşanan sağlık sorunları nedeniyle meydana gelen ölümlere devletin çözüm bulamamasındandı. Sonunda işin başa düştüğünü kabul ederek 4 genci tıp fakültesine gönderdiler. Bir verem savaş uzmanı, bir çocuk hastalıkları uzmanı, bir sıtma mütehassısı ve bir de eczacı olarak yetişmelerini sağladılar. El birliği ile yetiştirilen bu işine âşık gençlerden sonra kasabada çocuklar hastalıktan ölmez oldu, veremli ve sıtmalılar azaldı. Sonra yeni bir inatları daha oldu. Türkiye güreş alanında dünya çapında başarılar elde etmeye başladığı sıralarda Acıpayan güreş sporcusu yetiştirmek için yıllar süren bir çabaya girişti. Sonunda ise adı bilinmez kasabadan iki olimpiyat şampiyonu çıktı.”

 

“ÖRFÜN AYDINIYIM”

Kasabanın genel inatlarının ardından “kendinin hevese bulanmış sevimli inatlarını” da sıralayan Gürbüz Azak, daha dokuz yaşında bir çocukken güzel bir daktilo ve odalar doluşu kitap hayal ettiğini, yıllar boyunca köşe yazarlığı ve gazete yöneticiliği yaparken 28 daktilo eskittiğini ve yakın zamana dek evinin hiçbir duvarının kitaptan görünmediğini anlatırken artık kitaplarını kütüphanelere ve polis okullarına bağışladığını belirtti. “Bu kitap sevgisi küçüklükten itibaren yerleşti. Bu durum beni dünya edebiyatına yöneltti. Dünyanın bütün tanınmış yazarlarını okuma ihtiyacı duydum. Yıllarımı verdim. Hep yabancıları okuduğum için baktım terazinin bir kefesi aksıyor. Onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışırken fark ettim ki kendimi yeniden bezemem gerekiyor. Bizim yol göstericilerin yol göstericilerini öğrenmek istedim. Veli ve üstatlarımızı okumaya başladım. Bu istikamet benim olgunlaşmama ve örfün istediği aydın olmamı sağladı. Zaten hepimiz örfün insanları olmalıyız. Biz örfün mütefekkirini, şairini, tüccarını, öğretmenini, profesörünü aramalı, yoksa yetiştirmeliyiz.” diyen Gürbüz Azak, Osmanlı medeniyetinin ayrıcalıklarına değindi.

 

“OSMANLI DEV BİR MEDENİYET”

“İnadın yanına bir de cesareti getirmek gerek” diyen Gürbüz Azak, iyi adam olmanın kâfi olmadığını, zira bunun zorunlu olduğunu, iyinin yanına hatırnazlık, vefa, ustalık, uzmanlık da koymak gerektiğini vurguladı. Manevi önderleri öğrenirken Osmanlı’nın farkına vardığını anlatan Azak, “Osmanlı dev bir medeniyet. Osmanlı kendi öz medeniyetini kurarken din, estetik ve teknik üzerine inşa etmiş. Osmanlı’nın şaheser mühürleri, mezar taşlarımız, geniş çatılı çeşmelerimiz, mescitlerimiz birer estetik abidesidir.” diyerek bu estetik anlayışın yalnızca diriler değil, ölüler üzerinde de hâkim olduğunu belirtti. Osmanlı’nın dini merhamet olarak algıladığını söyleyen Azak, kurda kuşa talebeye ve yoksula yardım etmenin esas alındığını kaydetti ve teknik alandaki müthiş başarısının da göz önüne alınmasıyla Osmanlı’nın sıradan bir devlet olmadığının anlaşıldığını ve katiyen küçümsememek gerektiğini ifade etti. “Osmanlı’yı anlayamamış bir kimse Türkiye coğrafyasında barınan bizleri anlayamaz.” diyen Gürbüz Azak, bu alanda yeni araştırmalar yapılması gerektiğini ve Osmanlı’nın bilinmeyenlerinin ortaya çıkarılması gerektiğini söyledi. İkinci Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” adını Azeri kardeşlerimizin verdiğini anlatan Gürbüz Azak, “kızıl”ın Azeri Türkçesinde “altın” anlamına geldiğine ve bugün olumsuz anlamda kullanılan bu ismin övgü maksadıyla konulmuş olduğuna dikkat çekti ve geçmişimizi kötüleme merakımız olduğunu, bundan kurtulup saldırılara karşı okuyarak bilgilenmemiz gerektiğini söyledi.

 

AZAK VE BÂBIÂLİ…

Geçmişte Bâbıâli’nin bugünkü gibi dağınık olmadığını anlatan Gürbüz Azak, “Herkes dışarıda ünlü ama içeride son derece samimi ve mütevazıydi.” dedi. Bâbıâli’nin ufku doğru okuyan nice aydınlar yetiştirdiğini örneklerle anlatan Azak, 19 yıl boyunca devam ettirdiği köşe yazarlığında sürprizlerle karşılaştığını ve o günlere dair hatıralarını anlattı. Bekir Tuncer’in sorusu üzerine gençlerin okuması gereken eserler üzerine görüşlerini aktaran Gürbüz Azak, “Türkçeyi çok iyi kullanan yazarları tavsiye ederim. Falih Rıfkı Atay, Orhon Seyfi Orhon, Nezihe Aras, Sâmiha Ayverdi, Ahmet Hamdi Tanpınar, İbrahim Kafesoğlu, Prof. Osman Turan. Bu isimlerin ilk bölümü Türkçeyi en iyi kullananlar, son bölümü ise gerçek tarihçilerdir.” dedi. Hüsnâ Karanfil’in Deli Balta çizgi-roman karakterinin oluşumu hakkındaki sorusu üzerine de çizerlik yönünden bahseden Azak, “Çocuklarımıza yönelik Avrupa ve Amerika çıkışlı çizgi-romanlar vardı. Ağrıma gidiyordu. Neden bizim de böyle bir karakterimiz yok inadıyla bizden bir karakter üretip onunla insan, tabiat ve vatan sevgisi aşılayan Deli Balta karakterini çizmeye başladım. Umduğumdan fazla sevildi. Anadolu’da bu ismi alan lokanta ve dükkânlar görüyorum. Demek ki okuyanlarda iz bırakmış. Bu beni mutlu ediyor.” dedi.  

 

İRADE, İNANÇ, KAHIR LAZIM…

Mehmet Nuri Yardım’ın akademisyenlerimizin kendi alanlarında bilgili olmak konusunda bile sıkıntı yaşadıklarını söylemesi üzerine Gürbüz Azak, “Batı’nın imrendirecek tarafları da var. Bir delikanlı 25 yaşında tıp fakültesini bitiriyor, mikroskobun başına geçiyor, 50 yıl boyunca bunu devam ettiriyor. İrade ve inat budur. Herkesin kendi alanında derinlemesine ihtisası olması lazım. Seçtiğiniz işe inançla sarılmanız, bu uğurda yorgunluk ve kahır çekmeniz, yemek yemeyi, uyumayı unutmanız lazım.” dedi. Ortaokul yıllarındaki Türkçe öğretmeninin cesur bir hareketle mevcut müfredata hiç bulaşmadan 3 yıl boyunca gazete köşe yazarlarını okutarak kendilerini yetiştirdiğini anlatan Azak, Refi Cevat Ulunay, Peyami Safa gibi dev isimlerin yazılarıyla Türkçeyi öğrendiklerini söyleyerek “Ben hâlâ imla kurallarını ve edat, zarf gibi terimlerin karşılığını bilmem. Ama Türkçeyi bilirim. Bu cesur ve dev adamın sınıfından 4 profesör, bir televizyon genel müdürü, 4 vali, 8 doktor, benim gibi yılın gazetecisi seçilmiş Tahir Kutsi Makal yetişti. Bunu yapan Türkçe kitabı okutmayan Türkçe öğretmenidir. Bu türden fedakâr ve istikrarlı öğretmenlere çok ihtiyacımız var. Ders kitabının yanında edebî bir eser okuyan gençler her yere gelebilir.” dedi.