Musiki Başlı Başına Bir Terapidir

Yerli Müzik
Röportaj: Engin Dinç Türkiye’de geçmişle olan bağlarımız pek çok şeyde olduğu gibi müzikte de kesintiye uğramış durumda. Dolayısıyla bugün Türkiye genelinde yapılan müziğin, ortaya çıkan eserler...
EMOJİLE

Röportaj: Engin Dinç

Türkiye’de geçmişle olan bağlarımız pek çok şeyde olduğu gibi müzikte de kesintiye uğramış durumda. Dolayısıyla bugün Türkiye genelinde yapılan müziğin, ortaya çıkan eserlerin geçmişin zengin birikimiyle ilişkileri çok zayıf. Popüler kültür her yeri olduğu gibi ve belki daha da fazla müziği işgal etti. Kapitalist tüketim toplumunun bugün en fazla tükettiği ürünlerin başında müzik eserleri geliyor.

Ülkemizde müzik piyasasında bu kadar ön plana çıkmayan, ama yüzyılların birikimini hala yaşatan bir alan varsa o da tasavvuf musikisi. On bir ayın sultanı Ramazan dolayısıyla bugünlerde daha da çok gündeme gelen tasavvuf musikisinin çok önemli bir ismiyle röportaj yaparak, bu köklü geleneği daha iyi tanımayı ve tabi size tanıtmayı amaçladık.

Mehmet Kemiksiz 20 yılı aşan birikimiyle bugün Türkiye’de tasavvuf musikisinin en önemli isimlerinden biri. Yaklaşık 5000 eserden oluşan repetuarı, yurtiçi ve yurtdışı konserler, etkinlikler, televizyon ve radyo programları ve 40 aşkın albümüyle bu alanda şu anda belki de en yetkin isimlerden. Biz de bu değerli isimle tasavvuf musikisi ve Mehmet Kemiksiz’in bir İstanbul 2010 Kültür Başkenti projesi olan Enderun teravihi ve Cumhur müezzinliği üzerine bir söyleşi yaptık.

 

MÜZİK EN BAŞTA BİR ETKİLEME ARACIDIR 

Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Tasavvuf musikisi çalışmalarına nasıl başladınız?

1969 Samsun Çarşamba doğumluyum. Küçük yaştan itibaren aileden gelen bir gelenek üzere Kur’an-ı Kerim eğitimi aldım. Bu eğitim İmam Hatip yıllarında biraz daha gelişerek devam etti. 1988 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandım. Orada musiki çalışmalarım inkıtaa uğradı. Çünkü Erzurum’da musikiyle alakalı pek bir çalışma yok. 1990-91 eğitim yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne geldim ve eğitimime orada devam ettim.

İstanbul’daki ilk seneden itibaren musiki çevrelerine yavaş yavaş girmeye başladım. Bunlardan en önemlisi Hüdai Tasavvuf Musikisi adıyla o zaman Üsküdar’da faaliyet gösteren Hafız İlhan Tok Hocamızın başlatmış olduğu din görevlilerine yönelik bir meşk halkasıydı. Türkiye İlahiyat Fakülteleri arası Türkiye birincisi olduktan sonra oraya devam ettim. Bu arada Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne kaydoldum. Araya askerliğim girdi. Asker dönüşü tekrar gitmek suretiyle oradaki eğitim programını tamamladım. Bu musiki eğitimiyle ilgili aldığım nazariyat ve musiki altyapısını oluşturan teknik eğitim anlamına geliyor.

Esas bizim musiki anlayışımızı oluşturan önemli dayanaklar, ağızdan ağza meşk usulüyle yapılan çalışmalardır. Bu konuda başta Hafız İlhan Tok Hocadan Kur’an-ı Kerim talimi ve tavır meşk ettim. Sonra hafız, bestekar ve mevlithan Amir Ateş Hocayla bizzat evine giderek mevliti baştan sona kadar meşk etme imkanımız oldu.

Geleneksel musikimizin olmazsa olmazlarından bir tanesi de dinleyerek tavır edinme geleneğidir. 1910’lardan itibaren taş plaklara okunmuş olan hafız kayıtları üzerinde birebir onların melodilerini ezberlemek suretiyle yaptığımız çalışmalar oldu. Özellikle emprovize dediğimiz doğaçlama okumalarda; yani Kur’an-ı Kerim, mevlit, ezan, sala okumada içerdeki bilgi ve melodi dağarcığını genişletmek için ezber ve taklit çalışmaları yaptık.

Böylece Mehmet Kemiksiz kendini icra ederken, içerisinde biraz Hafız Kemal, biraz Hafız Sami, biraz belki Ahmet Şahin, biraz Amir Ateş, biraz İlhan Tok yani hepsinin karışımından oluşan bir okuma tavır ve tarzı ortaya çıktı. Yoksa hiç kimse kendi kendine, ben buydum bu olarak devam ediyorum deme şansına sahip değildir. Müzik en başta bir etkileme aracıdır ve onu yapan insan da ondan etkilenmelidir. Etkilenmiyorsa o iş sadece yaptığı mahalde kalır.

Milk-i Bekâ’dan Gelmişem from farukihya on Vimeo.

KUR’AN-I KERİM’İN KENDİ İÇİNDEKİ MÜZİKALİTESİ ÇOK GÜÇLÜ 

Siz tasavvuf musikisini nasıl tanımlıyorsunuz? Nedir tasavvuf musikisi?..
Bizim müzikle teknik açıdan ilgilenen insanlarımız, geleneksel musikimiz olarak tanımladığımız Türk musikisini; tekke musikisi ve klasik müzik olarak ayırdı. Önceden böyle bir ayrım yoktu. Çünkü klasik müzik eserlerini dedeler, babalar yani çoğu tasavvuf terbiyesi almış insanlar vermiş. Dolayısıyla böyle bir ayrım yok. Daha sonra Türkiye’de branşlaşma çabaları hakim olmaya başladığında böyle bir ayrıma doğru gidilmiş. Dini müzik, din dışı müzik gibi.

Elbette sesleri dini ya da din dışı diye ayırmak mümkün değil, ayrılsa ayrılsa sözlü müzikler birbirinden ayrılabilir. Sözleri dini bir temadan bahsediyorsa dini müzik demişler, bahsetmiyorsa din dışı demişler. Bizim doğrusu böyle bir anlayışımız yok. Biz musikinin tamamının musiki-i şerif olarak yani şerefli, insanı olgunluğa götüren, insanı kemalat noktasında bir seyrü sülüke, bir yolculuğa çıkaran araç olarak görüyoruz. Ve musikinin bizzat kendisini insanın olgunlaşmasında önemli faydası olan bir enstrüman olarak görüyoruz.

Zira musikiye bizden öncekilerin bakışı da bu paralelde olmuştur. Farabi’den bu yana yazılan bütün musiki ile ilgili kaynaklar musikinin bir şifa unsuru olduğunu dile getirmektedir. Biz de böyle bakmalıyız. Zaten Kur’an-ı Kerim kendi içindeki müzikalitesiyle çok güçlü bir yapıya sahiptir. Bizzat ayette de belirtildiği gibi ‘Kur’an’dan size şifa indirdik’ deniliyor. Kur’an’ın bizzat kendisi bir şifa. Musikinin en üst derecesi Kur’an. Ondan sonraki dini temalı eserler, mevlitler, naatler, münacaatler, salalar bunlar da dini musikimizin diğer parçaları. Mevlevi ayinleri, Bektaşi nefesleri, ilahiler gibi…

Bugün bizim yaptığımız çalışmalar, bütün bu dini musiki formlarının ya da musiki formlarının tamamını kapsayacak şekilde devam ediyor. Yani biz bugünün müzik teknikçilerinin ladini diye tarif ettiği musikiyi de çalışıyoruz, klasik eserleri de çalışıyoruz, Mevlevi ayinlerini de çalışıyoruz.
Son yıllarda özellikle cami musikisinin unutulan yönleri olan, temcit ve mahfil sürmesi gibi, müezzinlik hizmetlerindeki bazı salalar üzerinde yoğunlaşmaya başladık.

ALBÜMLERİMİN HEPSİ ARŞİV NİTELİĞİ TAŞIYOR

Kendinize ait sitenize baktığımda bugüne kadar 28 tane albüm çalışmanız olduğunu gördüm…
40’ı geçti aslında. Onlarda şöyle bir durum var; mesela Türk-İslam Musiki Külliyatı diye bir seri başlattık. 50 albüm bunun tamamı. İlk 5’ini yaptık. Siteye sadece Türk-İslam Musiki Külliyatı diye koyduğumuz için orada bir tane albüm olarak görülüyor, ama normalde 5 albüm. Sadece amatör koromuzla yaptığımız 4 albümlük ‘Aşk Meydanı’ serisi var.

Bizim tasavvuf musikisi çalışmalarımız içerisinde yer alan çok önemli bir alan daha var. Anadolu’da ve İstanbul’da adını tarihe tasavvufi geleneğiyle yazdırmış olan bazı önemli şahsiyetlerin divanlarını ele almak suretiyle onların divanlarından çalışmalar yapıyoruz. Başta Aziz Mahmud Hüdayi olmak üzere Eşrefoğlu Rumi gibi, Niğde Bor’da Ahmet Kuddusi gibi…

Bakın Ahmet Kuddusi Hazretleri Niğde Bor’da meftun. Bu zatın çok hacimli bir divanı var. Müthiş şiirler var içerisinde ama günümüzde bilinen birkaç tane eseri var. Biz bunu aldık, 2 albüm yaptık. Niğde Bor’a gittik, orada bu zamana kadar tasavvuf musikisi camiasından bilinmeyen Kuddusi Hazretlerinin torunlarından bir tanesinin dedesinden duyduğu eserleri kayda aldık ve albüme okuduk. Kuddusi Gülistanı 1 ve 2 diye iki tane albüm yaptık. Dolayısıyla siz bunu sitede bir tane olarak görüyorsunuz. Bu nedenle de şu anda yaptığımız albümlerin sayısı 40’ı aştı. Bunların hepsi, büyük bir arşiv ve külliyat niteliği taşıyor.