31 Aralık 2012 Pazartesi – 23:55 Ünlü ney ustası Kudsi Erguner, Habertürk ekranlarında Cumhuriyet’in ilk yıllarından bugüne tasavvuf müziğinin ve Mevlevi kültürünün karşılaştığı zorlukları anlattı. Programın girişindeki ney performansıyla hem izleyenleri hem de Balçiçek İlter’i mest eden Erguner, 2012’nin yükselen değeri olan Mevlevi kültürünü canlı yayına taşıdı…
Melih Cevdet Anday’ın kendisini, "Bu milletin sizden beklediği müzik bu değil." diye azarladığını anlatan Erguner, Mevlevi kültürünün giderek popülerleşmesiyle ilgili de çarpıcı açıklamalar yaptı. "Bazı şeyler bu kadar popüler olmamalı" diyen ünlü neyzen, Konya’daki Mevlana yılı törenlerini ağlayarak izlediğini söyledi. Kudsi Erguner, Mevlana hakkında son dönemde yazılan kitaplara da itiraz ederek, "Keşke Elif Şafak biraz Mevlana’yı öğrenip yazsaydı." diye konuştu.
İşte Kudsi Erguner’in o açıklamaları…
"KASTAMONU’DAN MOZART ÇIKAR SANDILAR"
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk’ün çevresindeki bazı insanlarda, "Batı medeniyetini yakalayacaksak unutalım, kaçmakta olan trene yetişelim." telaşı vardı. Bu telaş içerisinde tabii ney, klasik müzik, hatta halk müziği bir kenara itildi. Ama olmadı tabii, tutmadı. "Biz devamlı Mozart dinletirsek, Kastamonu’dan, Kayseri’den de Mozartlar çıkacak." diye bir heves vardı. Kastamonu’dan Kayseri’den çıkmadığı gibi, Viyana’dan da bir Mozart daha çıkması mümkün değil.
"NEY ÜFLERSEN GERİCİ, PİYANO ÇALARSAN İLERİCİ"
1963 yılında babasının TRT İstanbul Radyosunda yaptığı Ramazan Programından sonra TRT’nin dava açtığını da anlatan ünlü ney ustası şöyle konuştu: Bunlar acı şeyler tabii. 3 ay sürdü babama açılan soruşturma. Babamın savunduğu şey, "Bu sözler Yunus Emre’nindir, Yunus Emre de bir halk şairidir." oldu. Türkiye’deki bu kutuplaşmalar çok zarar verici. Hala da devam ediyor bu kutuplaşmalar. Sanki birisi ney üflerse gerici oluyor, piyano çalarsa ilerici oluyor.
"KÜLTÜR ATEŞEMİZDEN AZAR İŞİTTİM"
Fransızlar ilk defa benim bir plağımı yayınlamıştı. Sufi kelimesi altında yayınlanan ilk plaktı. Ben de bunu o zamanki kültür ateşemize (Melih Cevdet Anday) hediye etmek gibi bir gaf yaptım. Epey azar işittim. "Sizin gibi bir genç niye böyle şeylerle uğraşıyor. Bu milletin sizden beklediği bu müzik değil." şeklinde bir konuşmaya maruz kaldım. Sonra ayrıca Unesco yayınladı benim bu plağımı.
"MEVLANA’NIN YENİ FARKINA VARDILAR"
Şimdi insanlar Mevlevi oldu. Babalarının, dedelerinin şeyh olduğunu hatırlamaya başladı. Halbuki bir zamanlar bunlar utanç verici şeylerdi. Mevlana’nın öneminin yeni farkına vardılar… 1955-56 yıllarında ilk Mevlevi ayinleri yapıldığında, o zamanlar rahmetli babam var, Halil Can Bey var. Tabi o zaman orada Mevlevi denilecek, neyzen, müzisyen, semazen kimse yok. Bütün heyet İstanbul’dan gidiyor. Ve Vali bunları çağırıyor ve diyor ki; "Bakın, bu yaptığınız bir gösteridir. Bunun bir ayine dönüştüğünü hissettiğim an bu olayı iptal ederim."
"MEVLANA TÖRENLERİNİ AĞLAYARAK İZLEDİM"
Unesco’nun Mevlana yılı ilan ettiği sene Konya’daki törenin görüntüleri TRT’de yayınladı, ben o görüntüleri izlediğimde hüzün içinde ağladım. Konya’da bir futbol stadyumu, 20-30 bin insan doluşmuş. 300-40 semazen dönüyor. Bir duman makinası dumanlar veriyor. Lazer ışıkları gökyüzünü tarıyor, arkada maytaplar patlıyor. O semaya eşlik eden smokinli bir orkestra, Arjantin tangolarını andıran bir müzik, bizim sevgili kardeşimiz Ahmet Özhan da smokinini giymiş, o tangoyu okuyor. Ben tango diyorum o müziğe. Ben bu görüntüleri gördüğüm vakit hüzünlendim ve ağladım. Bu mevlevi kültürüne hizmet değil, büyük bir ihanet. Bazı şeyler bu kadar popüler olmamalı. Osmanlı döneminde de Mevlevi kültürü bu kadar popüler değil, çok elit bir konuydu. Bence bu bütün islam alemini kapsayan bir siyasi projenin işi. Fas’tan Hindistan’a kadar böyle, herkes sufi.
"KEŞKE ELİF ŞAFAK MEVLANA’YI ÖĞRENİP YAZSAYDI"
Keşke Elif Şafak biraz Mevlana’yı öğrenip yazsaydı. Hiç olmazsa biraz faydalı olurdu. Siz tarihi bir şahıs üzerine bir roman yazıyorsunuz. Hiç olmazsa o şahsın hayatı hakkında bir iki kitap okur insan. Belli ki Elif Şafak Hanım, Amerikalı dostlarından ne duyduysa, onu alıp bir hakikat gibi romanında yazmış. Mesela Hakim Senai’nin kitapları, Kuşeyri Risalesi, bunlar tasavvufu anlatır. Mesela Kuşeyri Risalesinin ön sözünde der ki; "Bugün bazı insanlar sufiyim diye bir sürü yalanlar söylüyor, ilerde bu konuyla daha safiyane ilgilenecek insanlar olursa bu kitabı okusunlar da ne olduğunu öğrensinler." diye yazmış, 11. asırda. Bu böyle gittikçe yozlaşan bir konu, ama yozlaşmasını engellememiz gerekiyor.