Zevk çiçeği nerede açar

Yazarlar
Gökhan Özcan Yenişafak gazetesindeki yazısında “sevgisizliğimiz” ve “nefreti” nasıl içselleştirdiğimizi yazarken; “İçimizi bunca nefretle doldurduğumuzda sevmeye, anlamay...
EMOJİLE

Gökhan Özcan Yenişafak gazetesindeki yazısında “sevgisizliğimiz” ve “nefreti” nasıl içselleştirdiğimizi yazarken; “İçimizi bunca nefretle doldurduğumuzda sevmeye, anlamaya, dinlemeye, hissetmeye, düşünmeye, insanı içinden olgunlaştıran şeylerin hiçbirine orada yer bırakmamış oluyoruz.” diyor. İşte o güzel v düşündürücü yazı…

Köşeli insanlar olduk, dokunduğumuzda birbirimizin canını acıtıyoruz. En ufak bir şeyi fırsat biliyor, nefret etmek için bir bahane haline getiriyoruz. Nefret edecek şeylere, nefret edebileceğimiz şeyleri yapabilecek insanlara ihtiyacımız var artık. Her gün, her saat, etrafı bu gözle tarıyor, bize bu fırsatı verecek birilerini arıyoruz. Bulamazsak üretiyoruz. Üretemezsek, bize en çok benzeyen kimselerin nefret ettiklerini ödünç alıp onlardan nefret ediyoruz.

“Her şeyden ve herkesten bu kadar çok nefret etmekten aslında hepimiz çok yorulduk” dedi beyaz saçlı adam, “ama galiba nasıl sevebildiğimizi artık hatırlayamıyoruz!”

Dünyada her zaman nefret edilmeyi hakeden insanlar oldu. Ama bugün artık nefret etmeyi ihtirasla isteyen insanların sayısı nefret edilmeyi gerçekten hakeden insanların sayısını katbekat aşmış durumda. Çünkü insanların kahir ekseriyeti nefret etmeyi sevdi, seviyor. Kulağa tuhaf gelmese, insanların içlerindeki sevme ihtiyacını nefret etmeyi çılgınca ve tutkuyla severek doldurduklarını dahi söyleyebiliriz.

İçimizi bunca nefretle doldurduğumuzda sevmeye, anlamaya, dinlemeye, hissetmeye, düşünmeye, insanı içinden olgunlaştıran şeylerin hiçbirine orada yer bırakmamış oluyoruz.
Nefret ettiğin kişi bir başkası olabilir ama nefret yine de senin içinde birikiyor.

Bir pantolon düşünün mesela, kendi ütüsüzlüğünü başka pantolonların ütüsüzlüğüyle ütülüyor.
Sıradanlaşmış nefret, hayata ve insana kendinden bakan, başkalarında anlamaya değecek hiçbir şey olmadığını varsayan kör bir kibrin ürünü…

“İnsanlarla uğraşmak gerçekten vakit kaybı” dedi biri. “O vakit kaybına biz yaşamak diyoruz” dedi diğeri.

Herkese her an ayar vermeye çalışan insan tipi dünyayı her geçen gün biraz daha ayarsız hale getiriyor.

Neredeyse hepimiz; sürekli başkalarının imtihanına girmeye heves ettiği için kendi imtihanını kaçıran şaşkın bir öğrenci gibiyiz.

Anlam asla yüksek sesle konuşmaz, duymak istiyorsan bağırıp çağırmayı bırakıp kulak kesileceksin, hayat böyle!

İyi tutuşmuş bir yangın çok zor söner. Anlatması uzun sürer. Senin uzun hava dediğin; yanmaya doymayan, suya hiç kanmayan bir yangının keder makamında söze dökülmüş hikayesidir.

“Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun/ Vermişim ben canımı al-uzun bir havaya” diyor Can Yücel bir şiirinde… Yıllar önce bir gün rastlamıştım o koca şaire Ankara’da, ağır ağır sallana sallana yürüyordu Selanik Caddesi’nde, durdum izledim öyle arkasından aheste, gözden adım adım uzaklaşmasını.
Herkes bir yerden bir yere doğru…

yazının devamını okumak için…