“Yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak azap”

Yazarlar
Abdullah Yıldız’ın Yeniakit gazetesindeki yazısı… “Güneş katlanıp dürüldüğünde…Yıldızlar dökülüp söndüğünde… Dağlar yürütüldüğünde… Kıyılmaz mallar bırakıldığında…Vahşi hayvanlar bir...
EMOJİLE

Abdullah Yıldız’ın Yeniakit gazetesindeki yazısı…

“Güneş katlanıp dürüldüğünde…Yıldızlar dökülüp söndüğünde… Dağlar yürütüldüğünde… Kıyılmaz mallar bırakıldığında…Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında… Denizler ateşlendiğinde… Nefisler eşleştirildiğinde… Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda;’Hangi günahtan dolayı öldürüldü?’ diye…” (Tekvir sûresi, 1-9. âyetler) 

Kıyametin ve Hesap Günü’nün dehşetini hatırlatan Tekvîr suresi ve benzerleri hakkında; “Kıyameti gözüyle görür gibi olmak isteyen kimse: “İze’ş-Şemsü Küvvirat (Tekvir)”, “İze’s-Semau’n-fetarat (İnfitar)”, “İze’s-Semau’n-Şakkat (İnşikak)” (surelerini okusun).” (Tirmizi, Tefsir, Tekvir, 859) buyuran Peygamber Efendimiz (s), bir rivayete göre, bu âyeti her okuduğunda ağlardı

“Bİ- EYYİ ZENBİN GUTİLET: HANGİ GÜNAHTAN DOLAYI ÖLDÜRÜLDÜ?”

Bu sorunun muhatabı, elbette sadece kız çocuklarını diri diri kara toprağa gömenler değildir; kız-erkek, çocuk-yetişkin demeden masumların evlerini başlarına yıkanlar, onları denizlerde boğanlar, varil bombalarıyla, sarin gazı ile öldürenler de bu soruya muhatap olacak ve cezalarını çekeceklerdir… Sadece öldürenler veya ölmelerine sebep olanlar mı? Katillere destek verenler de, katliamlara seyirci kalanlar da, mazlumlara sahip çıkmayanlar da Kıyamette, dehşetli azaba uğrayacaklardır…

Aylan bebeğin sahile vuran minik bedeninin merhametsiz dünyanın sağır kulaklarını patlatırcasına haykırdığı can yakıcı bir trajediden; Suriye‘de beş yıldır devam eden ve üç yüz binden fazla masumun vahşice öldürülmesi ile sonuçlanan tarihin en korkunç katliamından söz ediyorum… Televizyon ve gazete haberlerinde her gün görmeye, işitmeye iyiden iyiye alıştığımız, kanıksadığımız ve neredeyse artık umursamaz hale geldiğimiz, Suriye’nin kan içici vampiri Esed’in insanlık dışı katliamından…

Acaba Aylan bebeğin insanlığın kıyısına vuran bedeni, “gözleri olduğu halde görmeyen, kulakları olduğu halde işitmeyen, kalpleri olduğu halde hissetmeyen” ve bu özellikleri sebebiyle Rabbimizin “hayvanlar gibiler, hatta onlardan daha aşağılıklar (bel-hüm edall)” (A’râf 7/179) diye tanımladığı insan kılıklıların merhametini harekete geçirebilir mi? Acaba katil Esed rejiminin en yakın destekçisi İran yönetimi ile Lübnan Hizbullahı‘nın ve eli kanlı Mısır Firavunu Sisi‘nin kılı kıpırdamış mıdır? Ve acaba, öteden beri bölgeye “Bir damla petrol bir damla kandan daha önemlidir” felsefesi ile yaklaşan Batılı devletlerin yöneticileri, sözde duyarlıklarını dile getiren birkaç açıklamanın dışında, katliamı durdurmaya veya mültecilere sahip çıkmaya yönelik sahici tedbirler alabilecekler mi? 

 Katillerin, destekçilerinin ve onları seyrederek onaylayanların gerek ebedi âlemdeki ve gerekse bu fani dünyadaki akıbetlerinin nasıl bir hüsran olacağını, inşallah biz de göreceğiz, onlar da görecekler. Ancak, asıl üzerinde durulması ve konuşulması gereken şey, mazlumlara yeterince sahip çıkmayan, destek olmayan, muhacirlerine ensarlık etmeyen, hatta artık onların dertleriyle bile dertlenmeyenMüslümanların akıbeti ne olacaktır? Cevabı aşağıdaki âyet-i kerimelerde birlikte arayalım:

“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran mustaz’af (zayıf, zavallı ve çaresiz) erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisa 4/75)

Mustaz’afların korunmaları ve özgürlüklerine kavuşmaları için gerekli çaba ortaya konmayanlar için sonuç da, Allah’ın değişmez yasaları olan sünnetullah gereği, zalimlerin akıbeti ile aynı olur:

“İçinizden yalnızca zalimlere erişmekle kalmayacak olan bir fitneden (belâdan ve azaptan) sakınıp-korunun! Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu da bilin!” (Enfal 8/25)

Böyle bir azaba uğramamak içinse, Beled suresinin 8-18. âyetlerinde tanımlanan görevlerimizi, güncelleyerek hakkıyla yerine getirmeliyiz: Öncelikle Allah Teâlâ’nın bizlere lütfettiği iki gözle hakkı görüp, bir dilve iki dudakla da hakikati bütün insanlığa en etkili tarzda anlatabiliriz. Sonra yine O’nun (c.c) bize gösterdiği iki yoldan Hak yolun sarp yokuşunu (Akabe‘yi); 1) boyunduruk altındakileri özgürleştirerek, 2) açlık gününde yakınımız/da olan bir yetimi veya 3) aç-açıkta kalmış bir yoksulu doyurarak, 4) iman edip birbirimizesabrı / direnişi ve merhametitavsiye ederek tırmanabiliriz.

İmdi, Aylan bebeğe sadece ağıt yakmakla görevimizi yerine getirmiş olmayız. İki milyon Suriyeli aç-açık ve yetime ensarlık yapmakla da işimiz bitmiş olmaz. Onları zalimlerin boyunduruğundan kurtarıp özgür kılıncaya kadar cihad ve kıtal eden sahipler, yardımcılar biz olmak zorundayız. Millet ve ümmet olarak, Türkiye ve İslâm âlemi olarak bizi bekleyen acil görev işte budur. Ama önce, Suriyeli, Filistinli ve diğer kardeşlerinesahip çıkanlara sahip çıkarak, şu 1 Kasım sınavını başarıyla aşmamız gerekiyor.