Yalnız adamı savunmak

Yazarlar
İsmail Kılıçarslan’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı… 1994 yılının mart ayıydı. Ilık bir akşamda, Bağdat Caddesinde bir adamın kalabalığa hitabını dinliyorduk. Son derece etkileyici bir üslupla ...
EMOJİLE

İsmail Kılıçarslan’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı…

1994 yılının mart ayıydı. Ilık bir akşamda, Bağdat Caddesinde bir adamın kalabalığa hitabını dinliyorduk. Son derece etkileyici bir üslupla topluluğu avcunun içine alan adam, nasıl bir İstanbul hayal ettiğini anlatıyordu. Kalabalık kâh gülüyor kâh hüzünleniyor, konuşma sık sık sloganlarla kesiliyordu. Bir ara keskin bir sessizlik oldu. Sessizliğin kilit kelimesi ‘alyans’tı. Sultanbeyli’de bir hanım, ‘verecek bir şeyim yok, bunu bozdurup seçim çalışmalarında kullanırsınız’ diyerek alyansını uzatmıştı o adama.

O gün orada konuşan adamın ismi Recep Tayyip Erdoğan’dı. Ankara’dan İstanbul’a okumaya gelmiş 18 yaşında bir delikanlı olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Recep Tayyip Erdoğan’ı ilk kez görüyor, ilk kez dinliyordum.

Konuşma bitince Fenerbahçe Stadına yakın o küçük camide yatsı namazlarımızı kıldık. Namazlardan sonra çok kısa dua eden, hatta genellikle duayı pas geçen biri olarak ellerimi gökyüzüne kaldırıp o adamın seçimleri kazanması için uzun uzun dua ettim.

1999 baharında yeniden uzun uzun dua ettiğimi hatırlıyorum aynı adama. Bu kez hapisteydi. 28 Şubat’ın iğrenç şebekesi onu ‘şiir okudu’ diye hapse atmıştı.

Ardından o adama kızdığım günler başladı. 2001’deki meşhur ‘gelenekçiler-yenilikçiler’ çekişmesinde ben, ‘gelenekçileri’ yani Necmettin Erbakan’ı ve arkadaşlarını savunuyordum. Yapılanın bir çeşit ‘isyan’ olduğunu düşünüyordum zira.

Bu kızgınlık yerini yavaş yavaş ‘temkinli bir desteğe’ bıraktı. 2003 yılına gelindiğinde Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AK Parti’nin Türkiye için yeni bir ‘imkânlar koridoru’ olduğunu fark etmiştim. Yine de ‘kalın kafalı bir İslamcı’ olduğum için AK Parti’yi bütünüyle destekleyip onaylamak benim için çok zordu. Ekonomi yönetimi, sosyal adalet, dış politika ve benzeri meseleler nedeniyle Recep Tayyip Erdoğan’ın partisiyle bütünüyle anlaşmam söz konusu bile değildi. Hoş, hala da değil.

29 Ocak 2009 günü, bir film festivali nedeniyle Hollanda’nın Rotterdam kentinde idim. Türk olduğumuzu öğrenen herkes bize ‘one minute’ deyip durmuştu o gün. Recep Tayyip Erdoğan, bu güne kadar hiçbir devlet yetkilisinin yapmaya cesaret edemediği bir şey yapıp terör devleti İsrail’in karşısına dikilmişti. O akşam Öymen’inden Demirel’ine şimdi ‘eski Türkiye’ diye isimlendirdiğimiz bütün isimlerin büyük bir telaşla ‘bunu Türkiye’ye ödetirler’ deme yarışına girdiklerini görmüştüm. Hepsinden tiksinmiştim.

Sanırım o akşam ilk kez, ‘Recep Tayyip Erdoğancı’ hissetmiştim kendimi.

Yazının devamını okumak için…