Usul esasa mukaddemdir

Yazarlar
İsmail Kılıçarslan Yenişafak gazetesindeki yazısında Başbakan Davutoğlu’nun görevi bırakmasıyla ilgili takip edielen yolu “usul” açısından eleştirirken, ” ‘siya...
EMOJİLE

İsmail Kılıçarslan Yenişafak gazetesindeki yazısında Başbakan Davutoğlu’nun görevi bırakmasıyla ilgili takip edielen yolu “usul” açısından eleştirirken, ” ‘siyasi mobbing’e de anonim bir yazının sosyal medyada dolaştırılmasına da gerek yoktu” diyor. İşte o yazı…

Dücane Cündioğlu, benim için hala Dücane Cündioğlu iken bir sözünü Meksika Sınırı’nda Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf ile uzun uzun konuştuğumuzu hatırlıyorum. Söz şöyle: ‘Usûl, esasa mukaddemdir.’

Doğrusu, yarıda bırakmış olsam da ilahiyat eğitimimin bana öğrettiği en önemli meselelerden biri, belki de birincisi budur: Usûl, asıldan önce gelir.

‘İlahiyat’ dedik, oradan verelim örneğimizi. Duyduğumuzda aklımıza, mantığımıza, kalbimize doğrudan uyan bir söz var diyelim. Bu söz de bize ‘hadis’ diye naklediliyor. Hadis alimleri, bu sözü sağlam bir ravi zincirine bağlayamazlarsa, sözün usul bakımından hadis olduğunu ispat edemezlerse söz ne denli güzel olursa olsun ‘hadis’ hükmü kazanamaz.

Fethullah Gülen, Türkçe olimpiyatlarında ortaya çıkan manzaraların eleştirilmesine karşı yaptığı bir konuşmada ‘pek çok kardeşimiz rüya görmüş. Efendimiz (sav) o stada teşrif buyurmuş. Aslı, usûle feda etmeyelim yani’ demişti.

Fena halde yanılıyordu, zira İslam, usûlün de aslın da bir aradalığını, ayrılmazlığını savunan bir dindir. Sözgelimi bir hakikati dile getirecek, ortaya bir güzellik koyacak olsanız dahi bunu kadın çıplaklığı, alkol, domuz eti ve benzeri şeylerle yapamazsınız. Amacınızın yani aslın meşruiyeti size, yolunuzda yani usûlünüzde gayrı meşru fiiliyat kullanma hakkı vermez. Bir hakikat ortaya çıksın diye yalan söyleyemezsiniz mesela. Sonucu hayır olacak diye gıybet edemezsiniz mesela. Asla giden yolda kullandığınız bütün araçların da meşruiyet şartı vardır.
Bu meselede derdimi açıklıkla anlatabildiğimi zannederek tam da buradan güncel politikaya bir yol bulmayı denemek istiyorum.

Ahmet Davutoğlu’nun AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı bırakması meselesine dair kafamda en küçük bir ‘asıl’ sorunu yok. Esasen Hoca’nın bu görevde daha fazla kalmayacağını / kalamayacağını çeşitli göstergelerle öteden beri biliyor, hissediyordum. Bu biliş ve hissedişin detaylarına girmek istemem.

Ancak meselenin düğümünün ‘başkanlık sistemi’ ve ‘danışmanlar’ olduğuna dair yorumlar hepinizin kulağına gelmiştir. Ben bunların yanına daha yapısal olarak ‘Hoca’nın hocalığı’ meselesini de eklemek isterim. Zira Hoca’nın hocalığı onun siyasetin gerektirdiği esnekliğe sahip olmasının önündeki en büyük engeldir bana kalırsa. Aslına bakarsanız bu, bizatihi Davutoğlu tarafından doğru yönetilse idi bir berekete de dönüşebilirdi; ancak olmadı, olamadı ne yazık ki. Bu sürecin katalizörü olan bazı isimlerin Hoca’yı yanlış yönlendirmiş olduğunu da düşünüyorum elbette, lakin bu bahs-i diğer.

Gelelim sürecin ‘usûl’ meselesine. Doğrusu, tanıdığım, bildiğim, şahit olduğum kadarıyla Ahmet Davutoğlu kendisine ‘çekil’ denildiğinde siyaset sahnesinden çekilmeyecek, oturduğu koltuğa yapışıp kalacak bir isim değil. Dolayısıyla bu süreç çok daha nezaketli, çok daha ‘usûle uygun’ olarak yönetilebilirdi, yönetilmeliydi.

Belki de yanılıyorumdur, ancak ‘siyasi mobbing’e de anonim bir yazının sosyal medyada dolaştırılmasına da gerek yoktu bence.

Şu meşhur ‘bilmediğiniz şeyler var’ cümlesinden de bahsetmek isterim.

Kesinlikle bu kez öyledir. Bilmediğimiz, bilmek de istemediğimiz şeyler olmasa işler zaten bu raddeye gelmezdi.

Peki, bundan sonra ne olacak? Yaşayalım, görelim. Ancak yeni seçilecek AK Parti Genel Başkanının ve dolayısıyla başbakanın anayasa ve başkanlık sistemi konusunda gazı kökleyeceği kesin. Bunun Türkiye’ye çok büyük katkı sağlayacağı da kesin.

yazının devamını okumak için…