‘Ümmet bilinci’ni anlatmak bizi aşar

Yazarlar
Prof DR. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı… Karabük Üniversitesi Mavera Grubu gençleri bizden bu isimle bir konuşma istediler. Böyle bir konuyu başka birisinden, mesela Atasoy ...
EMOJİLE

Prof DR. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Karabük Üniversitesi Mavera Grubu gençleri bizden bu isimle bir konuşma istediler. Böyle bir konuyu başka birisinden, mesela Atasoy Müftüoğlu Ağabey’den istemeliydiler. Beni aşan bir konu olduğunu bile bile kabul ettim. Onlara söylediklerimi özetlemek istiyorum. Belki bir işe yarar ya da düzeltme alırız diye.

Ümmet müminlerin kardeşliğinden doğan en üst birlikteliktir. İmam, üm/anne ve emâm/ön kelimeleriyle aynı kökten. Tabii ki ümmet, imamdan ve ümden tamamen farklı bir kavram. Ama anlamının bu iki kelime ile ilişkilendirilmesi de alakasız değil. Bu durumda ümmet, hem bütünü temsil eden bir imamı olan, hem bütün ırkların ve kavimlerin bir anne gibi son sığınağı, hem de önde olan, izlenen bir birliktelik. Yani yukarıya doğru hep birleştiren, ayrıştırmayan, böylece çoğu bir yapan, tevhide götüren bir insanlık ailesi.

Zaten Tevhit, yani her şeyin O bir olandan çıkmış olduğu bilinci İslam’ın bütün inanç, ibadet ve eylem sisteminde varolan çok belirgin bir özelliktir. İbadetlerin başı olan namazda bu çok açık olarak görülür. İki kişi bir araya gelse namaz kılarken bir cemaat oluştururlar. Yani ikisi bir olur. Mahalle camiinde bir cemaat, Cuma ve bayramlarda daha büyük bir cemaat ve hepsi bir merkeze, Kâbe’ye dönük, bütün dünya Müslümanlarıyla hep beraber bir birliktelik oluşturulur. Irklar ve bölgeler üstü bir kardeşlik, hep aynı Bir’in yolcusu olarak. Bir Japon’la, bir Afrikalı ile bir İngiliz’le aynı safta namaz kılmak ne muhteşem bir duygudur, tadan bilir.

Ne var ki, bu duyguyu yaşamak ve ‘ümmet bilinci’ne ulaşmak için önce sağlam bir Allah tasavvurunun olması gerekir. Her şeyin yaratıcısı, her şeyi bilen ve duyan, her an gözeten ve her oluşa müdahil bulunan bir Allah (cc). Her canlı hayatını O’nun Hay isminden alıyor. O’nunla irtibat bir an kesilse canlılık diye bir şey kalmaz. Ve biz O’nu ancak kendi isimleriyle tanıyabilir, tanrılardan ayırabiliriz.

Her fırsatta tekrarlamamız istenen ‘sübhanillahi ve bihamdihi’ cümlesi O’nu bize tanıtan en anlamlı sözlerden biri. Sübhan tespih etme, O’nu bütün yanlış tasavvurlardan tenzih etme yani Allah’ı olduğu gibi tanıma demek. Hamd ise yaşadığımız bütün nimetlerin, bütün varoluşların O’ndan olduğunu bilme demek. Birincisine tevhid’i ulûhiyet, yani mabud ve ilah olarak bir O’nu bilme, ikincisine de tevhid-i rububiyet, yani rab olarak besleyip yaşatan olarak bir O’nu bilme denir.

Böyle bir Allah tasavvuru elbette ancak peygamber yoluyla öğrenilebilir ve Ahirete şeksiz bir imanla tamamlanır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde ‘müminler Allah’a ve Ahiret gününe iman ederler’ buyurulur. Aslında Allah’a iman Ahirete imanı da içerir, ama onun da özellikle zikredilmesi, çabuk silinebilen bir özelliğe sahip olmasından olmalıdır. Gerçekten de herkes Allah’a inandığını söyler ama Ahirete gelince, ‘ne bileyim, öyle deniyor’ moduna girilir. Ahiret inancının en büyük düşmanı dünyevileşme ve cennetini dünyada iken yaşamak istemedir. Bu sebeple Yahudilerde Ahiret inancı çok silik ve belirsizdir. Müslümanların da çoğu bu hale gelmiştir.

Kısaca çok sağlam bir Allah bilinci olmadan ümmet bilinci de olmaz.

Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde şöyle cümleler geçer: ‘Her ümmetin bir resulü vardır, hiçbir ümmet yoktur ki, ona bir uyarıcı gelmiş olmasın’. O halde ümmet bir peygamberin imamlığında toplanmaları istenen insanlardır. Önceki peygamberler hep belli kavimlere gelmiş bölgesel peygamberler, ümmetleri de bölgesel ümmetler iken, Hz. Muhammed bütün insanlığa gelmiş son peygamberdir. O halde bütün insanlar onun varsayılan ümmetidir. Bunu kabul edenlere ümmet-i icabet, etmeyenlere de ümmet-i davet denir. Yani biri onun davetine icabet edip kabul etmiş, diğeri davet edilmiş ama kabul etmemiş demek. Ama yine de onun ümmeti.

Kur’an-ı Kerim Hz. İbrahim için; “O tek başına bir ümmetti, Allah’a boyun eğmiş ve batıldan bütünüyle uzaklaşmıştı, şirk koşmuyordu, Allah’ın nimetlerine şükrediyordu…” (Nahl 16/120) buyrulur. Demek ki, bazen tek kişi bile bu özelliklerle ümmet oluverir. Görüleceği gibi bunların hepsi de Allah tasavvuru ile ilgilidir.

yazının devamını okumak için…