Terörle mücadelede algı sorunu

Yazarlar
Ahmet Taşgetiren’in Star gazetesindeki yazısı… İstanbul’da taksi şoförlüğü yapan Diyarbakırlı bir vatandaş acaba Doğu-Güneydoğu’da olan bitenleri nasıl algılıyordur? Mesela şöy...
EMOJİLE

Ahmet Taşgetiren’in Star gazetesindeki yazısı…

İstanbul’da taksi şoförlüğü yapan Diyarbakırlı bir vatandaş acaba Doğu-Güneydoğu’da olan bitenleri nasıl algılıyordur?

Mesela şöyle bir cevapla karşılaştığınızda ne düşünürsünüz?

– Devletin tankla topla girdiği bir ilçe harabeye dönmez mi?

Aklınıza hemen örgüt militanları tarafından kazılan hendekler gelir, sokaklara yerleştirilen patlayıcılar gelir, şehitler gelir, şehit cenazeleri, babaların, evlatların, eşlerin, nişanlıların arkasından dökülen gözyaşları gelir “Acaba İstanbul’daki Diyarbakırlı vatandaş bunları düşünmez mi” sorusu gelir.

Avrupa’da, Amerika’da iseniz, Türkiye’nin Doğu-Güneydoğusunda yaşananlar çok daha problemli okunur:

– Devletle Kürtler arasında savaş, denir mesela Batı medyasında… Devlet kuvvetleri şu kadar Kürtün öldürüldüğünü açıkladı, diye yazılır, söylenir mesela.

Siz cevap yetiştirmeye çalışırsınız:

– Aksine, devlet kuvvetleri orada bir terör örgütünün Kürtler üzerinde silah zoruyla hakimiyet kurmasını önlüyor, güvenlik güçleri örgütün Kürtlere zulmetmesini önlüyor, dersiniz.

Algı, ah şu algı. Onu bir türlü ülkemiz lehine çeviremedik.

Bizim için çok haklı görülen gerekçeler, varıp, algılara tosluyor.

Anlaşıldığı kadarıyla Bakanlar Kurulu’nun son toplantısında “kamu diplomasisi” bir kere daha gündeme gelmiş.

En son Biden’la görüşmesinde Başbakan “Amerika’nın herhangi bir kasabasında El Kaide hendekler kazsa, sokaklara bomba döşese bu kabul edilebilir mi?” diye sordu. Acaba anlaşıldı mı bu çok güçlü argüman ABD Başkan Yardımcısı tarafından?

Bu soru bazen “Her şey anlaşılıyor ama anlamak istenmiyor olabilir mi?” şeklinde de sorulabilir.

Bazen seçici algı ile karşı karşıya kalıyorsunuz.

Her şeye rağmen, algıların sağlıklı oluşması için çaba göstermek zorundasınız.

Teröre karşı mücadelede bu durum, çok daha hayati bir önem arz ediyor. Çünkü öncelikle içerdeki duyguların yönetimi söz konusu. Üstelik ikili bir dünyanın duyguları söz konusu.

Bir yanda güvenlik güçlerinin kayıpları var. Onların silah arkadaşları var, yakınları var ve duyarlı çok geniş toplum kesimi var. Her birinin duygu karmaşasını dikkate almak zorundasınız. Sonuçta her şey can pahasına yaşanıyor.

Öte yanda bu mücadeleden etkilenen sivil halk var. Evini, sokağını, hatta şehrini kaybetmek zorunda kalan, bazen nereden geldiği belli olmayan bir kaza kurşununa hedef olan ve “Bundan kim sorumlu?” sorusunu cevaplandırırken kafası karışan sivil halk var. Dün köylerini terk eden sivil halk gibi bugün evini, sokağını, şehrini terk eden sivil halk aynı duygu tahribatını yaşarsa diye kaygılanmak lazım.

Ve “Etkisiz hale getirilen örgüt mensupları”nın yakınları… Yıllar içinde bu alan da geniş bir sosyal zemin haline gelmiş. Oğuldur, yeğendir, şudur budur… Gittikleri yolu ne kadar benimsemezseniz benimsemeyin ama nihayetinde onun cenazesi önünüze geldiğinde sahiplenmemek mümkün olmuyor.

Hükümet, şu son güvenlik operasyonlarında terörle mücadeleyi olabildiğince hassas yürütmeye çalıştı. “Siviller asla zarar görmemeli” duyarlılığı ile hareket edildiğini biliyoruz. Ama barikat yıkmak için, güçlü bombalara karşı korunmak için tank sokuyorsunuz sokağa ister istemez. Ve günlerce sokağa çıkılamıyor. Ve ister istemez evlerde terörist arıyorsunuz.

Bu durumda sivil alanı korumanın imkanı yok.

Zaten onun için ilçeler boşalıyor.

yazının devamını okumak için….