Şiddet, duygusal kopuş, muhafazakarlık

Yazarlar
Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı… Güneydoğu illerinde yaşanan şiddet, çatışma ortamında kimin suçlu, kimin az suçlu olduğu meselesi ilkesel olduğu kadar siyasi bir konudur. Maa...
EMOJİLE

Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Güneydoğu illerinde yaşanan şiddet, çatışma ortamında kimin suçlu, kimin az suçlu olduğu meselesi ilkesel olduğu kadar siyasi bir konudur. Maalesef herkes kendi siyasal, ideolojik tutumuna göre tavır alıyor. Benzer biçimde “barış süreci”nde masayı kim devirdi sorusuna verilen cevaplarda olduğu gibi. Gerçekte kim ilk kurşunu sıkmış, “artık bitti” demiş olursa olsun sonradan yapılan yorumlar daha çok siyasi sonuç almaya yöneliktir.

Barikatlarla mahalleleri, sokakları bölerek bağımsızlık, özerklik oyunu oynanmayacağını dünya ve Türkiye’ye dair gerçeklikle ilişkisini koparmamış olan herkes bilir. Fizik şartlar ve dengeler açısından bu türden bir denemenin devlet refleksini harekete geçireceğini öngörmemek imkansız. Kır gerillacılığını şehre taşımanın daha büyük kaybı göze almak demek olduğunu anlamak için geçmişe, uzağa gitmeye bile gitmeye gerek yok. Hemen yanı başımızdaki ülkede yaşanmakta olanlar yeterince ibret verici .

Tüm bunlara rağmen PKK neden böyle bir yöntemi denemekte ısrar ediyor olabilir? Evet, şehirde silahlı isyan denemesine paralel olarak parlamentoda, medyada, hatta uluslararası kamuoyunda propaganda makinesini işletme avantajını kullanmak istiyor olabilir. Nitekim topyekûn Kürtlerin katledildiği söylemi zaman zaman Batılı medya kanallarında dillendirilmiyor değil. Bir yanda silahlı yöntem işlerken diğer tarafta siyasal sistemi zorlayacak, toplumsalı harekete geçirecek kanallar en ajite bir dille çatışmaları gündeme getiriyor.

Devletin ne yapmak istediğine dair soru şu an için anlamsız kalıyor. Devlet denilen modern örgütlenme varlığı için tehdit gördüğü, otoritesini tehdit eden her yapı karşısında yaptığı gibi PKK’nın sahneye koyduğu barikatlı, hendekli öz yönetim oyununu kendi yöntemleri ile halletmeye uğraşıyor.

Yaşanan insanlık dramı, yerlerinden yurtlarından edilenler, barikatların ardında sahnelenen oyun adına rehin alınan bir halk… Diğer tarafta olup bitenleri, yaşanan acıları dünyanın başka bir ülkesinde yaşanıyor gibi ekranlardan seyreden büyük ekseriyet… Bir an evvel devletin otoritesini her ne yöntemle olursa olsun tesis edip düzeni kurmasını, “can sıkıcı olaylar”ın bitmesini bekleyen çoğunluk…

Yaşananların hiç de bu kadar basit, steril, sadece siyasi hesaplar adına kurulmuş oyunlardan ibaret olmadığını belirtmeye gerek yok. Yaşanan acılar, sönen hayatlar, perişan olan, geleceği rehin alınan bir halk var. PKK’nın tüm beklentisi de bu mağdur olmuşluğun mümkün olduğunca dramatik ve yaygın hale gelmesi. Bu durumun Kürtleri rehin alan bu siyasal silahlı hareketin stratejik ve taktiksel hedefleri olduğu çok açık.

Asıl önemli olan bu gelişmeler karşısında devletin görünen güç mekanizmalarıyla, güvenlik refleksiyle sergilediği tutumun arka planında ne türden çözümler üreteceğidir. Bu perspektifi belirleyecek olan faktörlerin sadece iç güvenlikle ilgili olmadığı, uluslararası boyutunun da gözardı edilmemesi şart.. Hepsinden önemlisi sosyal, kültürel ve insani boyutta, daha doğrusu devletin halka bakışında temel bir dönüşümün olup olmadığıdır.

Asıl mesele Müslüman Kürt halkının tarihi hafızası, Müslümanlıkla şekillenmiş varoluş şartlarıyla olan ilişkisinin sürdürülüp sürdürülemeyeceğidir. Bu sorun, “Kürt siyasal hareketi” ifadesiyle defacto temsiliyeti ele geçiren bir örgütlenmenin Müslüman halkın vicdanına koyduğu siyasal ipoteğin daha ne kadar devam edeceğiyle ilgilidir.

Diğer tarafta genelde muhafazakâr kesimin, özelde Müslümanca duyarlılık sahibi dinamizmin siyasal iktidar bağlamında devletle özdeşleşmesi sorununun bu çatışmalarla birlikte ortaya çıkaracağı sonuçlar pek konuşulmadı. Özellikle 90’lı yıllarda ortaya çıkan, askeri yöntemlerin öne çıktığı her türlü karanlık operasyonun meşruiyet kazandığı vesayet sisteminden farklı bir durum var.

Askeri bürokrasinin her tür temel politikayı, dolayısıyla PKK ile mücadele yöntemlerini belirlediği dönemde muhatap belli idi. Kürtlerin devlet eliyle işlenen şiddete karşı tepkilerinin muhatabı olarak, kolayca devletin derin yapıları, genel anlamda da askeri vesaqyeti işaret ediliyordu. Siyasal anlamda muhalif, eleştirel, alternatif olma iddiasındaki Müslüman duyarlılığı bugün muhafazakârlaşarak devletle özdeşleşmiş durumda. Muhtemelen müesses nizamın toplumsal destek anlamında bu denli dinamik bir kesime ulaştığı nadir momentumlardan biri yaşanıyor.Bir yanda devlet muhafazakâr şapkası ile görünürken sistem dışında kalan, muhalif, eleştirel kesim ise sistemle uzlaştırılarak rakip olmaktan çıkmış oldu.

Bu durumun uzun vadede Türkiye’nin toplumsal, siyasal dönüşümü açısından nasıl sonuçlar vereceği konusu ayrıca derin analizlere muhtaç. Ancak yaşanmakta olan çatışmalarle alakalı sonuçları üzerinde yeterince düşünüldüğünü sanmıyorum. Kendini mağdur ve saldırı altında gören/gösterilen Kürt kesimlerin fail olarak işaret ettikleri kitlenin Müslümanlığının öne çıkarılması… yani, sertleşen çatışmalarla belli kesimin bu topraklarla duygusal bağı koparken aynı zamanda yaşananların sorumlusu olarak Müslümanlık gösterilmektedir. 

yazının devamını okumak için…