Şehirlerin sonu

Yazarlar
Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı… Prizren’de, akademisyen ve edebiyatçılardan oluşan bir grupla Kosova’nın geleceği ve tabii ki geçmişi, Türk azınlık, Arnavutlar, M...
EMOJİLE

Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Prizren’de, akademisyen ve edebiyatçılardan oluşan bir grupla Kosova’nın geleceği ve tabii ki geçmişi, Türk azınlık, Arnavutlar, Müslümanlık gibi Balkanların kadim meselelerini konuşurken bazı şeyleri ilk kez dinlemiş gibi oldum. Hep bildiğimizi var sayıp farkında olmadığımız bazı ayrıntıları hayret makamında dinledim. Sohbete katılanlardan bir yazarın, eski Yugoslavya özleminin çekinmeden altını çizerken, yaptığı bir tespit çok çarpıcıydı. “Bağımsızlığımızı kazandık ama rezervasyon kampına alındık. Tıpkı Amerikalıların Kızılderililere uyguladığı rezervasyon kampında gibiyiz, bir tarafa kıpırdayamıyoruz. Yugoslavya bir tür Osmanlı modeliydi, dağılınca küçük kamplarımızda hapsolduk.”

Sırp milliyetçiliğinden kurtulup küçük bir ülkeye bağımsızlık adına hapsolmak duygusunun ne demek olduğunu kavramaya çalıştım bir an.

Ertesi gün, Prizren’in sisli sabahlarından biriydi. Sabahın erken saatlerinde, daha henüz kimselerin caddelere dökülmediği, sabah namazından sonraki vakitte Ak Dere’ye bakan otelden çıkıp şehre daldım. Şehir, sokaklarında kaybolacak kadar büyük değildi ama sokağa çıkmamla adeta görünmez oldum. Yoğun sis perdesi bu tarihi şehrin sükûnetini daha da derinleştiriyor, adeta gizemli bir örtüye dönüştürüyordu.

Şehrin ortasından geçen Ak Dere’nin suları sis perdesi ardından yavaş yavaş kendini hissettirmeye çalışan güneşin ışıkları altında gümüşi bir renk almaya başlıyordu. Dere boyu ilerleyip tarihi taş köprünün önünde bir an durdum. Şehir sanki terkedilmiş, sessiz uykusundan henüz uyanmamış gibiydi. Taş köprünün ıslak taşları, geri planda biblo gibi yükseğe konmuş Sinan Paşa’nın silueti belli belirsiz seçilebiliyor. Köprü ile Sinan Paşa Cami arasındaki detaylar sis perdesi altında kalmış, sanki tarihten bir yaprak resim gibi önüme düşmüştü.

Taş köprünün hilali andıran kavisini tırmanıp karşı tarafa geçtiğimde sisler ardında Şadırvan Meydanı adeta büyük bir boşluk gibi karşıma çıktı.

Ortadaki çeşmeden akan suyun şırıltısı bir yudum da olsa içmeden geçme diyor gibi… Saraybosna Gazi Hüsrev Camii köşesindeki çeşmeye yüklenen anlam burası için de geçerli. Birbirinden mi aldılar yoksa Balkan şehirlerinin ortak masalsı tahayyülünü bilinmez.

Şadırvan Meydanı etrafındaki ağaçların dalları henüz dökülmemiş yapraklarına sığınmış, geceden kalma sandalyeler henüz açılmamış. Tek tük de olsa, şehri bir ucundan diğer ucuna yürüyerek geçen yayalar, metropollerde unuttuğunuz insani hayat tarzından bir işaret taşı gibi beliriyor sislerin içinden.

Şehrin siluetine damgasını vuran Sinan Paşa Camii cadde kenarında olmasına rağmen yüksekçe bir masaya yerleştirilmiş gibi. Dik merdivenlerden küçük son cemaat yerine tırmanıyor, belirsizce akan dereye, çınarlara, Şadırvan Meydanı’nın henüz karanlık boşluğuna bakıyorum.

Karşı kıyıda belli belirsiz kırmızı kiremit çatılı evlerin arasından yükselen minareler, arada sıradışı kaç kat daha yüksek binalar…

Dere boyu tarihi evlerin arasından ilerleyip Prizren Birliği’nin önünden geçerken bir tarih albümünün sayfaları açılıyor… Osmanlı’dan kopuşun, Arnavut milliyetçiliğinin merkezi olarak yeniden icat edilen bu bina Müslüman Osmanlı Arnavutlarının talepleri için oluşmuştu. ‘Geleneğin yeniden icadı’na iyi bir örnek. Her ulusçu hareket gibi Arnavut ulusçuları da tarihi yeniden okuyorlardı. Arnavutlarda geleneğin icadı, Türklerde gelenek nostaljisi iç içe burada.

İşte Maraş’a geldim. Dev çınar adeta kollarını açmış gibi. İlerde henüz beliren gün ışığı sisler arasında bir zaman tüneli sanki.

Ağaçların oluşturduğu sonu belli belirsiz bu tünel hem zaman hem mekan anlamında insanı gerçeklik bağlarından koparan çağrışımlara davetiye çıkarıyor.
Ama birden yalın gerçekle karşı karşıya kaldım… Şehir bitmişti. Şehrin sonuna gelmiştim. Yürüyerek bir şehrin sonuna ulaştığımı farkettim.
İnsanın sınırlarına ulaşmıştım sanki.

yazının devamını okumak için…