Reina katliamının düşündürdükleri

Yazarlar
Prof.Dr. Süleymen Seyfi Öğün’ün Yenişafak gazetesindeki yazısı… Terör sağanağı devam ediyor. Bu defâ yeni senenin başlangıcında bir gece kulübünü hedef aldılar. Onlarca kişinin ölümüne ve ...
EMOJİLE

Prof.Dr. Süleymen Seyfi Öğün’ün Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Terör sağanağı devam ediyor. Bu defâ yeni senenin başlangıcında bir gece kulübünü hedef aldılar. Onlarca kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açan sansasyonel bir terör eylemine imza attılar. Türkiye, böylelikle bir defâ daha “vuruldu”…

Elbette ” son olur” umudumuzu ve temennimizi koruyacağız. Ama Türkiye’yi bu tarz eylemlerin odağına alan bir sürecin devâm etmekte olduğundan endişe etmek için çok sayıda sebep mevcut olduğunu kabûl etmeliyiz.

Evvelâ sürecin kendisine bir bakmak gerekiyor. Terör için son derecede müsâit bir uluslararası ortamın var olduğunu görelim. Batı merkezli “uygarlık” normlarının en fazla açık verdiği bir süreç bu. “Uygarlık” elbette ahlâkî temelde, söylemsel olarak “terörü” lânetliyor. Ama orada duruyor. Sonrası gelmiyor. Tam bir acziyet durumu bu. Uluslararası hukuk, belki bir metinler manzumesi olarak görece bir müktesebat kazanmış durumda. Ama bu hukûku işletecek; geniş katılımlı, dengeli bir sâhiplenmeye ulaştıracak normatif bir güç yok. Hukuk ilkesel bir yapıdır. Hukûkun ilkeleri eğer doğru ve kesin tanımlanıp normatif bir güce kavuşturulmazsa hiçbir anlamı kalmaz.

Uluslararası hukûkun normatif eksikliğini nasıl yorumlayacağız? Târihsel süreçler tamâmen güç ilişkilerine dayalı ve keyfî olarak işliyor. Bu aynı zamanda “hukûkun siyâsallaşması” sonucunu veriyor. Hâlbuki; yine bahsedilen “uygarlığın” akıl yürütmelerinin adandığı bir izlekte tam tersinin olması; yâni “siyâsetin hukûkîleşmesi” beklenir. İç siyâsetlerde bu bir dereceye kadar mümkün olabiliyor. Siyâsal eylemlerin hukûka uygunluğu; mutlak veyâ mükemmellik düzeyinde olmasa bile sağlanabiliyor. Ulus-Devletlerin yargı gücü; emniyet kuvvetleri ve ordusu bunu içeride sağlayabiliyor. Ama uluslararası ilişkilerde bu tersine dönüyor. Hâsılı işin “altı” ile “üstü” ; “içi” ile “dışı” tutmuyor.

Târihsel pratik bunun sayısız ispatlarıyla yüklü. Aslında bu yolda herhangi bir niyet de mevcût değil. Eşitsiz dünyâ sistemi siyâsetin hukûkîleşmesine zerrece imkân tanımıyor. Bu yolda atılmış en dikkât çekici oluşum olarak BM, daha kuruluşta sakatlanıyor ve inandırıcılığını kaybediyor. Ulusların eşitliği ideali daha baştan bozuluyor. Beş gücün vesâyetinin hâkim olduğu ters bir işleyiş doğuyor. Birinin terör olarak gördüğünü, bir başkası öyle görmüyor ve terör için son derecede müsâit bir iklim doğuyor. Birisi için “kurtuluşçu bir kahramân” olan; bir başkası için “eli kanlı terörist”e dönüşüyor. Gelin de “ayıklayın pirincin taşını”…

Terör siyasâl temelli şiddet kullanımı târihinin en son halkasıdır. Aradaki fark bir endüstrileşme farkıdır. 19. Asır anarşistleri bir dereceye kadar “ahlâkî” açıdan güçlü sayılabilecek bir zeminde hareket ediyorlardı. Romantizm onların en büyük motivasyon kaynağıydı. İşte aldatıcı olan da buydu. Aslında bütün yaptıkları “yüce bir amaç” adına her türlü aracı meşrû görmekten başka bir şey değildi. Düşündüğümüz zaman, bunun Makyavelciliğin “tersten onaylanması” olduğunu görebilmeliyiz. Bilindiği gibi Makyavel’in bütün tavsiyeleri “reel politik” temelliydi. Ahlâkî bir iddia taşımıyordu. Tam tersine, Makyavel, siyâset ile ahlâk arasında bir ilişki kurmayı esas alan “moral politik” anlayışına kesin bir şekilde karşı çıkıyordu. Belki ilk bakışta haklı sayılabilecek gerekçeler ileri süren moral politik arayışlar-19.Asrın romantik isyancılarında olduğu gibi- şaşırtıcı bir şekilde reel politik için geçerli olan ahlâk dışı bir stratejiyi, bu defâ moral amaçlar için devreye sokmuş oluyordu. Daha özlü bir şekilde söyleyecek olursak, orijinali “ahlâk dışı” bir iddiaya dayanan akıl yürütmeyi ahlâkî amaçlar için seferber etmek gibi tuhaf bir yorumdu bu.

Mâhir Çayan’ın arandığı günlerde solcu bir büyüğümüz, onların şiddet kullanımını meşrûlaştıran düşüncelerinin idealleriyle ne tür bir ilişkisi olabileceğini sorduğumda; “evet belki yolları yanlış, ama bu çocuklarda mangal gibi bir yürek ve katıksız bir adâlet duygusu var” demişti. Bu cevâp beni o günlerde de tatmin etmemişti. Ama bugün daha net görüyorum ki, bütün olup biten Makyavelciliğin yeniden üretiminden başka bir şey değil.

Postmodern terör elbette söyleminde, en azından kendi militanlarını motive etmek için romantik ezberlerini sürdürüyor. Ama inandırıcılığı yok. Bugün terör plastik ve endüstriyel bir oluşum. Bunun bir piyasası var. Hâkim Dünyâ Sistemi asla devrimden ve terörden korkmadı. Hattâ uzun boylu ciddiye bile almadı. Tam tersine …

yazının devamını okumak için…