Ortadoğu’nun yeni siyonistleri

Yazarlar
Merve Şebnem Oruç Yenişafak gazetesindeki yazısında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunu değerlendirirken, şehitlerimizin istatistik olaraka kalıp kalmayacağını böyle zamanlarda takınaca...
EMOJİLE

Merve Şebnem Oruç Yenişafak gazetesindeki yazısında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunu değerlendirirken, şehitlerimizin istatistik olaraka kalıp kalmayacağını böyle zamanlarda takınacağımız tavrın belirleyeceğini söyleyerek “ABD, 11 Eylül sonrası okyanus ötesinden kalkıp savaş başlatabiliyorsa, bizim ulusal güvenliğimizi tesis etmeme gibi bir lüksümüz olamaz.”diyor. İşte o önemli yazı……

Avrupa’da 19. yy’da doğan fanatik ve milliyetçi yeni bir hareketin kurucuları, ideallerini, yani bir Yahudi devleti kurma fikrini gerçekleştirmek için zamanın süper güçleriyle görüşmeye karar verdi. Hareketin kurucusu Theodor Herzl, Filistin topraklarını kendilerine satması karşılığında Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamid’e 150 milyon İngiliz Sterlini önerdi. Abdülhamid Han bunu reddetti. İngilizlerse, Amerikalı Yahudilerin, ABD’yi kendi taraflarında 1. Dünya Savaşı’na sokmaya ikna edecekleri sözünü alarak, Siyonist hareketle işbirliğini kabul etti.

Sonrasında Abdulhamid Han’a yapılanları biliyorsunuz. Ardından köpürtülen milliyetçilik, gençlik hareketleri, isyanlarla beraber Osmanlı’nın zayıflatılışını da… Tarihi kazananlar yazdığı için pek konuşulmaz ama, o yıllarda başlayıp 1. Dünya Savaşı sonuna kadar devam eden süreçte, Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Kırım’da milyonlarca Müslüman mülteci, yani muhacir durumuna düştü, bir daha yurtlarına dönemedi. Osmanlı toprakları cetvelle çizilip parçalanırken Büyük Suriye’de, Kuzey Afrika’da, Yemen’de Müslüman Müslümana düşman edildi, milyonlarca Müslüman hayatını kaybetti.

Osmanlı yıkılmış ve Türkler Kurtuluş Savaşı mücadelesine başlamışken, Büyük Suriye vilayetinden koparılmış Filistin, İngiliz yönetiminin kontrolünde manda olmuştu. Sıra Avrupalı Yahudileri, İngiliz kontrolündeki bu topraklara göç ettirmedeydi. Ama bir sorun vardı, “Topraksız millet için milletsiz toprak” sloganları, ödüller, teşvikler, Filistin’deki Yahudi sayısının istendiği kadar artmasını sağlamıyordu. Yıllar boyu verilen çabalar sonucu bir arpa boyu yol alındı.

Ancak 2. Dünya Savaşı sonrası Naziler sayesinde istenen kıvama erişildi ve Filistin’deki Yahudi popülasyonu arzu edilen seviyelere çekildi. Derken 1948’de İngilizler, artık bu toprakları kontrol edemeyeceklerini ilan ederek çekildi. Ertesi günü Siyonistler İsrail Devleti’nin kurulduğu ilan etti. İlk Arap-israil Savaşı başladı ve Nakba’ya beraber yüzbinlerce Filistinli Filistin’i terk etmek zorunda kaldı. Sistematik bir şekilde o yıllarda başlayıp bugüne kadar hala devam eden demografi değişimiyle, Filistin’de yüzlerce Arap köyü boşaltıldı, katliamlar gerçekleşti ve etnik temizlik yapıldı. Yüzbinlerce Filistinli mülteci durumuna düşerken direnenler terörist ilan edildi.

Dönemin Türkiye Cumhuriyeti, İsrail devletini başta tanımamış olsa da, Birleşmiş Milletlerin önce ateşkes, sonra barış planlarıyla devreye girmesiyle tutum değiştirmek zorunda kaldı. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve tek parti rejimi, Batı’nın baskısı ve Sovyetler tehdidi ortasında kalan Türkiye için en doğru çözümün İsrail’i tanımak olduğuna karar verdi.

Bazı uzmanlar 2. Dünya Savaşı’nın ayrı bir savaş olmadığını, 1. Dünya Savaşı’nın devamı olduğunu söyler. Bugünlerde sıkça duyduğumuz üzere bir 3. Dünya Savaşı başlayacaksa, ya da zaten başladıysa, bunun da o zincirin devamı olduğunu söylenebilir. Ya da en azından bugün Orta Doğu’da yaşanmakta olan olayların, Osmanlı’yı parçaladıktan sonra oluşan boşluğu önce manda yönetimlerle, ardından diktatörlüklerle doldurmaya çalışanların, burada yaşayanların hayatlarını hiçe saymaları sonucu olduğunu söyleyebiliriz.

Arap sokaklarının özgürlük, hak ve adalet talepleriyle başlayıp kan gölüne dönüşen hali, şüphesiz, yakın tarihin gerçeklerinden ayrı değerlendirilemez. Bunun yanı sıra, 100 yıl öncesinde yaşananların bugün yaşananlarla gösterdiği benzerlikler de olana bitene anlam yüklerken bize ipuçları verebilir.

Her daim rakip bildiğimiz Batı ve Rusya’yı, rekabetleri devam ediyor olsa da, mevzubahis dünya savaşları sırasında ve İsrail’in kuruluşunda aynı cephede gördük. Bugünse Arap devrimlerinin mezbahaya döndüğü çatışma alanlarında yan yana görüyoruz, bir de PKK/PYD meselesinde. Türkiye ise diğer tüm açmazların yanı sıra, gerek Abdülhamid Han gerek ismet İnönü döneminde İsrail konusunda olduğu gibi, bugün önce PYD’yi ve ardından kurulacak bir PKK devletini tanıma baskısıyla karşı karşıya.

Her gün yaşanan çatışmalara ve şehit haberlerine, Devlet Mahallesi’nde yaşanan son saldırı ve yeni şehitler eklenmişken bunların ‘sadece bir mesaj’ olduğunu düşünmek yerine adı konmamış bir savaş olduğunu söylenebilir. Çözüm ve barış isteyen, birlikte yaşamak isteyen Kürtleri son iki yılda aralıksız “Türkiye IŞİD’i destekliyor” ve “Erdoğan Kürtlere savaş açtı” propagandasıyla, tıpkı yıllar önce Siyonistlerin Yahudileri göçe ikna ettiği gibi ikna etmeye çalışan PKK, ABD’yle beraber PYD, PKK, YPG, TAK, HPG ve benzeri üç harfli kelime oyunlarıyla kafa bulandırma oyunu oynarken Suriye’de köylerini elinden aldığı, etnik temizlik yaptığı alanlardaki sivil, muhalif Kürt, Türkmen, Arap herkesi “IŞİD” ya da en kötü “Nusra” militanı diye etiketleyerek harikulade bir çalışma yürütüyor. Propaganda mekanizması ise, sınırın bu tarafında “Savaşa hayır” derken Türkiye’nin ölen ve mülteci durumuna düşen insanlar konusunda elini kolunu bağlayıp, sınırın öte tarafında “Yürüyün aslanlarım, acımayın” şeklinde bir savaş çığırtkanına dönüşüveriyor.

Orta Doğu’nun yeni Siyonistleri bunu yaparken, Türkiye’nin aydın müsveddeleriyse zamanın Jön Türkleri gibi Abdulhamid Han’a yaptıkları gibi Erdoğan’a yapmadıklarını bırakmıyor, en aklı başında olanları ise, hükümete İsrail’i tanıyan 1949 iktidarının yaptığını yapması gerektiğini söyleyip, korkaklığı akıllı dış politika diye dayatıyor.

yazının devamını okumak için…