Ölüm üzerine

Yazarlar
Abdurrahman Dilipak  Yeniakit gazetesindeki yazısında ölüm ve Mustafa Koç’un cenaze merasimini yazıyor… Her nefis ölümü tadıcıdır. Ondan geldik, O’na döndürüleceğiz. Bu dün...
EMOJİLE

Abdurrahman Dilipak  Yeniakit gazetesindeki yazısında ölüm ve Mustafa Koç’un cenaze merasimini yazıyor…

Her nefis ölümü tadıcıdır.

Ondan geldik, O’na döndürüleceğiz.

Bu dünyada kim ne yaptı ise, yaptığı iyilik ya da kötülüğün karşılığını tam ve eksiksiz olarak görecektir.

Bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız her şeyin bir karşılığı var. Yaptıklarımız ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın karşılığı olarak ya kendi cennetimize sırtımıza tuğla taşıyacağız ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyacağız.

Hiçbir doğum ya da hiçbir ölüm ne bir saniye önce ve ne bir saniye geçtir. O Allah’ın hükmüdür ve bu işler tam zamanında gerçekleşir. Herkesin bir eceli olduğu gibi, bir rızgı vardır.

Allah her şeyi, görmekte, duymakta, bilmektedir. Hüküm sahibidir.

Şunu hiç unutmamak gerekir ki, bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız her şeyden hesaba çekileceğiz.

Ecel deyince, birçok kişi, onu bir “ölüm emri” gibi görüyor. Evet bu anlamı var, ama aynı zamanda bu emir, o saate kadar sizi hiç kimsenin öldüremeyeceğinin garantisidir. Hz. Ali öyle diyordu: “Ecelim ömrümün kefilidir. Ecelim gelmeden beni kim öldürebilir, ecelim gelmişse beni kim yaşatabilir.”

Ölüm korkulan bir şey değil bizim geleneğimizde. “Ölüm asude bir bahar ülkesidir bir rinde”. Aslında “kaybolan bir hayat” yok. Geldiği yere döndü. Ölümlü dünyadan ölümsüzlüğe yükseldi. Çünkü biz dünyaya indirildik. Ölüm, şeb-i arus ya da vuslat olarak da görülebilir.

Cenaze namazı bir “veda partisi”, ya da “tören” değil. Din seremoni, ritüel ya da ikonlardan ibaret değil. Tabuta sancak, bayrak örtülmesi kişinin manevi kişiliğini artırmaz ya da eksiltmez. Sancağın kenarına iliştirilen futbol takımı bayrağından daha anlamlı değil.

Vakit namazını kılmayıp, dışarıda cenaze namazı kılmak için bekleyen ya da cenaze namazına da katılmayıp, olup biteni seyreden, katıldığı halde çevresine bakıp, çevresindekilerin yaptıklarını taklit edenlerin bu yaptığı ne kendilerine, ne de namazını kıldıkları kişiye bir fayda sağlamaz.

Fötr şapkası ile namazda safa girenlerin yaptığı, çevredekilerde, ekrandan izleyenlerde nasıl bir etki uyandırır bilmem.

Ölünün de dirinin de özel hayatı bizi ilgilendirmez, ama eğer iyi ya da kötü örnek oluyorsa ya da yaptıkları, söyledikleri ile etkisi hâlâ devam eden bir şey yapmışsa evet o zaman bizim de yaptıkları üzerine söyleyecek sözlerimiz olabilir.

Kuşkusuz birilerine olan düşmanlığımızın bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerekir..

Ölüm, anlayan için en önemli ibret dersidir.. Ağzımızın tadını kaçıran ölümü sıkça anmamız gerekir.

Biz hepimiz öleceğiz ve bu dünyada yarım kalan hesaplar, din günü, ilahi adaletin mizanında tartılacak ve herkes hakkına kavuşacak. O gün, kiramen katibinin kayda geçtiği amel defterimiz açılacak ve bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikati bize gösterilecek..

Kişinin ölümü kendi kıyametidir.. Ebedi bir hayatı, kısacık bir ömrün heva ve hevesleri peşinde feda edenler, hayatlarını kumar masasında kaybeden müflislerdir.. Kazandıklarını sandıkları, kaybettikleri yanında bir hiçtir.

Meçhule giden bir gemi değil ölüm. Bilinen, korkutulan ve vaad edilen bir yere doğru çıkılan bir yolculuktur.. Ölen daha ilk andan itibaren hakikatin farkındadır. Münker-Nekirin sorgusu bundan sonraki yolculuğun istikametini göstermektedir onlar için. O törenler geride kalanlar içindir. O kendi yolunda yalnız başınadır artık. Kişi kendi geçmişine ve arkada bıraktıklarının haline ağlamaktadır.. Oysa ölünün arkasından gelenler bir süre sonra kendi hayatlarına dönecek ve kaldıkları yerden devam edecekler..

Ölen ölür. Onun için istenen “Allah’tan rahmet”, yani “acıma”dır. Yoksa, kimse mükemmel değildir.. Hele kulluk anlamında kişinin hayatı ortada iken.. Cenaze töreninin ya da anıt mezarın ihtişamının ahiret ölçeğinde hiçbir karşılığı yoktur.

yazının devamını okumak için….