Neden seküler Kürtler?

Yazarlar
Akif Emre Yenişafak gazetesindeki yazısında Ortaduğu’da kritik bir noktaya gelindiği,Türkiye’nin Arap dünyası ile ilişkisinin kesidiği ve yeni çatişma risklerinin ortaya çıktığına dik...
EMOJİLE

Akif Emre Yenişafak gazetesindeki yazısında Ortaduğu’da kritik bir noktaya gelindiği,Türkiye’nin Arap dünyası ile ilişkisinin kesidiği ve yeni çatişma risklerinin ortaya çıktığına dikkat çekerek çatışmaları “Ortadoğunun modernleştirme projesi” olarak okumakta fayda olduğunu belirtiyor.İşte o yazı...

Türkiye’de Kemalist seçkinlerin modernleşme projesi ulus devlet yapısı içinde tekçi bir toplum ve ulus inşası toplumda travma etkisiyle sonuçlandı. Bu ulus inşa süreci tarihsel zemine, kültürel kodlara ve sosyal dinamiklere rağmen yürütüldüğü için aşkın bir misyon edasıyla hayata geçirildi. Seküler, Marksist kökenli, Kürtçü, ulusalcı silahlı örgütlenmeler faaliyete geçince iki farklı tavır ortaya çıktı. Devletin bütünlüğüne ve ulus tanımına meydan okuyan her kalkışmaya aynı dilden cevap vermek. Diğeri ise dolaylı da olsa aydınlanmacı, modernleştirici misyon biçmek.

Olayın “terör” bağlamı bilinen hikaye olsa da bu şiddet ortamının perdelediği, zaman zaman sahneye çıkan başka bir yan senaryo da devrede oldu. O da yükselen İslamlaşmaya karşılık bölgede özellikle Müslüman Kürt halkının dini duyarlılıkları karşısında seküler Kürt örgütlenmelerin zımnen de olsa tercih edilmesi.

Askeri anlamda örgütlenmeyi ezerken, seküler yapıların Müslüman Kürtleri toplumsal olarak dönüştürücü bir işlev görmesinden dolayı hoşnutluk durumu… Nitekim ulusalcı ve liberal seküler kesimlerin PKK gibi yapılanmalara sempatisi, bu kesimlerin söz konusu örgütleri daha çok toplumsal sekülerleşmenin itici gücü olarak görmeleriyle yakından ilgilidir.

Türkiye’de seküler seçkinlerin zaman zaman dile getirdikleri gibi, dolaylı yoldan destek verdikleri bir sekülerleşme projesi olarak, Kürtler adına hareket eden seküler yapıların etkisinden rahatsız oldukları söylenemez.

Türkiye özelinde bu durum sıcak çatışma ortamında pek fark edilmese de Suriye bağlamında daha net olarak ortaya çıkmaktadır. PKK’nın Avrupa, özellikle Almanya tarafından kullanışlı sayılması sadece stratejik kullanışlılık çerçevesinden değerlendirilemez. Benzer durum Suriye için de geçerli. Sahada çarpışan taraflar arasında Batılıların destek verdiği grupların kimlikleri son derece belirleyicidir.

Stratejik kaygı ve hesapları bir kenara bırakacak olursak, kimin hangi gruba, hangi gerekçe ile destek verdiği sorusu genelde konuşulmayan bir mevzudur.

Bu gruplar içinde Suriyeli Kürt gruplardan PYD’nin öne çıkarılması, farklı Kürt oluşumlarını ezerek dominant aktör hale getirilmesi, sonuçta Suriyeli Kürtlerin temsilcisi makamına oturtulması ile bu grubun ideolojik yapısı arasında doğrudan ilişki var. Yeni Ortadoğu denkleminde Kürt faktörü bir yana, asıl mesele olarak, bu denklemde “hangi Kürt” sorusu daha önem kazanıyor. Yeni denklemde hangi grup, “iyi Kürt” tanımına dahil olabiliyor?

Tam bu noktada İslamcılık adına, İslam’ı ve İslami hareketleri terörize eden oluşumların “İslamcı terör” etiketlemesine imkan vermesinin pek çok operasyonu meşrulaştırma aracı olduğu artık çok nettir.

Gelinen noktada Ortadoğu’da mevcut siyasal haritalar ve dengeleri altüst edecek şekilde Kürt kartının sahaya sürüldüğünü görmemek imkansız. Stratejik çıkarların neler olduğu bir yana bu durumu uluslararası arenada meşrulaştıran gerekçelerin üretilmesi gerekiyordu.

Suriye özelinde Kürt kartının kullanışlı hale gelmesinin ikna edici gerekçeleri var. Bunların başında Baas rejiminin tüm Suriye halkına yaptığı baskı ve zulümden Kürt Müslümanların da payını almış olması. Hatta vatandaş olarak tanınmamaları gibi temel haklarının yok sayılmasından yola çıkarak beyaz adamın misyonunu hatırlayacaklar elbette.

Kritik soru, Suriyeli Kürt Müslümanların haklarına sahip çıkmak isteyen güçlerin neden muhatap olarak PYD’yi seçiyor olduklarıdır. IŞİD üzerinden tüm İslami grupların adeta şeytanlaştırılarak her türlü İslami talep ve duyarlılığın terörize edilmesiyle seküler Kürtçü harekete destek verilip önünün açılması birbiri ile bağlantılıdır. Yoksa azınlık hakları, özgürlükler, siyasal temsiliyet için harita değiştirmeye gerek olmadığını açıklayacak reelpolitik gerekçeler her zaman vardır.

Resmen dillendirilmese de ABD merkezli medya, düşünce kuruluşları, uzmanlar, danışmanlar düzeyinde yapılan açıklamalarda dile getirildiği üzere bunun gerekçesi bir kaç cümleye sığdırılabilir. Bunun tipik örneklerinden biri, Business Executives for National Security adlı Washington’daki kuruluşun kurucularından Stanley Weiss’in yorumunda tüm açıklığı ile göz önüne seriliyor. “PYD, IŞİD karşısında en cesur kara savaşını veren grup olmasından başka” diyor Weiss; “Vahyi bir İslamcılığa karşı alternatif olması, seküler olması, cinsiyet ayrımcılığı yapmaması, modern, ılımlı İslam algısına sahip olması…”Benzer argümanları London Book Review‘deki yazısında tersten ele alan Patric Cockburn da IŞİD yerine doğrudan “hilafet” kavramsallaştırması ile “Hilafetin sonu mu?” diye soruyordu.

Bu tanımlamalara, bir zamanlar AK Parti’yi desteklemek için kullanılan jargona benzerliklerinden dolayı, hiç de yabancı değiliz. Olay AK Parti’nin bu çizginin dışına çıkıp çıkmamasından çok, stratejik tercihleri meşrulaştırıcı unsur olarak seküler, modern değerlerin Kürt ve Suriye sahasına tekrar sürülüyor olmasıdır. Benzer şekilde Baas rejiminin hala İslamcı tehdide karşı Jakoben sekülerliği nedeniyle tercih ediliyor olmasını yeniden düşünmek gerek.

Çok farklı çıkar hesaplarının kesişim yerinde ayakta duran bir rejim, salt devlet zoruyla modernleşme işlevi hatırına değil, dengeleri meşrulaştırabildiği için de facto destek görüyor. İşlevi bittiğinde daha modern, daha seküler, küresel kapitalizme daha uyumlu alternatifler tercihe şayan olacaktır. Yoksa salt ideolojik ve siyasal tercihler tek başına bir hareketin önünü açmaya yetseydi bölgenin haritası çok farklı olabilirdi.

yazının devamını okumak için…