İstanbul kütüphaneleri

Yazarlar
Mehmet Niyazi Özdemir’in Zaman gazetesindeki yazısı… Nasıl ki kütüphanemiz Avrupa’dakilerden üstünse siyasi bakımdan üstünlüğümüz de o ölçüdeydi. Sonra siyasi ve sosyal çalkantılarla biz Avrupa’dan ge...
EMOJİLE

Mehmet Niyazi Özdemir’in Zaman gazetesindeki yazısı…

Nasıl ki kütüphanemiz Avrupa’dakilerden üstünse siyasi bakımdan üstünlüğümüz de o ölçüdeydi. Sonra siyasi ve sosyal çalkantılarla biz Avrupa’dan geri düştük. Fakat işin kültür ve medeniyette, yani kitapta ve kütüphanelerde düğümlendiğini gören bazı kıymetli şahsiyetlerimiz de bulunmaktadır. Bunlar ömürlerini bu yolda harcadılar. Birisi İsmail Saib Sencer, diğeri ise Ali Emiri Efendi’dir. Mehmet Emin Gerger, bu iki kıymetli ismi ve diğer kütüphanecileri “İstanbul Kütüphaneleri” adlı eserinde toplamıştır.

Atalarımız; “Söz uçar yazı kalır” demişler. Bayezid Kütüphanesi’nin eski müdürlerinden olan İsmail Saib Sencer Bey’e bizler yetişemedik; fakat değişik kaynaklardan kendisi hakkında bilgi sahibiyiz. Osmanlı’nın son dönemlerinde üniversitelerimiz Avrupai tarzda dizayn edilmişti. İsmail Saib Bey, tıp fakültesine kaydını yaptırmış, kısa sürede bütün imtihanları vererek mezuniyete hak kazanmış, fakat diplomasını almamıştır. Sebebini soranlara verdiği cevap ilgi çekicidir; “Kısa sürede bitirip bitiremeyeceğimi denemek istedim sadece.”

Onun gözü kütüphanecilikteydi; zira ilmin elif bası demektir; geri kalmış milletlerin önceliği kütüphaneler olmalıdır. Çünkü kültür ve medeniyetin temel taşı olan kitaplar oralardadır. Doğu’da ve Batı’da kültürümüze ait yazılan ilahiyat, edebiyat, tarih, felsefeyle ilgili birçok eserin vücuda gelmesinde, doğrudan veya dolaylı olarak İsmail Saib Bey’in yardımları olmuştur. Bunun içindir ki Helmut Von Ritte kendisine “İlmin Hatifi” demiştir; yani sesi işitilip de kendisi görünmeyen kimse.

İsmail Saib Hoca’nın ilim düzeyi çok yüksekti; konferanslarında dinleyici sayısı çok az olurdu. Yine bir gün Bayezıd Camii’nde yerli ve yabancı bir grup insana ders anlatırken dinleyiciler arasında büyük şarkiyatçı Oskar Rescher de vardı. Bir Alman Yahudi’si olan Rescher, ülkesinde şarkiyatı bitirdikten sonra ilmini geliştirmek için Mısır’a gitmiş, müteakiben İstanbul’a gelmişti. Hoca konuşması sırasında Arapça bir ibareyi manalandırırken Rescher itiraz etti. Sohbet bittikten sonra Rescher’i karşısına alıp ibarenin 14 tane manası olduğunu, burada geçen kelimenin kullandığı manaya uygun geldiğini izah eder. Hocadan çok etkilenen Rescher, onu daha yakından tanımak, iç zenginliğine vakıf olmak için sık sık hocayı ziyaret eder, hatta Müslüman olmamasına rağmen ona hürmeten bütün bir Ramazan oruç tutar, nihayet İslamiyet’le de şereflenerek  Osman Reşer adını alır. İsmail Saib Sencer vefat edince cenazesine hocamız Mahir İz de katılır, orada Darülfünun’da öğrencisi olduğu Reşer’le karşılaşır, çok bitkindir, kendisine şöyle söyler: “Benim güneşim söndü, artık bana hayat karanlıktır.” Norveç Başbakanı da, hocanın ölümünün ardından cumhurbaşkanımız olan İnönü’yü arayarak, “Dünya büyük bir ilim adamını kaybetti.” diyerek üzüntülerini bildirmiştir.

Kütüphanecilerin çok yakından bildiği ve tanıdığı bir ikinci isim de Ali Emiri Efendi’dir. Diyarbakırlıdır, aslen maliyecidir. Defterdar olarak uzun yıllar kaldığı Yemen’de iken uzak bir diyarda bulunan bir kitabı alabilmek için oraya görev çıkartmış, deve sırtında o sıcak çöllerde uzun bir yolculuktan sonra kitaba ulaşmış, kitabın sahibi de gani gönüllü biriymiş ki, kendisine “Çocuklarım bu kitabın kıymetini senin kadar bilemezler.” diyerek kitabı ona hediye etmiş.

Yazının devamını okumak için…