Günden güne değişen kimlikler, imha olan şahsiyetler

Yazarlar
Fatma Barbarosoğlu’nun Yenişafak gazetesinde,PKK terörü ve teröre tepki ortaya konulan davranışları konu aldığı yazısı… I- Yazılanların doğru okunmadığı, söylenenlerin hep y...
EMOJİLE

Fatma Barbarosoğlu’nun Yenişafak gazetesinde,PKK terörü ve teröre tepki ortaya konulan davranışları konu aldığı yazısı…

I-
Yazılanların doğru okunmadığı, söylenenlerin hep yanlış kulaklara gittiği günlerdeyiz. Belalı günler…
Yazıyı doğru okumanız için sonda söyleyeceğimi ilk başta söyleyeyim:
HDP’ ye hiçbir sempatim yok.
Ne siyasi duruşlarına yakınlığım ve yatkınlığım söz konusu olabilir ne de gittikçe küstahlaşan siyasi dillerini anlayışla karşılayabilirim.

Fakat oyunu HDP’ ye veren bir kişiye öfke duymam söz konusu olamaz.
Yapmış olduğu tercihi “düşman” yargısına çevirenlerin tavrını onaylamam söz konusu olamaz.

Kürtçü siyasete de, Türkçü siyasete de, dinci siyasete de karşıyım.
İnsanları Kürt, Türk , Boşnak diye ayırmak meşrebime uygun değil.

İnsanlara nereli olduğunu sorarım lakin etnik kökenini sormam. Merak etmem.
Mesela, Diyarbakırlı olmayı merak ederim. Diyarbakırlının Ermeni mi, Kürt mü, Türk mü, Arap mı olduğunu merak etmem.

Çocuklarım küçükken onlara esasen ailemin bir kolumun Kürt olduğunu söylerdim. Çünkü Kürt olmak ya da Türk olmanın bizim elimizde olmadığını anlatabileceğim en kolay yöntem buydu.

Etnik kimliğin içine doğarız. Tercih hakkımız yoktur. Ama iyi bir Müslüman olmak iyi bir insan olmak bizim elimizde. Ahlaki kimliğimizi biz kendimizi inşa ederiz. Şahsiyetimizi irademizle biz dokuruz.

Şahsiyetin dokusu en ziyade öfke anlarında, yıkım anlarında, yokluk anlarında ortaya çıkar.

Şimdi niye bunlardan bahsediyorum?

Yazıya başlamadan önce kendimi izah etme zorunluluğu hissettim, çünkü içinde bulunduğumuz şartlardan dolayı karşımıza çıkan herkese hem hüsnü zan beslemekten mesulüz hem de başkalarının bizim hakkımızda sui zan beslemesini engellemekten mesulüz.

Teröre karşı sokak eylemlerini endişe ile karşılıyorum.

Kürt vatandaşlarımıza karşı yapılmış olan dükkan yakma haberlerinden ziyadesiyle endişeliyim.
Endişe kelimesi duygularımı ifade etmek için yeterli bir kelime değil.
Korku içindeyim.
Yöneticilerimiz, medya mensupları, sosyal medya çağında her türlü sokak hareketinin kıvılcımdan öte bir ateş olduğunu idrak edip sorumluluk almalı.

Kendimizi ifade edecek tek bir kimliğe sahip değiliz ve kimliğimizdeki öncelikler sıralaması her an değişebilir. Birilerinin tavrı bizi bir yere ait olmaya zorlayabilir. Her türlü “zorlanma/kalkışma” için en etkili yöntem dilimizin rikkatidir.

Devlet tedbir alır. Biz vatandaşlar olarak tedbir değil selam verir, kelama eder duaya dururuz.

Başkalarına yaptığımız kötü muamelenin kişileri bir kimliğin içine nasıl hapsettiğini anlatabilmek için size 7 Haziran seçimlerinden bir tanıklığımı aktarmak istiyorum.
Baba, İslami hassasiyete sahip bir şirkette çalışıyor fakat oyunu HDP’ye veriyor. Eşi ve annesi ise AK Parti’ye veriyor. Kızı da oyunu AK Parti’ye vermeyi düşünüyor. Hayır diyor kızına “Sen okumuş insansın. Oyunu kendine vermelisin. “Kızı “kendine oy vermek” kısmını anlamıyor. Başörtüsü yasaklarından çok çekmiş olan genç kız oyunun elbette AK Parti’nin olacağını söylüyor.

“Sen bilirsin” diyor baba. “Eninde sonunda senin oyun evine dönecek.”

Genç kız seçimlere iki gün kala eve ağlayarak geliyor: “Haklıymışsın baba” diyor oyumu “kendime vermeliymişim.”

İş yerinde bir arkadaşı herkese oyunu kime vereceğini soruyor. Sıra Diyarbakırlı genç kıza gelince “Senin oyunu kime vereceğin zaten belli” deyip geçiyor.

Doğum yerinden dolayı oyunu zaten kime vereceğinin belli olduğunun ima edilmesi genç kızı çok üzüyor. AK Parti için oy kullanmayı düşünürken babasının da etkisiyle HDP’ye oy vermeyi düşünür hale geliyor.

Muhataplarının tepkisi genç kızın kimliğindeki öncelikler sıralamasını değiştirivermişti.

II-
Hristiyan bir Arap olan Amin Malouf “Ölümcül Kimlikler” adlı kitabında kimliklerin değişkenliğine dair yaptığı çarpıcı tespitler, 21.Yüzyıl’ı anlama kılavuzu gibi adeta:
“1980’e gelirken, bu adam şöyle derdi: ‘Ben Yugoslavım!’, gururla ve gönül koymadan; daha yakından sorular sorulduğundaysa Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti’nde yaşadığını ve bu arada Müslüman geleneği olan bir aileden geldiğini belirtirdi.
On iki yıl sonra, savaşın en şiddetli günlerinde aynı adam, hiç duraksamadan ve bastırarak şöyle cevap verirdi: ‘Ben Müslümanım!’ Hatta belki de şeriat kurallarına uygun bir sakal bırakmış bile olurdu. Hemen arkasından Boşnak olduğunu ve bir zamanlar gururla Yugoslav olduğunu vurguladığının kendisine hatırlatılmasından hiç hoşlanmadığını eklerdi.

Bugünse adamımızı sokakta çevirsek önce Boşnak, sonra Müslüman olduğunu söyleyecektir; düzenli olarak camiye gittiğini de belirtecektir; ama ülkesinin Avrupa’nın bir parçası olduğunu ve bir gün Avrupa Birliği’ne katılmasını umut ettiğini söylemeden geçemeyecektir.”

“Aynı insana yirmi yıl sonra aynı yerde rastlasak, acaba kendini nasıl tanımlardı? Aidiyetlerinden hangisini en başa koyardı? Avrupalı mı? Müslüman mı? Boşnak mı? Başka bir şey mi? Belki de Balkan mı?”

yazının devamını okumak için…