Gidememek, kalmak mıdır?

Yazarlar
İbrahim Tenekeci’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı.. Hayatın güzel tarafları bize uzak olabilir. Yorulsak da gidip görmeliyiz. Kaç gündür, oturduğum yerden, bu iki cümleyi çoğaltmaya çalışıyoru...
EMOJİLE

İbrahim Tenekeci’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı..

Hayatın güzel tarafları bize uzak olabilir. Yorulsak da gidip görmeliyiz.

Kaç gündür, oturduğum yerden, bu iki cümleyi çoğaltmaya çalışıyorum. Mesela bu sene alıç seferine çıkamadık. Sonbahar ziyan oldu. Ekip dağıldı, yaşlandı. Ömrümüzün geçtiği yerler uzağımızda kaldı.

Açığı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ait bir pulu dörtlü blok alarak kapatmaya çalıştım. Pulda alıç ağacı ve meyvesi var. Allah, uçamayan kuşa alçacık dal verirmiş. Pulu görür görmez bu sözü hatırladım.

İşin aslı şu: Bazı güzellikler için insan ile imkânın yan yana gelmesi gerekiyor. Bazen her ikisi de oluyor, fakat istek olmuyor. Çok şükür, henüz o aşamada değiliz.

Yazımızın başlığı ‘gezmeye gidememek’ de olabilirdi. Fatma Barbarosoğlu Hanım’dan ince bir teselli: “Gidememek, kalmak değildir her zaman.”

İşte bundan sonrasına ‘hayal’ diyoruz. Hayalleri planlarla karıştırmamak lazım. Plan yapılır, hayal edilir. İman etmek gibi. Akıl ile kalp arasındaki fark gibi. Evet, Kalbin Kararı güzel bir kitap ismi. Hayal ile heves birbirine nasıl da yakışıyor.

Tam burada duralım ve soralım: Ömrümüzün kalan kısmı bizi ne kadar ilgilendiriyor? Hayır, emeklilik planlarından yahut daha geniş bir eve taşınmaktan bahsetmiyorum.

Nice hayat, muhtemelen bu dizeyle bitmiştir: Yenerim demiştim, fena yenildim.
***
Sonbahar ile solmuş bahçeler daima beraber anılır. Burada sizlerden ayrılıyorum. Bütün mevsimleri dâhil edip yazalım: Bakımsız bahçe, aynı zamanda bağımsız ağaçlar, bitkiler demektir. Ağaçlar dilediği gibi büyür. Yonca, karahindiba, papatya gibi türlü bitkiler çiçek açar, tohum verir, neslini sürdürür. Lâkin kafalarını kaldırmalarına müsaade etmiyor; sürekli buduyor, biçiyoruz onları. İstediğimiz gibi şekil ve görüntü vermeye çalışıyoruz. Haliyle, geriye ‘kuru’ bir gövde / beden kalıyor. Çimlerin üzerine dökülen ve adeta leke gibi görülen yapraklar, onların en iyi gıdasıdır aslında. Hemen süpürüp çöpe atıyoruz.

Bu yazdıklarım şu anda yeni kapılar, pencereler açıyor bana. Nice kıymetli ismin, edebiyatçının parasız yatılı okullardan yahut bakımsızlıktan gelmesi gibi. Ruhumuza böyleleri daha çok dokunuyor. Neden acaba?
***
Bulutlar, ağaçlar ve dağlar insandan anlar. Biz çoğu zaman anlamayız. Yanılırız. “Her kim olursa bu sırra mazhar…” Bu yüzden bulutları seyretmek, dağlara gitmek, ağaçların altında oturmak iyidir. Dağlar, insandaki kibrin alınmasına da yardımcı olur. Büyüklük duygunuz yerinden oynar.

Şimdi şehirlerde, yüksek binaların üst katlarındayız. İnsanın insandan düştüğü yerdeyiz. Hayatı kendisinden ibaret sananların hücumlarına maruz kalıyoruz. Mazaretler diyarındayız.

Mazaret, üretilen ama tüketilmeyen bir şeydir. Başkalarının bahanelerine inanmayız. Kendi bahanemiz ise ….

yazının devamını okumak için…