Fırat Kalkanı sonrası Suriye’de kim neye razı?

Yazarlar
Serdar Bülent Yılmaz ‘ın Star Açık Görüş’teki yazısı.. Cerablus operasyonu Türkiye’nin iç sorunlarından bağımsız düşünülemez. Türkiye Cerablus’a ne salt DAEŞ ne de salt PYD tehlikesi için ...
EMOJİLE

Serdar Bülent Yılmaz ‘ın Star Açık Görüş’teki yazısı..

Cerablus operasyonu Türkiye’nin iç sorunlarından bağımsız düşünülemez. Türkiye Cerablus’a ne salt DAEŞ ne de salt PYD tehlikesi için girdi. Türkiye, ülke güvenliğinin, sınırların dışında başladığının farkında. İçerde Türkiye’yi zorlayan terör faaliyetlerinin beslendiği ve desteklendiği alan Suriye. Suriye’deki boşluktan faydalanan küresel ve bölgesel güçler Türkiye karşıtı güçlere alan hakimiyeti kazandırmaya ve böylece Türkiye’yi sürekli güvenlik krizi içinde tutmaya çalışıyor. Eğer Türkiye iç sorunlarını halletmek istiyorsa, Suriye’nin şekillenmesinde etkili olmak zorunda. Aksi takdirde oldu bittiyle oluşacak fiili durumlara maruz kalmış olacak.

Bu nedenle Türkiye, Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmakla iç güvenlik sorunlarını birlikte değerlendiren bir aşamaya geldi. Ve bu bağlamda uluslararası ve bölgesel dengeleri kullanarak Suriye’de alan açmayı başardı. Şimdi bu alanı koruma ve derinleştirmenin hesaplarını yapıyor. Türkiye’nin DAEŞ’in elindeki Cerablus’a girmesine en sert tepkinin PYD’den gelmesi Fırat Kalkanı operasyonunun sonuçlarının tam da dediğimiz gibi sonuçlanacağını gösteriyor. Bugüne kadar Suriye üzerinden elde ettiği kazanımlarını DAEŞ’in sahneye çıkışına borçlu olan PKK/PYD, Türkiye’nin DAEŞ kartını elinden almasıyla planlarının alt üst olmasından rahatsız.

Türkiye’nin Cerablus’a girmesinin PKK/PYD açısından bazı önemli sonuçlar doğurduğunu görüyoruz. Birincisi, PKK/PYD’nin DAEŞ’le mücadelede tek etkili güç olduğu miti yıkılmış oldu. Suriye’deki hangi muhalif gruba PYD’ye verilen destek verilse aynı şekilde etkili olacağı görüldü. İkincisi,Türkiye’nin, uluslararası toplumda meşruiyeti olan ÖSO eliyle Cerablus’u DAEŞ’ten temizlemesi, DAEŞ’le mücadele bahanesiyle alan hâkimiyetini Arapların yaşadığı alanları da kapsayacak şekilde genişleten ve bunu daha da genişletmeyi hedefleyen PKK’nın temel enstrümanınıolan DAEŞ’le mücadele kozu elinden alınmış oldu. Nitekim DAEŞ yoksa “özgürleştirilecek” ne halk ne bir bölge vardır.

Üçüncüsü, Cengiz Kapmaz’ın da yerinde tespitiyle, Türkiye, Cerablus harekâtıyla Suriye’de bir Kürt koridoru oluşumunun önüne geçerek, Kürt milliyetçiliğini besleyen ve tahrik eden moral üstünlük merkezi oluşumu engellemiş olacak. Nitekim Kobani sürecinin Kürt milliyetçiliğini nasıl derinleştirdiği ve sosyalleştirdiği ortadadır.

Bunların yanında Türkiye Cerablus hamlesiyle, kendisi de terör faaliyetleri içinde bulunan PKK’nın, adeta bir tiyatro oyunuyla “terörle mücadele”nin bölgesel aktörü olarak refere edilip meşrulaştırılmasına güçlü ve fiili bir tepki geliştirmiş oldu. Böylece basit bir isim farklılığının arkasına sığınarak dünyayı aldatan ABD ve Batılı müttefikleri ile Rusya’ya bu saçmalığa daha fazla kayıtsız kalmayacağını gösterdi.

Türkiye, DAEŞ’le mücadele adı altında militan ve silah gücünü artıran, devletleşmenin eşiğine gelen, bir yandan da bu gücü Türkiye’ye karşı kullanan PKK’ya, ABD’ye rağmen Suriye’de de müdahale edeceğini gösterdi. Bundan böyle artık politikasını gözden geçirmek zorunda kalacak olanlar Suriye’de varlık gösteren küresel güçler olacak.

Türkiye’nin PKK’nın DAEŞ üzerinden parlatılıp cilalanmasına ve kendisine karşı kullanılmasına kayıtsız kalmayacağını göstermesi aynı zamanda vekâlet savaşlarını dışarıdan izlemekle yetinmeyeceğini ve oyuna müdahil olacağını da ortaya koymuş oldu.

Yeri gelmişken şunu da söylemeden geçmeyelim: HDP’lilerin iddia ettikleri gibi Türkiye bir “Kürt düşmanlığı” üzerinden Suriye’ye müdahale etmiyor. Türkiye’nin Kürt düşmanlığı olsa Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle bu kadar yakın ilişkiler geliştirmez. Türkiye’nin sorunu Kürtlerle değil PKK ile. PKK’yı Kürtler olarak tesmiye eden PKK’lılar ve onların dostları kabul etmek istemese de Kürtler PKK’dan müteşekkil değil ve PKK Kürtlerin sadece küçük bir kısmının desteğini alabilmiş bir örgüttür. Bütün siyasi mücadele kanallarının açık olduğu böyle bir ortamda terör faaliyetleri içinde bulunduğu müddetçe temsiliyetinin boyutuna bakılmaksızın kendisiyle mücadele etmesi Türkiye’nin en doğal hakkıdır.

PKK’nın çatışmaları şehirlere taşıyarak ve bombalı eylemlerle açıkça terör faaliyetlerine yönelmesi, DAEŞ’in sınır bölgesindeki yerleşim yerlerini füzelerle vurması, her iki örgütün son eylemlerinin bir etnik çatışmayı hedeflediğini göstermesi devletin ve toplumun tahammül sınırlarını oldukça zorlamaya başladı. Terörün şiddetinin ve maliyetinin giderek arttığı bir ortamda gerçekleşen Cerablus harekâtı, operasyona verilen Fırat Kalkanı isminden anlaşılacağı üzere, geçici bir operasyondan öte giderek daha da derinleşme ihtimali yüksek olan bir harekât. Harekâtın iki hedefi olduğu hükümet tarafından en üst düzeyde dünyaya duyuruldu: DAEŞ ve PKK/PYD. Cerablus’ta zaten sadece DAEŞ vardı ve orası ÖSO’nun eline geçti. Şimdi Türkiye, daha güneyde ve güney batıda bulunan yerlerin de DAEŞ’ten temizleneceğini, PYD’nin Fırat’ın batısına çekilmediği takdirde harekâtın PYD’ye de yöneleceğini açıkça ifade etti. Türkiye bu konuda oldukça kararlı. Şu ana kadar da alınan bölgelerin ciddi bir kısmı YPG’den alındı. Türkiye, YPG’nin bir an önce Menbiç’i boşaltmasını istiyor ve eğer boşaltmazsa ÖSO Menbiç’e yönelecek. ÖSO yetkililerinin açıklamaları da bunu doğruluyor. Eğer YPG, Fırat’ın batısına çekilirse Türkiye ile bir çatışma yaşama ihtimali pek bulunmuyor. Ama örgüt bu niyette değil. PYD üç kantonu birleştirmeyi istiyor ve daha da ileri giderek sınır boyunca kontrol ettiği hatta, içine Rakka’yı da katacak şekilde güneye doğru derinlik kazandırmak istiyor. Ancak Fırat Kalkanı ile hesapları bozulan PYD, kantonları birleştirmek için bu kez de güneyden bir koridor açmaya yöneldi. Bunun için        DAEŞ’in elinde bulunan ve Menbiç’le birlikte düşünüldüğünde güneyden kantonları birleştireceği için stratejik özelliği bulunan El-Bab kentine ÖSO’dan önce girmek için hazırlık yaptığı biliniyor. Hattı tamamlayabilmesi için muhaliflerin kontrolündeki Mare ve Azez’i de işgal etmesi gerekiyor. Ancak ÖSO da operasyonları El-Bab’a doğru yönlendirmiş durumda. Eğer PYD, güneyden bir koridor açmaya kalkarsa Türkiye harekatı ÖSO üzerinden büyük bir ihtimalle güneye doğru derinleştirecektir. Böyle bir durumda PYD’nin başarılı olma şansı yok denecek kadar az.

Peki, PYD Türkiye ile doğrudan bir çatışmayı göze alabilir mi? Muhtemelen bunu göze almak istemez. Buna karşın Suriye Demokratik Güçleri (SDG) paravanı üzerinden şansını zorlayacaktır.Türkiye, YPG’nin ağırlıklı olduğu hiçbir yapının Menbiç de dahil Fırat’ın batısında yer almasına kesinlikle karşı.

Şayet PYD, Türkiye ile çatışmayı göze alırsa çatışma alanı genişleyecektir. Bu durumda Türkiye doğrudan kendisi olmasa da ÖSO ve diğer direniş grupları üzerinden Afrin dahil Fırat’ın batısındaki PYD varlığına sert bir müdahalede bulunabilir. Bu olasılık Kobani ve Cizire için de geçerli. Bu durumda PKK’nın devletleşme rüyası tam bir kabusa dönüşebilir.

ABD ve Rusya’nın tavrı 

ABD, AB, İran, Suriye ve Rusya tarafından fazlasıyla şımartılan PKK, eksenini ABD’ye kaydırdıkça Rusya ve Suriye rejiminin eski desteğini bulamıyor. Bilakis Haseke’de son haftalarda PYD ile rejim güçler arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor.

Kaldı ki Rusya ile ilişkilerini düzelten Türkiye, Rusya’nın bilgisi ve göz yumması olmadan Suriye hava sahasına ne uçak uçurabilir ne de böyle kolaylıkla Cerablus’a girebilirdi. Rusya, Türkiye’nin operasyonu derinleştirmesine ise şimdilik soğuk baksa da ciddi bir tepki göstermiş değil. Muhtemelen Suriye’nin nasıl şekilleneceği konusundaki pazarlıklar bu ilişkinin geleceğini belirleyecek.

Anlaşılan o ki Suriye’deki denklem radikal bir biçimde değişiyor. Taşların yerine oturup oturmayacağı ise hiç belli değil. O nedenle olacakları kestirmek de pek mümkün değil. Ancak şimdilik kaydıyla gelişmelere baktığımızda Türkiye için alanın genişlediğini, PYD için ise daraldığını söyleyebiliriz. Eğer ileride farklı gelişmeler olmazsa PYD sadece ABD korumasıyla yetinmek zorunda kalacak.

ABD’ye gelince, Türkiye’yi kaybetme pahasına, Suriye’de desteklediği tek grup olan PYD’yi Türkiye’ye karşı daha fazla destekleyemez. Ama gözden kaçırılmaması gereken diğer bir hakikat ABD’nin, Türkiye’nin yanı sıra PYD’yi de kaybetmek istemediğidir. Hatta paradoksal olarak Türkiye Rusya ile yakınlaştıkça Amerika, PYD kozunu daha fazla ileri sürebilir. Bu ise doğrusu çok riskli bir kumar olur. Şimdilik Türkiye’yi ateşkese razı ederek zaman kazanmanın peşinde. Şurası gerçek ki, Fırat Kalkan’ının sonuçları ABD’nin politikalarında belirleyici olacaktır. ABD de Rusya da şimdilik Türkiye’nin daha fazla güneye inerek DAEŞ’le savaşan güçlerle çatışmaması yönünde açıklamalarla yetiniyor. Türkiye ise şu anda temkini elden bırakmamakla birlikte kararlılığını muhafaza ediyor.

Suriye’de rejim karşıtı güçlerin dağınıklığı bugünkü olumsuz tablonun oluşmasının en önemli iç sebebidir. İslamcı muhalifler son zamanlarda Ahrar’ın da içinde yer aldığı ittifakı genişletiyorlar. Ahraruş Şam, Şam’ın Fethi Cephesi, Ecnadu Şam ve Nureddin Zengi gibi büyük direniş gruplarının birleşmesi için Türkiye çaba harcıyor. Bu gruplar, Türkiye’den belli bir destek görse de doğrudan Türkiye’ye bağlı hareket etmiyorlar. Türkiye’nin, bu kesimler üzerindeki tesiri ÖSO kadar değil.

Muhalifler birleşmeli

ÖSO ise Türkiye’den en açık destek gören yapı ve Türkiye’nin yönlendirmesine daha açık. Türkiye’nin öncülüğünde DAEŞ’e ve PYD’ye karşı başarılı operasyonlar yapan ÖSO’nun, başarıları devam ederse, muhalifler içindeki ağırlığı artabilir. Bu noktada yapılması gereken bu grupların birleşmesini sağlamaktır. Öte yandan ÖSO dışındaki bazı etkili grupların Rusya ve ABD tarafından terör grubu olarak kabul edilmesi bir handikap olarak duruyor. Birleşme muhtemelen bu handikapı aşmanın en kestirme yolu gibi görünüyor. Fırat Kalkanı, birleşmeyi hızlandıran bir etki yapabilir.

Diğer bir ihtimal de Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasının Suriye’ye yansımasına bağlı olarak savaşı durduracak bir anlaşmanın sağlanması. Rusya ile söz konusu ilişki ve bunun sonucu olarak Türkiye’nin Suriye’ye girmesi ABD’nin Suriye’deki ağırlığını ve etkisini daha da azaltabilir. Bu durumda ABD Türkiye’nin tezlerine yakınlaşabilir. İnisiyatifini kaybetmemek için kendi ağırlığını öne çıkaran bir barış masasının kurulmasını da hızlandırabilir. Bütün bu ihtimalleri daha gerçekleşebilir kılan gelişme ise Türkiye’nin Suriye’ye girişidir. Bu iyimser yaklaşımların yanında elbette kötü senaryolar ve olasılıkları da göz ardı etmemek gerekir. Nitekim Suriye’deki                 denklemler son derece karmaşık ve zorlu.

Dengeler değişir mi?

ABD’nin içinde olmadığı bir denklemin kurulması, dünya siyasetindeki ağırlığını olumsuz etkileyecektir. Bu nedenle Türkiye’yi kazanmaya yönelik politika değişikliğine gidebilir. Ama bunun için oyalama taktiklerini ve ikiyüzlü politikaları bir kenara bırakarak Türkiye’nin tezlerine yakınlaşması zorunlu görünüyor.

Türkiye’nin Batı bloğundan ve NATO’dan ayrılmayacağının farkında olarak Rusya, Türkiye’yi olabildiğince kendi politikalarına yakınlaştırmanın hesaplarını yapacaktır. Bunun için kendisinin de Türkiye’nin politikalarına yakınlaşması gerekecek ve Rusya bu noktada pazarlığa açık görünüyor. PYD’ye gelince; kantonları birleştirme ve sınırlarını güneye doğru genişletme fikrinden vazgeçmesi beklenmemeli ama ertelemek veya vazgeçmiş görünmek zorunda kalabilir. Zira Türkiye ile gireceği bir cephe savaşını kazanma şansı yok. ABD’nin Türkiye’yi belli bir hatta durmaya zorlamasını beklemekten başka çaresi yok. Ama bu PYD/PKK’nın sessiz sakin bekleyeceği anlamına gelmiyor. SDG veya bir başka paravan isimle süreci lehine zorlamayı sürdürmek isteyecektir.

Ama daha önemlisi PKK, Türkiye’nin dikkatini içeriye yöneltmek, Suriye’deki askeri varlığına karşı bir toplumsal muhalefet üretmek ve nihayet PYD’yi rahatlatmak için Türkiye’de şiddeti daha da tırmandıracaktır.

yazının devamını okumak için….