Dilipak: İşe alımda torpil yok. Ehliyet ve liyakat esas olacak. İşi ehline vereceğiz.

Yazarlar
İlk kural şu: Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Vehn hastalığına düşmeyin. Vehn neydi? Allah’ın Resulü “Vehn” konusunda ümmetini uyardı. Vehn, aşırı dünya sevgisi, dünya malına, mülküne, makamı...
EMOJİLE

İlk kural şu: Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Vehn hastalığına düşmeyin. Vehn neydi? Allah’ın Resulü “Vehn” konusunda ümmetini uyardı. Vehn, aşırı dünya sevgisi, dünya malına, mülküne, makamına, metaına aşırı meyletmenin adıdır. Yani şimdilerde “Sekülarizm” denilen “dünyevileşme şehveti” dedikleri şey olsa gerek. Ki; bu aynı zamanda bir doğru yoldan sapmayı beraberinde getiren bir ahlak krizinin işaretidir.. O hastalığın alameti “Dünyayı sevmek, dünya hayatını süs, oyun, eğlence olarak görmek ve ölümü kötü görmektir.” “Vehn” Dünya sevgisi ve ağzımızın tadını kaçıran ölümü hatırlamaktan rahatsız olma halidir. “Vehn krizi” ahirete karşılık dayanılmaz bir şehvetle dünyayı tercih etme halini ifade eder.. Bu dünya metaı karşılığında ahireti unutma halini ifade eder. İşte o zaman Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı korkuyu siler, onların cür’et ve cesaretini artırır, sizin kalbinize de “vehn” verir. Sonuçta zelil olursunuz! Sakın ola bu hataya düçar olmayalım.. Dininizden taviz vererek dünyayı kazanmayı hayal ederseniz, her ikisini birden kaybedersiniz. Hele Allah’ın size verdiği mühleti aleyhinizde kullanırsanız, gelen günler sizin için geçen günleri aratır!

Bazı şeylerin şüyuu vukuundan beterdir. Evet! Birileri karanlık işler peşinde. Bunlara dikkat etmek gerek.. Kapıdan kovarsınız, bacadan girerler.. Bazı dostlar  “bazı şeyleri çok tekrarlıyorsun” diyor. Ama ne yapayım. “Kellim kellim la yenfağ”. Söyle söyle fayda etmiyor. Ben de tekrar tekrar söylüyorum. “Ettekrarü vel ahsen, velev kane 180” derler ya, o hesap.  Bakıyorum, biz günde 40 kez Fatiha okuyoruz.. “Söz dinlemeyen bir topluluk” olduğumuz için olsa gerek durum bu.

İnsanlar daha önce “asla böyle bir şey olamaz”, “falan kişi böyle bir şey yapmış olamaz” der idi. Bugün gelinen noktada “Gerçek olabilir mi” diye sorma gereği duyan endişeli insanlar var. Bu güven krizi daha da derinleşmeden bir çözüm bulunulmalı..

Seçime giderken en büyük sorunların başında ekonomi yanında “aile” ve “gençlik” var. Son on yılda 15 milyon “seçmen” ürettik, her yaştan. Sonuç ortada. En çok konuşulan bir diğer konu “yolsuzluk, rüşvet ve torpil”. Haksız servet edinenlerin, hâlâ itibar görüyor oldukları kanaati, sapkın hayatları ve şımarık tavırları ve bunların rezillikleri. Herkesin bildiği, konuştuğu, şüyu bulmuş, sağır sultanın bile duyduğu şeyleri, yasama, yargı ve yürütme erkinin duymaması mümkün mü? Peki, neden bu konuların üzerine gidilemiyor. Şeytan sadece meydan okumuyor, bizim mahallede fazla mesai yapıyor. Ötekilerin bazıları zaten şeytanın misafirleri gibi sanki.

“Euzu billahi mineşşeytanirracim” sadece söz de kaldı. Besmelesiz sözler ve işler yüzünden iki yakamız bir araya gelmiyor. Başımıza gelen felaketler yüzünden hem şeytanı ve onun avanesini suçluyoruz. Oysa şeytanın varlığı günah işlememizin bahanesi ve gerekçesi değildir ve olamaz. Bizim kendimizi değiştirmemiz gerek. Önce başımıza gelen felaketlerle ilgili ferden ferde ve her konuda “cahillik ettiğimizi ve zulüm bataklığına saptığımızı” itiraf etmemiz gerek. “İnni küntü minezzalimiyn” dememiz gerek.

Şeytana karşı zafer kazanmak için önce kendi nefsimizdeki şeytanın saltanatını yıkmamız gerek. Şeytanın dostlarını dost edinmekten vazgeçmemiz gerek. Allah’ın yardımı ve meleklerin korumasını hak etmek için yolsuzluk, rüşvet, torpil belasından yakamızı kurtarmamız gerek. Tefrikadan uzaklaşmamız gerek. Din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmekten vazgeçmemiz gerek. İstişare ve şuraya ehemmiyet vermemiz gerek. Yoksa işimiz zor.

Bakın ömrü askerlik ve siyasetle geçmiş bir tarihi kişinin serveti ve mirası bugün sorgulanıyorsa, yarın ömrü bürokrasi ve siyasetle geçmiş kişilerin, ya da yaptığı işler ve serveti arasında büyük ortada olan bir takım işadamı kılıklı soyguncuların serveti de sorgulanmaya başlarsa o kişilerin arkasından insanlar dua etmezler. Haram lokma yiyeni iflah etmez. Ne demişler, alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Zulm ile abad olunmaz. Kamu malı yetim hakkı sayılır. Yetim hakkı yiyenin namazı da kabul olmaz. Haram para ile hayır yapılmaz. Rüşvet yoluyla elde edilen servetle elde edilen mal ve mülk yiyeni iflah etmez. Torpille gelinen makamda hayır yoktur.

Bir hırsız bir bağdan bir bostan çalarmış. Rüşvet alan bir memur, bir bostan karşılığı bir bağı satarmış. Alan da veren de, aynı günahın ortaklarıdır. 3. ortakları ise şeytandır. Haram yoldan elde edilen mal-mülk, makam bereketi yok eder. O elde edilen şey her ne ise, dua ile istenen beladır. O servet miras yoluyla kime geçerse o musibet onun evlad-ü iyaline de geçer.

İnkârcılar bu işi yaparsa onlar için bir musibet vardır. Eğer inanan biri bu haltı yerse ve bunu yaparken suret-i haktan gözükür, dini kullanırsa, cemaatin güvenini istismar ederse iki musibeti hakeder. Biri o haltı yediği için, ötekisi ise ikiyüzlüğü ve kardeşlerini aldattığı için. Münafıklık alametinden dolayı bu onun vebalidir. Bu yoldan, şeytanın ayak izlerinden yürüyerek geçen ve bu görevden ayrılacak olanlara, aynı şekilde bu göreve gelecek olup da kaşığı belinde dolaşanlara veyl olsun.

Bakın bu haltı yiyen ve yediren yanında, bunlara ses çıkarmayanları da yakacak bu ateş. Bunlardan değil Allah’tan korkalım. Bunlardan biri “bizden” değildir. Bizden olmadığı halde “Bizden” görünen, iki kere bizden değildir.

Şeytanın hilelerine karşı dikkatli olalım. Sakınalım, şeytan bizleri Allah’la aldatmasın.

İlkemiz şu: İşe alımda torpil yok. Ehliyet ve liyakat esas olacak. İşi ehline vereceğiz. Unutmayalım, yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, söylediklerimizden ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizden hesaba çekileceğiz. Bizi aldatan bizden değildir. Cahillere ve zalimlere yardım ve yataklık etmeyeceğiz. Biz biliriz ki, onlara yardım edersek ateş bize de dokunur.

Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı duracağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Bir topluluğa olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecek. Adil şahidler olacağız. Yaşadığımız zamana ve mekana şahidlik edeceğiz. Hakk’ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız. Adalet üzere olacağız. Sırat-ı Mustakim üzere olacağız. Taif’e giden peygamber gibi olacağız. Peygamberlerin ayak izlerinden yürüyeceğiz, nimete erenlerin, gazaba uğrayanların değil. Bizi aldatmak isteyen, “Biz ıslah edicileriz” diyen ikiyüzlü bozguncuların değil. Sabreden, şükreden, direnenlerden olacağız. Müstekbirlerden, müsriflerden, mütrefinlerden, olmayacağız. İstişare ve şura yapacağız. Bizim siyasetimizin usul esası budur. “Biz bir ülkeyi yok etmeyi dilediğimizde, o ülkenin mütreflerine (kolay yaşamaya alışmış, zenginlik için şımarık, zevk ve safa peşindeki halkına uyarmak için) emirler göndeririz. Ama onlar (orada taşkınlık) etmeye) devam ederler. Biz de orayı tamamen yok ederiz” der kitap. Kur’an; nimet verdikten sonra azıp, haddi aşan, azgınlık yapan, zulmeden sefahat içinde harama dalan birçok kavmin nasıl helak edildiğini anlatır.

Bu konu burada bitmeyecek. Yarın da devam edelim inşallah. Selam ve dua ile.