Bosna Seyahatinin Hatırlattıkları…

Yazarlar
Abdullah Yıldız’ın Yeniakit gazetesindeki yazısı.. Bugün Bosna-Hersek’teki beşinci günüm ve bu yazıyı Saraybosna’dan yazıyorum… 1463’ten itibaren Osmanlı İslâm kültür ve ...
EMOJİLE

Abdullah Yıldız’ın Yeniakit gazetesindeki yazısı..

Bugün Bosna-Hersek’teki beşinci günüm ve bu yazıyı Saraybosna’dan yazıyorum…

1463’ten itibaren Osmanlı İslâm kültür ve medeniyeti içinde şekillenen Bosna-Hersek’te gezilip görülecek mekânlar bitirilecek gibi değil. Saraybosna başta olmak üzere, Mostar, Travnik, Konjic vb. kadim şehirlerde adım başı bir Osmanlı camii, medresesi, köprüsü ya da çeşmesi görüyoruz ve mümkün mertebe her camide namaz kılıp dua etmeye ve her bir eserin başında ecdada rahmet okumaya gayret ediyoruz. Anadolu’dan kilometrelerce uzakta kendimizi evimizde hissediyoruz…

Osmanlı fütuhatıyla birlikte İslâm’la şereflenen Boşnaklar, Osmanlı yönetiminde önemli görevler aldılar ve İslâmiyet’in bölgeye yerleşmesinde büyük çabalar sarf ettiler. Osmanlı döneminde kurulup gelişen Bosna-Hersek medreseleri, bölgenin 1878’de Avusturya, 1. Dünya Savaşı sonunda Yugoslavya idaresine geçtiği ve özellikle de 2. Dünya Savaşı sonrasında Tito‘nun baskıcı yönetimi altında kaldığı dönemlerde bile varlığını ve çalışmalarını sürdürdü. Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşlarının da üyesi oldukları “Miladi Müslümani” (Genç Müslümanlar) Hareketi böyle bir kültür havzasında şekillendi ve sosyalist rejimin tüm baskı ve zulümlerine rağmen ayakta kalarak, 1990’lardaki iç savaş ve katliam ortamından bağımsız bir devletin ve toplumun ortaya çıkarılmasında belirleyici rol oynayabildi… 

İşte Boşnakların “Bilge Kral” unvanını verdikleri Aliya’nın kurucu liderliği böylesine netameli bir dönemde kendini gösterdi. Ve bizler onu, o zorlu yıllardaki yiğit ve kararlı mücadelesi ve “İslâm korkakların değil, cesur ve atılgan Müslümanların omuzlarında yükselecektir” sözü ile sevdik… 

Bu sebeple, Saraybosna’ya gelip de Aliya’nın mezarına ve onun beslendiği İslami kültür ortamını sembolize eden Begova camii, medresesi ile Miladi Müslümani hareketinin Moriça handaki mütevazı genel merkezine uğramamak, “Bilge Kral”ın hatırasına saygısızlık gibi gelir bana… Yine onun, Osmanlı çok kültürlü yapısının en anlamlı örneklerinden biri olarak sıkça işaret ettiği, Bosna-Hersek’in kadim başkenti Saraybosna’nın merkezindeki “Begova (Gazi Hüsrev Bey) camii, Katolik katedrali, eski Ortodoks kilisesi ve havranın içinde yer aldığı kare”, mutlaka görülüp anlatılmalı, diye düşünürüm… “Doğu ve Batı Arasında İslâm” kitabı gibi bir şaheser de, ancak böyle farklı kültürlerin kavşak noktası olan bir ortamda yazılabilirdi doğrusu. Böylesine kozmopolit bir kültür kültürel vasatta ve zorlu bir dönemde inandığı ve çok iyi özümsediği İslamî değerleri özgüvenle savunabilmek ve hiçbir komplekse kapılmadan yanı başındaki diğer felsefi ekollerle mukayesesini yapabilmek ancak onun harcı idi…

Baş Çarşı‘daki Durak camiinin yan sokağındaki kıraathanede üniversiteli gençlerimizle yatsı sonrası yaptığımız sohbette özellikle Aliya’nın bu özgüven yüklü, komplekssiz ve cesur duruşunu konuştuk. Onun “Doğu ve Batı Arasında İslâm” kitabında vurguladığı “Kur’an-ı Kerim’i bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak uygulama” ilkesini ve bu bağlamdaki “Kur’an, edebiyat değil hayattır” sözünü paylaştık. Yaklaşık yarım yüzyıl ateist ve materyalist bir politik hegemonyanın çoraklaştırdığı topraklarda “Allah’ın yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi” düşüncesiyle çevresini diriltmeye çalışmasının bizlere örnek ve yine onun “Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundan ibarettir” tespitinin kulaklarımıza küpe olması gerektiğini… 

Bosna-Hersek Aliya’dan ibaret değil elbette; ancak onu anlamadan bugün Bosna anlaşılabilir mi?

Gezi esnasındaki gözlemlerimizden oluşan birkaç kısa notla, bugünkü yazımızı noktalayalım: 

Türkiye ne kadar güçlü olursa, başta Boşnaklar olmak üzere Balkanlar ve dünya Müslümanları da o oranda kendilerini huzurlu ve güvende hissedecekler. 1 Kasım sonunda bu hissiyatı Bosna’da gördük.

Türkiye’nin özellikle TİKA ve Yunus Emre Kültür Merkezleri ile Bosna-Hersek’te ve Balkanlar’da yaptığı hizmetler oldukça isabetli ve onur vericidir. Bu tür hizmetler artarak devam etmelidir.

Yardım kuruluşlarımız kurban kesme türü yardımlarını “balık tutmayı öğretmek” kabilinden daha kalıcı hale getirmeli ve Sarı Saltuk‘u çağa taşıyacak maneviyat elçileri ile manevi dirilişi öncelemelidir.

Boşnakların ve bölge insanının Türkiye’ye sempatisi ve ilgisi, tahminlerin de ötesinde. Bu avantaj, millet ve ümmet olarak yeniden tarih sahnesine dönmemiz açısından çok iyi değerlendirilmelidir.

Türkiye’den Balkanlara ve özellikle Bosna-Hersek’e yapılan gezilerde ciddi bir artış gözleniyor. Bu turlar ciddiyetle ve özellikle kültürel açıdan çok iyi planlanmalı ve sonuçları iyi devşirilmelidir. 

Son olarak; Bosna’dan alabileceğimiz ve Bosna’ya verebileceğimiz çok şeyler olduğu bilinmelidir.

NOT: Yarın Kahramanmaraş Kitap Fuarı‘ndaki söyleşi ve imza programına davetlisiniz.