28 Şubat: Dış ve iç beyin ittifakı

Yazarlar
Prof. Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki “Türkiye’deki Fitnenin Perde Arkası – 10: 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİNİN DIŞ BEYNİ ŞER İTTİFAKI, İÇ BEYNİ MASON-SABETAYİST İŞBİRLİKÇİLER...
EMOJİLE

Prof. Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki “Türkiye’deki Fitnenin Perde Arkası – 10: 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİNİN DIŞ BEYNİ ŞER İTTİFAKI, İÇ BEYNİ MASON-SABETAYİST İŞBİRLİKÇİLER, TAŞERONLAR BATI ÇALIŞMA GRUBU-BEŞLİ ÇETE” başlıklı yazısı..

Önceki yazılarda, Millî Görüş’ün 1-Değer Sistemi/Kimlik/Kültür ve Medeniyet boyutu, 2-Bağımsız Dış Politika boyutu, 3-Bağımsız Ekonomi, Kalkınma ve Sanayileşme Politika boyutu ve 4-İslâm Birliği boyutu göz önüne alınarak 28 Şubat Postmodern Darbesi değerlendirilmiştir. Bu yazıda, 28 Şubat Postmodern Darbesi’nin iç ve dış beyin takımı ele alınıp değerlendirilecektir.

‘Başarısızlığın İslâmileştirilmesi’ Projesi ve Şer İttifakının Hayal Kırıklığı

Şer İttifakı’nın (ABD-İsrail/Siyonizm-İngiltere) başlangıçta benimsediği ana strateji, RP’nin iktidarda “başarısız” kılınarak itibarsızlaştırmasıydı (‘Başarısızlığın İslâmileştirilmesi Projesi’). Böylece, RP, halkın gözünden düşürülmüş olacaktı. Bu durumda halka, RP yöneticilerinin şahsında, ‘İslâm’ın çağdışı bir düşünce’ olduğu ve sorunları çözemeyeceği propagandası yapılacaktı. Bu amaca hizmet edecek şekilde, eş zamanlı olarak, Fadime Şahin’ler, Ali Kalkancı’lar ve Müslim Gündüz’ler piyasaya sürülmüştü. Onların şahsında “RP ve İslâm yıpratılmak, itibarsızlaştırılmak istenmekteydi”(1).

Refah-Yol Hükümeti, içte ve dışta büyük bir muhalefetle karşılaşmış olmasına, medya ve sivil görüntülü örgütlerin (Beşli Çete) ve de askeri bürokrasinin (Batı Çalışma Grubu) yoğun propagandasına-engellemesine rağmen ABD politikalarını sarsacak önemli atılımlarda bulunmuş ve başarılı olmuştur(2, 3).

“Sol-Alevi-Sabatayist- Masonik Cuntanın” Yükselişi

Ordu içerisinde değişik renkte cuntalar, Şer İttifakı işbirlikçisi olarak var olmuştur. 1987’den itibaren ordu içerisinde oluşan sol cunta, kimine ‘gerici’, kimine ‘faşist’, kimine de ‘Amerikancı’ diyerek ciddi subay tasfiyesi yapmıştır. 28 Şubat sürecine gelindiğinde bu cuntanın (Batı Çalışma Grubu) bir özelliği, solcu olması iken, diğer bir özelliği de Alevi- sabatayist ittifakına dayanmasıydı. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu; “…Türkiye, etnik veya mezhep özelliklerine dayalı bir Suriye rejimi de hiçbir zaman olmayacaktır.”(4) diyerek cuntanın bu özelliğine dikkat çekmeye çalışmıştır. 

Diğer taraftan Atilla İlhan’a göre Batı Çalışma Grubu’nun lideri gözüken Org. Çevik Bir, “sabatayisttir ve 28 Şubat Darbesi de, sabatayist ve masonik bir darbedir”. “Ordu içerisinde üst düzey subaylar arasında güçlü mason bir kadro mevcuttu”(5). Sol–Alevi-Sabatayist-Masonik Cunta, aynı zamanda İsrail’le ilişkilerin de başını çekmekteydi(6). 

Millî Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği’nde 30 yıl baş müşavirlik yapan ve kurumun “karakutusu” olarak adlandırılan Mustafa Ağaoğlu, 28 Şubat döneminde arka planda rol almış önemli masonlardan birisi olup; “Askerlerin ağırlıkta olduğu bir kurumda mason olduğu için sıkıntı yaşamadığını” övünerek söylemektedir(7).

“Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” belgeleri içerisinde yer alan, “Fransa Yüce Konseyi’nin” “Türkiye Büyük Mason Locası” Üstadı Necip Arıduru’ya gönderdiği, 14 Şubat 1997 tarihli bir belgede, Türk masonlarının siyasi iktidarı düşürmeleri için gerekeni yapmaları istenmektedir(8): 

“İsrail Yüce Konseyi, RP hükümetinin cemiyetimize karşı bir tavır koyduğunu belirtti. Biz de aynı düşünceyi paylaşıyoruz. Hükümet, localarımıza baskı uygulayarak, adli tahkikat açarak ve polisi arşivlerimizi aramayla görevlendirerek, düşmanca tavrını belli etmiştir. Bu baskıyı, derhal ortadan kaldırmak kaçınılmaz görülmektedir. Ilımlı bir hükümetin kurulması elzemdir. …Refah Partisi’ni iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli diğer bütün tedbirleri alınız. …RP’ye mensup İslâmcı basını ekonomik, siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale getirin…”

Bütün bunlardan görülebileceği gibi ordu içerisinde Sol–Alevi-Sabatayist- Masonik Cunta’nın öne çıkması, bir tesadüf değildi. Şer ekseni, tedbir alarak ordu içerisinde Sol- Alevi-Sabatayist- Masonik Cunta’nın önünü açmaktaydı(6, 9, 10). 

Şer İttifakı, Sol-Alevi-Sabatayist-Masonik Cunta ve Tekelci/Rantiyeci Sermaye arasında Refah-Yol’un iktidardan gitmesi, İslâmi yükselişin durdurulması, yok edilmesi ya da hedefinden saptırılması için bir ortak payda meydana gelmişti. Taşeron olarak BÇG ve “Beşli Çete” seçilmişti. Şimdi sorun, RP iktidardan nasıl düşürülecekti?

Şer İttifakının Erbakan Hükümetinden Kurtulmak İçin Hazırlık Yapması

Şer İttifakı, Türkiye’deki sivil ve askeri bürokrasi içerisinde gerekli tedbirleri alırken; diğer taraftan da ‘İslâmcı yaşlı lider Erbakan’ın’, Türkiye’yi farklı bir eksene kaydırmasına mani olmak için gerekli dış hazırlıkları yapmakta; Türkiye, sürekli bir şekilde ABD’nin gündeminde tutulmaktaydı (11):

“Alan Makovsky: Türkiye ilk defa, ABD hükümetinde sürekli üst düzey dikkatlerin odağı olmuştur; çünkü İslâmcı Başbakan’ın Türkiye’yi Batı yörüngesinden çıkarabileceğinden korkulmuştur. (ABD) Hükümetin her dalından yüksek düzeyli bürokratlar düzenli toplantılar yapmış, Türkiye’nin İslâmcı bir yönetim altına girmesi ile ABD çıkarlarının ne olacağını değerlendirmeye çalışmışlardır… Türkiye’ye böyle çok daha üst düzeylerde odaklanılması, sık rastlanan bir şey değildir…”

Diğer taraftan Amerikan Kongresi’nin, “Ortadoğu masası Şefi”, Carol migdalovitz tarafından “Toparlanamayan Türkiye’nin Politik Krizi ” adlı bir rapor hazırlanmıştır(12). 

Rapora göre ABD, “Refah’ı istemiyor”, “uzaklaşmasını” istiyor; fakat “zorla uzaklaştırılmasına”, “İslâmi siyaset aşırılaşabilir” endişesi ile karşı çıkıyordu. “Mevcut seçim sistemi ile Refah, ilk seçimde %21 ile %30 arasında oy alacaktı.” ABD, bundan çok rahatsızdı. Buna mani olmak için raporda, Türkiye’ye, 1-“Seçim sistemi reformu yapılabilir”, 2-“Başkanlık sistemine geçilebilir”. “Türkiye’nin kaostan çıkması için en iyi yol olarak başkanlık sistemi”(12) teklif edilmekteydi. 

Aynı dönemde Türkiye’deki Sol-Alevi-Sabatayist-Masonik Cunta ve Tekelci/Rantiyeci Sermaye grubu, “böyle giderse” RP’nin “2000’de yüzde 35, 2005’te yüzde 66 oy alabileceğini” tartışmaktaydı(13).  Erbakan Hoca da, Makovsky’nin “RP’nin 2000’de yüzde 45, 2005’te yüzde 68 oy alabileceğine” ilişkin bir raporunun, darbenin gerekçesi olduğunu ifade etmiştir(14).

Raporda dikkat çekilen diğer önemli bir konu da, “Erbakan’dan sonra nelerin olabileceğidir”. Erbakan’dan sonra lider seçiminde “Oğuzhan Asiltürk, Fehim Adak, Şevket Kazan, Recai Kutan”dan oluşan “iç kabinenin etkili olacağı” kabul edilmekteydi. Bununla birlikte “genç radikallerin neler yapabileceği” sorusu, ”Amerikan’ın kafasını kurcalamaktaydı.”(12).

Bu rapor, yalnızca dönemin Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı’na verilmişti (12). O dönemde Demirel tarafından “başkanlık sisteminin” hemen tartışmaya açılması bir rastlantı değildi. 

Şer İttifakının Askeri Darbeyi, Postmodern Darbeye Dönüştürmesi

ABD’nin asıl korkusu, ‘İslâmi siyasetin aşırılaşması’ ile bir halk hareketinin başlamasıydı. ABD’ye göre Türkiye’deki laik çevreler, bunu göremiyor ve yanlış işler yapıyorlardı: 

“Gerçekte Türkiye’nin –askerlerin ağır baskısı altındaki– laik köktencilerinin, RP’nin önünü kesmek için başvurdukları bu manevranın geri tepmesi ve İslâmcı akıma desteğin artması olasılığı daha da yüksek… Laik seçkinler, inançlı Müslümanları kendilerine düşman etmekle kalmıyor, dar görüşlü politikaları ile RP’nin saygınlığını artırıyorlar.”(15)

Alman Dışişleri’nden Herr Lamers; “Sizler işleri hep kestirmeden, sertlikle çözmek yanlısısınız…. Daha ince, daha gelişmiş siyasi yöntemlere ihtiyaç vardır” diyerek askeri darbeye karşı çıkmaktaydı(16).

28 Şubat’ın güçlü generallerinden Özkasnak, Refah-Yol Hükümeti’ni bir askeri darbe ile yıkmanın, o günün şartlarında mümkün olmadığını, 18 Nisan 1999 seçimleri sonrasında basına verdiği bir beyanatta açıklamıştır.

Askeri darbenin yapılmasına mani olan diğer bir etken de, ordunun içerisinde “Türkiye-İran-Rusya-Çin eksenini” savunanların güçlü olmasıydı. Dolayısıyla bir darbe hareketinin ne getireceği ve nasıl sonlanacağı meçhuldü. Ortaya çıkacak kargaşada Türkiye, ayrı bir eksene kayabilirdi. ABD, bu riski göze alamamaktaydı(17).

Amerika’daki bir toplantıda, zamanın Genel Kurmay 2. Bşk. Org. Çevik Bir, Amerikalı yetkililere, “Ben ve arkadaşlarım bu Hükümet’e karşı mücadelede kararlıyız… Yaptığımız da, demokrasinin balans ayarıdır” deyince; zamanın Amerikan Dışişleri Bakanı Madeleine Albright kendisine, “Ancak, her ne yaparsanız, Meclis aritmetiği yoluyla yapınız!” demiş ve ABD’nin bir askeri darbeye kesin karşı olduğunu ifade etmiştir(18). 

15.07.1997-08.01.1999 tarihleri arasında Başbakanlık Müsteşarlığı yapan Yaşar Yazıcıoğlu’na göre, 15 Ekim 1996’da Amerika Dışişleri Bakanlığı tarafından ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne gönderilen çok gizli bir yazıyla, 28 Şubat süreci başlatılmıştır:

“…Evrak tarihi 15 Ekim 1996’dır. Evrakta açıkça şu ifadeler yazılıydı: ‘Refah-Yol Hükümeti’yle birlikte Erbakan artık Batı’dan iyice kopmuştur. İslâm ülkeleriyle ciddi adımlar atmaya başlamıştır. Erbakan D-8 ile birlikte büyük bir İslâm birliğine doğru ilerlemektedir. Tüm bunlar ABD’nin çıkarlarının zıddına olan gelişmelerdir. Size söylediklerimizi başaramadınız. Artık Erbakan bir şekilde uzaklaştırılmalıdır.’ (19).

Askeri darbe ile yapılabilecek kanlı bir operasyon engellenince, askerlerin önderliğinde, yargının desteğinde, “Beşli Çete’nin” taşeronluğunda ve Demirel’in koordinatörlüğünde, postmodern bir darbe yapılmıştır. Dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Fazilet Partisi’nin (FP) haksız bir şekilde kapatılmasını sağlayarak Millî Görüş hareketinin bölünmesi noktasında görevini yerine getirmiştir (20). 

28 Şubat Postmodern Darbesi ile Erbakan, siyasetten men edilerek, RP ve FP hukuksuz bir şekilde kapatılarak Millî Görüş hareketinin bölünmesi sağlanmıştır. 

Sonuç: Müslümanlar, 28 Şubat Postmodern Darbe Sürecinden Bu Güne Dersler Çıkarmalıdırlar

28 Şubat Post-modern Darbesi, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’de olduğu gibi, İç ve Dış Şer İttifakı’na ‘hayır’ diyebilen bir yönetimin devrilmesi vakasıdır. Refah-Yol’un bazı yanlış icraatının olması, bu gerçeği değiştirmez. Hatalar, meşru zeminlerde rahatlıkla düzeltilebilirdi. En büyük meşruiyet ortamı seçimdi, parlamento idi. Bu zeminlerde halk, isterse, iktidarları değiştirebilir ve partileri cezalandırabilirdi. 

28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde amaç, sadece RP’nin iktidardan uzaklaştırılması değildi.

Amaç, Millî Görüş hareketinin ve diğer şuurlu İslâmi hareketlerin iğdiş 

Edilerek, halkın umudu olmaktan çıkarılması ve önceki darbelerde olduğu gibi, halka gerekli gözdağının verilmesi idi. 

Amaç, Millî Görüş tabanında ve İslâmi hareketlerde kaos meydana getirmek, fay hatları oluşturmak, ana damarı membaından saptırmaktı. 

Amaç, ABD’ye, AB’ye, Siyonizm’e, Batı kültür ve medeniyetine, Türkiye’deki cari sisteme, faize, sömürüye, tüketime ve müstekbirlere karşı olan büyük yürüyüşü durdurmak ve mecrasından saptırmaktı. 

Amaç, yükselen Anadolu sermayesini bölmek, parçalamak ve yok etmekti. Müslümanları ve Müslüman iş adamlarını, faiz ile tanıştırmak, banka sistemi ile çalıştırmaktı. Amaç, özelleştirmelerle küresel sermayenin bu ülkenin ekonomik gücünü ele geçirmesini sağlamaktı.

Amaç, “Ilımlı İslâm Projesi” çerçevesinde, Müslümanları sistemin ağırlık merkezine çekip liberalleştirmek, dünyevileştirmek, sekülerleştirmek, laikleştirmek ve mevcut sistemi savunmalarını sağlamaktı. 

Amaç, bütün kurumlar arasına kin, nefret ve fesat tohumları ekerek güveni yıkmaktı.

Amaç, ordu ile halkın arasını açmak ve ülkeyi yağmalattırmaktı.

Amaç, halkı, İslâm kültür ve medeniyet kavgasından vazgeçirmekti. Amaç, Türkiye’yi “model ülke”(!), “model ortak”(!) yaparak İslâm coğrafyasını değiştirmek ve İslâm coğrafyasında jandarmalık yaptırmaktı.

Amaç, içerdeki zalimlerin zulmünden dışarıdaki efendilerine sığındırmaktı.

Bunların ne oranda gerçekleştiğini, bu ülkede yaşayan her Müslüman fert, her hareket, her yapı, her cemaat ve her parti değerlendirerek karar vermeli, kendi nefis muhasebesini yapmalıdır.

Bugün amacımız, uygulanan bir mankurtlaştırma hareketinin kendi milletinden kopardığı, yabancılaştırdığı evlatlarını kazanmak; fay hatlarındaki enerjiyi boşaltıp bu ülke insanın birlik ve beraberliğini sağlamak olmalıdır.

Kaynaklar

1- Can. B.,  Psikolojik Savaş Günleri Susurluk ve Tarikatler, Umran, sayı: 35 İst., 1997

2- Yeni Şafak,  8.2 1997, Frankfurter Allgemeine’den alıntı

3-  Can. B., “Psikolojik Savaşta Yeni Bir Boyut: Tehdit”, Umran, sayı: 36,  1997, 

4- Akit, 13.6.1997.

5-Coşkun, M.; Çakmak N., Attilâ İlhan’la çeşitli konulardan… Millî Gazete 22-23-24.03.2003 

6-Vatandaş, A., Armagedon Türkiye–İsrail Gizli Savaşı, Timaş yay., İstanbul, 1997, S;22, 28, 33-34, 46,55. 

7- Şanlı, U., Doğan, İ.,  Aksiyon, Sayı: 638, 26.02.2007

8- 28 Şubat’ta Mason Belgesi; Yeni Şafak,  07.02.2013

9- Koru,  F.,  Ne değişti, Y. Şafak, 25.8.2000

10- Akit Gazetesi, 10.6 1997. ST Petersburg Times’dan alıntı

11- Makovsky, A., Eksen Ülkeler – Gelişen Dünyada ABD Politikalarının Yeni Hatları, Sabah Yayınları, S;109,112.

12- Donat, Y., Öncesi ve sonrasıyla 28 Şubat, Bilgi Yayınevi, 1999, S: 467-471; “İşte Rapor”, Millîyet, 2.5.1997; “Darbesiz Çözüm”,  Millîyet, 3.5.1997.

13-Uğur, F., Aksiyon Sayı: 638 – 26.02.2007.

14- Zaman 27.02.2007:

15- Alpay, Ş., Yanlış Düşman, Millîyet, 9. 9. 1997 (4.9.1997 tarihli Chicago Tribune’den alıntı)

16- Livaneli, Z., Millîyet, 18.1. 1998.

17-Çongar, Y., “ABD, Ordu, Orakoğlu”,  7 Temmuz 1997, Millîyet.

18- Selahaddin Çakırgil, S., Vakit, 14.02.2007.

19- Utku, M.,  Yeni Şafak 06.02.2007.

20- Savaş, V., 10.1 2001,  Gazeteler