Türkiye’deki Genel Türk Tarihçileri İlk Defa bir Çalıştayda Buluştular

Tarih
Türkiye’deki Genel Türk Tarihçilerini bir araya getirmek fikri aslında çoğu kimsenin aklında vardı. Fakat bunu eyleme geçiren kişi Prof. Dr. Mehmet Alpargu oldu. Böyle bir girişimi başlattığı için ken...
EMOJİLE

Türkiye’deki Genel Türk Tarihçilerini bir araya getirmek fikri aslında çoğu kimsenin aklında vardı. Fakat bunu eyleme geçiren kişi Prof. Dr. Mehmet Alpargu oldu. Böyle bir girişimi başlattığı için kendisini tebrik etmek lazım. Genel Türk Tarihi alanının önde gelen araştırmacılarından çoğu (61 öğretim üyesi) katıldı.

Çalıştaydaki en kıdemli hoca Prof. Dr. Abdülkadir Donuk’tu. Hoca, ilk oturumu idare ederken bazı ilginç noktalara temas etti. Genel Türk tarihinin lüzumunun yeteri kadar anlaşılmadığını dile getirdi. Dinleyicilere sunduğu liste ile de bu kürsünün ne kadar önemli bir boşluğu doldurduğunu ortaya koydu. Vaktiyle bu Anabilim Dalı kapatılmaya çalışıldığı zaman, bu sahanın önemini ispatlamak için Tarihin herbir Anabilim Dalının meşgul olduğu devletleri gösteren bu tabloyu sunmuş. Bu listeye göre, Eskiçağ Tarihi 17, Ortaçağ 10, Yeniçağ 2, Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti 1, Türkiye Cumhuriyeti 1, Genel Türk Tarihi ise 38 devlet ve konu ile meşgul görünmektedir. Hoca vaktiyle bu listeye yapılan itirazları da nakletti. Yakınçağ tarihçisi rahmetli Ali İhsan Gencer hoca liste için: “Amma da şişirmişiniz” demiş. Ortaçağ tarihçisi rahmetli Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız ise Umumi Türk Tarihi kürsüsünün Togan’ın keyfi için icad edildiğini söylemiş. İlginç anekdotlardı.

İlk oturumda söz alan Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, “Genel Türk tarihine lüzum yok” denilmesini eleştirdi. Bu alanın sınırlarıyla ilgili olarak: “Sınır koymayalım, ayağımıza pranga vurmayalım. Nerede Türk varsa orada Türk tarihi vardır” dedi.

İkinci konuşmacı Prof. Dr. Sadettin Gömeç, “İslamiyet Öncesi” tabirinin sorunlu bir tabir olduğunu dile getirdi. Türklerin İslamiyet’e ne zaman girdiği konusunun tartışmalı olduğuna, hâlâ İslam’a girmeyen Türk topluluklarının bulunduğuna dikkat çekti. Türk tarihi nereden başlatılmalı, İskitlerden (Sakalardan) mi, yoksa Hunlardan mı? sorusunun çözülemediğini ifade etti. 1975’ten itibaren Genel Türk tarihçiliğinin bir gerileme içine girdiği tespitinde bulundu. Yabancı dil biliyor diye farklı alanlardan yüksek lisans ve doktora talebelerinin alınmasının çoğu kez hüsranla sonuçlandığını ifade etti. Bir de diğer sahalarda doçent olamayan birinin gelip de Genel Türk tarihinden doçent olmaması gerektiğini söyledi. Ayrıca, Genel Türk tarihçilerinin halka ulaşabilecek bir üslubu kullanmaları lazım geldiğini belirtti.

Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu, Genel Türk tarihinin Türkolojinin tarih boyutu olduğunu ve Türk milliyetçiliğinin doğuşuna dayandığını vurguladı. Fuad Köprülü’yü bu sahanın diğer kurucusu olarak görmek lazım geldiğini belirtti. Bu alanın gerçek varlığını zayıflatan, ilmi değerini düşüren duygusal yaklaşımlara dikkat çekti.

Prof. Dr. Konuralp Ercilasun, disiplinler arası yaklaşımları ele aldı; Türkiye’de eski Türk araştırmaları ve arkeoloji arasında bir kopukluk olduğunu, arkeoloji çalışmalarının Ön Asya merkezli olduğunu, Sovyetler Birliği’nde ise tarih ile arkeoloji araştırmalarının birlikte yürütüldüğünü ifade etti. Türkiye’de eski Türk arkeolojisinin 1991’den sonra gelişmeye başladığını ve daha yapılacak çok iş olduğunu (öncelikle Orta Asya’daki arkeolojik gelişmeler Türkçeye aktarılması gerektiğini) belirtti. Çince, Arapça, Rusça kaynakların henüz çok azının tercüme edildiğini söyledi. Bu meseleler çözüldüğü takdirde sadece tarih alanı değil, diğer disiplinlerin de gelişeceğini belirtti. Bununla ilgili bir misal de verdi: Max Weber 1915’te Çin’de inanç hakkında bir kitap yazabildi. Çünkü kaynaklar tercüme edilmiş durumdaydı.

Hocanın işaret ettiği diğer noktalar şu şekilde özetlenebilir: Yeniçağ ve Yakınçağ tarihçileri Osmanlı arşivinde boğuluyorlar. Avrupa tarihi yok. Çünkü Osmanlı belgeleri o kadar çok ki. Genel Türk Tarihi araştırmaları siyaset bilimi alanıyla da, uluslararası ilişkilerle de örtüşüyor bazı noktalarda. Antropoloji Türkiye’de çok kesin olarak ayrılmış; Batı’da böyle değil. Batı’da “sosyoloji gelişmiş toplumları inceler” anlayışı hâkim. Emperyalist bir yaklaşım bu. Batı’da sosyal antropologlar tarihle çok ilgililer. Doğrudan doğruya tarih üzerine kitaplar yazıyorlar. Irkçılığın yükseldiği 1930’lu, 40’lı yıllarda fiziki antropoloji revaçtaydı; sonra hızla geriledi. Son 30 yılda ise genetik araştırmaları ilerledi. 

Prof. Dr. Mualla Uydu Yücel, Türkiye üniversitelerinde daha ziyade siyasi tarih öğretildiğini, kültür tarihine daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini söyledi. Müzelerin öğretici amaçlar için kullanılması gerektiğini dile getirdi. Türk cumhuriyetlerinden örnekler verdi.

Bütün bunlar, sabahki oturumda konuşuldu. Konuşmaların genelinde savunmacı bir üslup hâkimdi. Özeleştiri de yapmak gerekiyor. Dikkati çeken eksiklerden biri, Genel Türk tarihi camiasının dar bir yapıya sahip olması. Bu durum alanın bilimsel kalitesini olumsuz etkiliyor. Türk dünyasına ait meselelerin eleştirel bir bakış açısıyla devamlı konuşulduğu, farklı bakış açılarına sahip akademisyenlerin birikimlerini paylaşan bir ortamın oluşması gerekiyor.

Genel Türk tarihi alanı geniş bir coğrafyayı ve zaman dilimini kucaklaması açısından belli bir avantaja sahip. Fakat bunu yapabilmek birçok dil bilmeyi ve farklı disiplinleri özümsemeyi gerektiriyor. Zeki Velidi, Fuad Köprülü ve Akdes Nimet Kurat gibi tarihçiler bunu önemli ölçüde gerçekleştirdiler; evrensellikle olan bağlarını daima canlı tuttular. Türk tarihinin bu cephesinin anlaşılması, Orta Asya, İdil-Ural ve Kafkasya’nın Türk kökenli halklarının ortak hafızalarını, geleneklerini ve medeniyetini, davranış tarzlarının altında yatan kültürü bilmek açısından son derece önemlidir.

Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere