Osmanlı hanedanlığının Topkapı Sarayı’ndaki hazinelerinin Cumhuriyet’ten sonra satışa çıkarıldığı, konuyla ilgili Fransızlarla yazışmalar yapıldığı ancak veraset davalarından çekinilmesinden dolayı satışın gerçekleşemediği öğrenildi.
Tarhçi Yazar Murat Bardakçı, 1927’de Topkapı’nın hazinelerini satışa çıkartıldığını ve Yıldız Sarayı’nın da kumarhane yapıldığını yazdı.
Dünya Bülteni’nin Habertürk’ten aktardığna göre Bardakçı, “Günlerden buyana, yeni inşa edilen Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı tartışıyoruz. Bu yazıda sözkonusu tartışmalara temas etmeyecek ama saraylarla ilgili olan ve şimdilerde unuttuğumuz bir başka hadiseyi yazacağım” diyerek şunları yazdı:
1927’de Fransa’ya Topkapı ve Dolmabahçe Sarayları’ndaki hazineyi mezatla satmak için yaptığımız resmî teklifin, hazinenin tesadüfen kurtulmasının ama mücevherleri kasalara kilitleyip 24 sene boyunca unutmamızın öyküsünü… Türkiye’nin 1927’de Topkapı Sarayı’nın Hazine Dairesi’ndeki mücevherler ile Dolmabahçe Sarayı’ndaki eşyalardan bazılarını satışa çıkartıp Fransa’da satılmaları için girişimlerde bulunmasını…
SATIŞI FRANSIZLAR’A ÖNERDİK
İşte, şimdiye kadar dar bir çevrede kalsa da sadece bahis konusu olan ama üzerinde pek çalışılmayan bu “satış” işinin Fransız Arşivleri’ndeki belgelere göre ayrıntıları:
Paris’in önde gelen mücevher şirketlerinden Rozanes, 1927 ilkbaharında Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Fethi Bey’den yazılı ama garip bir teklif alır: Büyükelçi “İstanbul saraylarında padişahlar zamanından kalan mücevherleri satmak istiyoruz. Bu satıştan elde edilecek gelir memleketin kalkınmasına sarfedilecek. Lütfen en iyi uzmanlarınızdan birini mücevherlerin değer tesbitini yapması için Türkiye’ye gönderin” demektedir.
SATIŞIN SEBEBİ UNUTTURMAK
Türkiye’nin böyle bir girişimde bulunmasının iki sebebi vardır: “Bedelleri millet işlerine harcanmak maksadıyla”, yani mücevherleri elden çıkartarak yeni kurulan ve son derece fakir olan devlete gelir sağlama ve bu arada da eski rejimden kalma ne varsa unutturma çabası…
Sultan Abdülhamid’in otuz küsur sene boyunca kullandığı Yıldız Sarayı da yine aynı düşünce ile o günlerde zaten kumarhane hâline getirilmiştir.
Paris’teki şirketin sahibi Mösyö Rozanes, hemen Robert Linzeler adında bir uzmanı Türkiye’ye gönderir ama tekliften Fransız Dışişleri Bakanlığı’nı da haberdar eder: Bakanlığa “Bu işin siyasi tarafı olabilir. Biz İstanbul’daki Fransız Büyükelçiliği’nin mücevherler ile ilgili raporlarından biri. mücevherlerin kaç para edeceğini hesaplarken siz de lütfen o tarafıyla alâkadar olun” der.
Avrupa ülkeleri Ankara’yı o günlerde genç cumhuriyetin başkenti olarak henüz tanımamıştır ve elçiliklerini İstanbul’da tutmaya inatla devam etmektedirler. Fransız Büyükelçiliği de İstanbul’dadır ve İstanbul’daki maslahatgüzar Brugere ile Paris arasında mücevherler konusunda yazışmalar yapılır. Türkiye’de çalışmaya başlayan Linzeler ise saraylardaki mücevherlerin değeri hakkındaki ilk tahminini yapar: Padişahların hazineleri, Avrupa’da mezata konmaları halinde en az 300 milyon Frank edeceklerdir. Paris, artık ellerini ovuşturmaktadır ve yazışmalarda “Rus Çarı’nın hazinelerini İngilizler’e kaptırmıştık ama Türk hazineleri bize kalacak. Bu işten iyi para götüreceğiz” gibisinden ifadeler yeralmaktadır. Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand ile İstanbul’daki maslahatgüzar Brugere ve mücevherci Rozanes, birbirlerine sayfalar dolusu mektuplar göndermektedir…
VÂRISLERDEN KORKTULAR
Herşey tamamlanır, Fransız şirketi ile Türk Hükümeti mücevherlerin mezata konarak satılması konusunda anlaşmaya varır ve sıra mezatın yapılmasına gelir. Fransa hazırlanacak katalog için Türkiye’den mücevherlerin kime ait olduğunu ve kimin adı ile satışa konacaklarını sorar…
Ama, Paris’teki Türk Büyükelçisi Fethi Bey “Bunlar padişahlara, çoğu da İkinci Abdülhamid’e aittir” cevabını verince işler karışır. Fransızlar arasında yeniden bir yazışma trafiği başlar. Dışişleri Bakanlığı bu defa “Abdülhamid’in vârisleri bizi dava etmeye kalkarlar, davayı kazanırlar ve bütün para elimizden gider. Bir yol bulmalıyız” demektedir.
Düşünülür, taşınılır ama aranan yol bir türlü bulunamaz. Paris satış konusundaki her adımın Abdülhamid veresesinin haklarını ihlâl edeceğini farketmiştir. Ankara’ya 1928’in yaz aylarında gönderilen son mesajda “Biz bu işten vazgeçiyoruz, siz de vazgeçin. Zira satış yapıldığı takdirde padişahların vârisleri mahkemeye gidip herşeye elkoydururlar” diye yazmaktadırlar.
24 SENE KASALARDA UNUTULDU
Türkiye, 1927’de Fransa ile Osmanlı hazinelerinin satışı konusunda görüşmeler yaptığı sırada bir başka tuhaflık daha etti, Topkapı Sarayı’ndaki mücevherlerden satmak istediklerini Ankara’ya nakledip Merkez Bankası ile Maliye Bakanlığı’nın kasalarına kilitledi ve 24 sene boyunca orada unuttu!
Saray mücevherlerinin Ankara’ya nakledilmiş olduğu, senelerdir kapalı duran bazı kasaların 1951 ilkbaharında farkedilmesi üzerine hatırlandı. Kasalar 1951’in Mayıs ve Haziran aylarında oldukça maceralı biçimde açıldılar.
Kasadan çıkanlar Sultan Abdülmecid’in murassa sorgucu, Abdülaziz’in iri taşlı yakut yüzüğü, murassa bir taç, çok sayıda kıymetli taş ve dünya kadar mücevherli eşya, yemek takımı ve takılar vardı.
Merkez Bankası’ndaki kasanın da 7 Mayıs’ta açılması kararlaştırılmış ve heyet o gün bakanlığın kasa dairesinde toplanmıştı. Ama anahtarlar bulunamayınca bakanlık çilingir çağırdı, kasayı çilingir de açamadı, bu defa oksijen kaynağı ile kesilmesine çalışıldı, bu da bir işe yaramayınca açılış ertelendi ve İstanbul ile Ankara’da bir anahtar koşuşturmasıdır başladı. Konunun gazetelere yansıması üzerine Danıştay’dan emekli bir hâkim Meclis’e giderek kayıp anahtarın nerede bulunduğunu haber verdi ve 1951’in 27 Mayıs’ında açılabilen kasadan da sandık dolu mücevherler çıktı. Mücevherler arasında 1927’de Dolmabahçe Sarayı’ndan getirilmiş olanları da vardı.
Bugün, Topkapı Sarayı’nın hazine dairesinde hayranlıkla seyredilen mücevherler bir zamanlar işte böyle bir macera yaşamışlardı.
Kaynak : Habertürk