Restore edilen Mabeyn Köşkü’nde tarihi hilal

Tarih
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Almanya Başbakanı Angela Merkel’i kabulünde kullanılan koltuklardaki hilal sembolüyle gündeme gelen köşke ilişkin açıklamada bulunan Tepeköy, söz kon...
EMOJİLE

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Almanya Başbakanı Angela Merkel’i kabulünde kullanılan koltuklardaki hilal sembolüyle gündeme gelen köşke ilişkin açıklamada bulunan Tepeköy, söz konusu koltuklara “hilal” simgesinin sonradan eklendiği yönündeki iddialar konusunda, “Koltukların, Albülhamid döneminde çekilen fotoğraflarında, yani orjinalinde hilal sembolü mevcut” ifadelerini kullandı.

Tepeköy, 1909’da Sultan Abdülhamid tahttan indirildikten sonra Yıldız Sarayı’ndaki eşyaların tasfiyeye tabi tutularak, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına dağıtıldığını kaydederek, şu bilgileri verdi:

“Bu eşyalar, bulundukları kurumlarda demirbaş olarak kullanıldığı için, süreç içinde kırılmış, kopmuş ya da koruma amacıyla esere yanlış uygulamalar yapılmış olabilir. Bu koltuklardaki hilallerin o dönem mevcut olmaması, süreç içerisinde kullanıma bağlı olarak kırıldığını düşündürüyor. Bizim için önemli olan, orijinaline uygun olarak tarihi belgelerde de görüldüğü haliyle restore etmekti. Koltuklar restore edildiğinde, hilal sembolleri de yine orjinaline uygun olarak eserlere uygulandı.”

Koltukların saray arşivlerindeki ve restorasyonda kaynak olarak kullanılan ilk fotoğraflarında “hilal” simgesinin görüldüğünün altını çizen Tepeköy, “Son hali de aynı şekilde. Belgeleme konusunda, Yıldız Sarayı’nda yapılan işler için gerçekten iddialı bir konumdayız. Burada da örneklerini gösterebiliriz. Bina kaç kere boyanmış, kaç yılında boyanmış. Hepsi belgelemeye tabi tutuluyor. Orijinal olan, dönemini yansıtan kısım orijinal bir şekilde tamamlanmış oluyor” ifadelerini kullandı.

“Restorasyon çalışmaları 2011’de başladı ve devam ediyor”

Ali İlker Tepeköy, köşkte, restorasyon, teşhir ve tanzim çalışmalarını gerçekleştirdiklerini söyleyerek, “Aslında binanın fiziki anlamda restorasyon çalışmaları bitmişti. Eserlerin restorasyonu, avizeler ve eşyaların restorasyonu yapılarak, orijinaline uygun biçimde yerleştirildi. Restorasyon çalışmaları 2011’de başladı ve devam ediyor. Mevcut eşyalar temizleniyor, altındaki doku tespit ediliyor ve aslında orjinalliğinde değişen hiçbir şey yok” ifadelerini kullandı.

Binanın Abdülaziz döneminde yapıldığını aktaran Tepeköy, “Sultan Abdülhamid tahta çıktığında, Yıldız’a taşınıyor ve Büyük Mabeyn Köşkü’nü yönetim merkezi olarak kullanıyor. Bu projenin gerçekleşmesindeki en büyük amaçlardan biri, kendi döneminde de uluslararası kabullerin burada yapılması ve yönetim merkezi olarak kullanılması” diye konuştu.

Yıldız Sarayı’nda 300’e yakın eserin restore edildiğini ve bu eserlere yeni ömür katılmış olduğuna dikkati çeken Ali İlker Tepeköy, “Ayrıca binanın restorasyonunun tamamlanması ve işlev verilmesiyle birlikte bina, oldukça prestijli bir mekan olarak kullanılacak. Böylece geleceğe devamı sağlanmış olacak” ifadelerini kullandı.

“Bina geçmişinde de yabancı misafirleri konuk etti”

 Köşk’e ait olabilecek eşyaların geri getirilmesi konusunda 2011’de bir çalışma başlattıklarına değinen Tepeköy, şunları aktardı: 

“Askeri Müze, Topkapı Sarayı ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan ve Yıldız Sarayı’na ait orijinal malzemeler buraya getirildi tekrar. Sultan Abdülhamid tahtan indirildiğinde, buradaki bütün eşyalar bir tasfiyeye tabi tutuluyor ve çeşitli devlet kurumlarına gönderiliyorlar. Şimdi bu eserlerin buraya getirilip, orijinal mekanlarında, orjinaline uygun restorasyonlarıyla sergilenerek, aslında hem eşyalar, hem de binalar hayat kazanmış oldu.”

Müze müdürü Tepeköy, binanın geçmişte de yabancı misafirleri konuk ettiğine işaret ederek, “Sultan Abdülhamid döneminde Avusturya-Macaristan Arşidükü Rudolf ve eşi burada karşılanıyor. Amerikan Başkanı Grant’ın oğlu geldiğinde, burada karşılanıyor. 2. Kayzer Wilhelm, Sultan Abdülhamid döneminde iki kere İstanbul’u ziyaret ediyor. Abdülhamid, tahtan indirildikten sonra, Sultan Vahidettin de bu mekanı kullanıyor. 1919’da Saltanat Şurası, Cumhuriyet döneminde 1933’te Dünya Parlamentolar Meclisi burada toplanıyor. Böylelikle aslında nesilden nesile aktarılan bir kullanım söz konusu. Burada resmi kabullerin yapılması da aslında, sarayın orijinal işleviyle kullanılmasının gerektirdiği bir şey” dedi.

“Her eser için ayrı dosyalar hazırlanıyor”

Yıldız Sarayı Müze Müdürü Tepeköy, restorasyona tabi tutulan her bir eser için ayrı dosyalar hazırlandığını belirterek, “Röleveleri çiziliyor, dosyalara alınıyor, yapılan müdahaleler işaretleniyor. Eksik olan kısımlar, tamamlamalar, hepsi bir dosya içerisinde toplanıyor ve orijinalinde ne varsa, ne uygunsa, ona uygun malzemeyle restorasyonu tamamlanmış oluyor” ifadelerine yer verdi.

Restorasyonda eski fotoğraflardan faydalanıldığını sözlerine ekleyen Tepeköy, “Bunun dışında, eser üzerinde yapılan belgeleme çalışmaları var. Eser üzerine raspa yapıldığında, orjinalinde altın varak, lake, gomalak cila ya da ne tür bir uygulama olduğu tespit ediliyor ve restorasyon aşamasında ona uygun malzeme seçilerek tamamlanmış oluyor” diye konuştu.

Ayasofya Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz de “hilal”in 11. asırdan itibaren Doğu’da ve Batı’da Hıristiyanlığın sembolü olan “haç”a karşı, İslamiyet’in sembolü olarak kullanılmaya başlandığını söyleyerek, para, sancak, bayrak, sanat eserleri ve mimari eserlerde de görüldüğüne dikkati çekti.

Osmanlı Devleti’nde Sultan 3. Selim, Sultan 2. Mahmud ve Sultan Abdülmecid dönemlerinde hilal sembolünün kullanıldığını vurgulayan Cengiz, “Hilal sembolüne yüklediğimiz anlam o kadar büyüktür ki, camilerimizin ve onların kubbelerinin üzerinde tek bir remiz olarak onu görürüz. Dolayısıyla hilal, Osmanlı Devleti’nin her anında kullanılmıştır” ifadelerine yer verdi.

Sanat Tarihçisi Semavi Eyice de cumhuriyetin kuruluşundan beri sarayların eşyalarının yağma edildiğini savunarak, “Mabeyn Köşkü’nde hala o dönemden eşya kaldıysa, ancak hayret edilir” dedi.

Saraylardaki eşyaların kırılıp, dökülmesine engel olunması gerektiğini kaydeden Eyice, şöyle konuştu:

“Benim kendi evimde bile benzer eşyalar var. Daha geçenlerde eski bir kitapta gördüğüm Berlin’deki İmparatorluk Sarayı’nın bir eşyasının aynısını Harbiye’de Hristiyan bir mobilyacıya yaptırdım, döşettim, yaldızlattım. O saray da mesela tahrip edilmiştir. Bugün eşyaları bulamazsınız.”

Semavi Eyice, saray eşyalarının yaşatılması gerektiğine dikkati çekerek,saraylarda hurdaya atılmış dünya kadar eşya olduğunu aktardı.

Koltuklarla ilgili eleştirilere de değinen tarihçi Eyice, “Bazı zevatın modern eşyayı daha iyi bulmasıyla da ilgili. Bu biraz da zevk meselesi. Cumhurbaşkanımız gibi pek çok insanın bu zevki edinmesi lazım. O koltuklar zaten modern bir binada olmaz. Fakat saraya böyle ihtişamlı eşyalar yakışır” ifadelerini kullandı.

Eyice, padişah lağvedilince Yıldız Sarayı’nın eşyalarının çoğunun Beşiktaş Çarşısı’nda satıldığını vurgulayarak, “Görenler anlatıyor. Fransız İhtilali’nde de saraylar yağma edilmiştir. Fakat ihtilal sonrası ekipler kurulmuş, saraylardaki eşyaların nereye, kime gittiği tespit edilmiş ve bulunarak Fransız hükümeti tarafından para ödenerek geri alınmış, yeniden yerlerine koymaya çalışılmıştır” diye konuştu.

 

Osmanlı tarihçisi, yazar Dursun Gürlek de ihtişam konusuna değinerek, Osmanlı döneminde padişahların ihtişamının kendileri için öne çıkarılmış bir ihtişam olmadığına dikkati çekti.

İhtişamın, düşmana karşı muhteşem görünmek olduğunu ifade eden Gürlek, “Bunun kaynağında da İslam vardır. Bizim dini inancımıza göre, kibir son derece kötü bir huydur ama kibirliye karşı kibir göstermek, son derece sevaptır. Dolayısıyla savaşlarda da Osmanlı padişahları maddi anlamda ihtişamı esas alıyorlardı ve nev-i şahsına mahsus, muhteşem tablolar icat etmek suretiyle, düşmana korku salıyorlardı. Mesela mehter takımımız, buna en iyi örnektir” dedi.

Gürlek, Büyük Mabeyn Köşkü’ndeki koltuklarla ilgili tartışmalara ilişkin de şöyle konuştu:

“Cumhurbaşkanlığı makamına karşı gösterilen bu tepkiler, şu anda o makamda oturan mevcut Cumhurbaşkanını hedef alıyor. Öyle tahmin ediyorum ki orada başka bir Cumhurbaşkanı olsaydı, o koltuklar ve sözümona o ihtişam gündeme gelmeyecekti. Bu sebeple basında meydana gelen bu tartışmaları ve eleştirileri, ‘seviyesi düşük eleştiriler’ olarak görüyorum. Biz, devlet bazında ihtişamlı göstergelere muhtacız.”

Yapılanın doğru olduğunun altını çizen Gürlek, “Bir zamanlar o koltuklara Osmanlı padişahlarının oturması, şimdiki devlet başkanlarının, cumhurbaşkanlarının oturmasına engel değildir. Kaldı ki orada misafir edilen bir yabancı devletin başbakanı olduğu için çok isabetlidir. Biz kabile devleti değiliz. Maddi ve manevi ihtişamın da ne olduğunu bütün dünyaya göstermiş, Osmanlı Devleti’nden geliyoruz. Bunu Osmanlı tarihçileri ve batılı tarihçiler çok iyi bilir” dedi.

Sanat tarihçisi Nurhan Atasoy ise, Osmanlı’nın, bayrak ve alemlerde “hilal” simgesini kullandığını dile getirerek, “Eşyada ise pek kullamıyor. Hiç kullanmıyor değil. Çünkü Türkevleri’nde koltuk yoktur. Topkapı Sarayı’nda bugün gördüğümüz koltuklar 19. yüzyılda başka saraylardan getirilen koltuklardır” dedi.

Atasoy, hilalin Avrupalı için Türkleri ve İslam’ı temsil ettiğine işaret ederek, şu bilgileri verdi:

“Bizde ise motif olarak kumaşlarda kullanılmıştır. Bu farklı bir şey. Ben 15 ve 16. yüzyıl minyatürlerini çalışırken o minyatürlerde alemlerde gördüm. Osmanlı olduğunu anlatmak için kullanılan hilal, bizde aynı şekilde kullanılmamıştır. Batı etkisi geldikten sonra, eşyalar üzerinde görülmeye başlanıyor. Hilal bizde hiç yoktur demedim, alemlerde var. Avrupalıların kullandığı tip eşyalarda çok yaygın değildir. Dediğim gibi kumaşlarda daha çok vardır.”