‘Ben bir Osmanlı Türk’üyüm’

Tarih
"Turquetto" ile 1531 yılında başlayan bir serüvenin içindeyiz. Bu, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelen, annesini hiç tanımamış, babasını ise 12 yaşında kaybetmiş...
EMOJİLE

"Turquetto" ile 1531 yılında başlayan bir serüvenin içindeyiz. Bu, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelen, annesini hiç tanımamış, babasını ise 12 yaşında kaybetmiş Eli Soriano’nun hikâyesi.

Eli, babasının ölümünden sonra küçük yaşta, resim yapma tutkusu yüzünden Venedik’e kaçmış. Doğduğu topraklarda kalamayan Eli, bu sefer Avrupa’da Yahudi olduğu için barınamamış ve yıllar sonra İstanbul’a geri dönmüş. Metin Arditi’nin hikâyesi de pek çok açıdan Eli’nin yaşadıklarıyla benzeşiyor. Arditi’nin atalarının yüzyıllar önce İspanya’dan Yahudilerin kovulmasıyla başlayan yolculuğu, Osmanlı’da son bulmuş. Arditi, 1945’te Ankara’da doğmuş. Okumak için İsviçre’ye gittiğinde daha yedi yaşındaymış. O da anne ve babasından ayrı, o da yıllar sonra yeniden doğduğu topraklarda…

Her ne kadar Eli gibi yoksul bir çocukluk geçirmese ve ailesini kaybetmese de Arditi, bu topraklarla olan bağını kahramanı Eli’nin durumuna benzetiyor: "O da benim gibi bu ülkeye geri dönme ihtiyacı hissetti!" Eli’yi yıllar sonra, terk ettiği İstanbul’a nasıl bir arayış geri getiriyor? Arditi’nin cevabı, Eli’ye kendi dünyasında nasıl yer verdiğini de açıklıyor sanki: "Bir arayışı var mıydı, bilmiyorum. Bazen sadece yapmak zorunda olduğunuz için bir şeyi yaparsınız, nedenleri hakkında fazla düşünmezsiniz. Eli’nin İstanbul’a dönüşü de bu türden bir geri dönüş galiba." Eli’nin dönüşü, doğal bir sürecin tamamlanması gibi Arditi’ye göre. Çünkü yazar, hepimizin doğduğu yerle çok özel bir bağı olduğunu düşünüyor. "Görüyorsunuz işte, ben yıllardır İsviçre’de yaşıyorum. Mutlu ve başarılı bir hayatım var ama yıllar geçtikçe kendimi daha da Türk hissediyorum!"

OSMANLI, YAHUDİLERE YAŞAM HAKKI TANIDI

Kendisini Osmanlı’ya ait ve Türk hisseden Arditi’nin bu hissiyatını belirleyen iki ana sebep var. Bunlardan ilki Türkiye’de doğması ve burada yedi yaşına kadar, kendi ifadesiyle "fantastik" zamanlar geçirmesi. Bu bağın mantıkla, akılla açıklanabilecek hiçbir yeri olmadığını söylese de, yaşadığı aidiyet duygusunun öneminden bir şey götürmeyeceğini düşünüyor Arditi. Bilinçli bir tercihle kendisini bu topraklara ait hissetmesi ise kendini Osmanlı Türk’ü olarak tanımlamasının ikinci sebebi. Arditi, Osmanlı’nın tarihin her döneminde bir hoşgörü padişahlığı olduğunu anlatıyor: "Benim ailem neden çıktıkları İspanya’da kalmamışlar ya da neden yolları üzerinde bulunan İtalya’ya yerleşmemişler? Yahudilerin katledildiği, hayvanlar gibi sürüldüğü bir zamanda Osmanlı onlara aynı şeyi yapmamış çünkü… Yahudiler burada kabul görmüş." Yazar, bu noktada örneğini genişletip padişah annelerini hatırlatıyor. Önce İstanbul’a köle olarak getirilen Hıristiyan kadınlardan pek çoğunun sultan annesi olduğuna vurgu yapıyor sonra da Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra kiliseleri yıktırmayışını anlatıyor.

Edebiyat ve müziğin, Metin Arditi’nin hayatında çok büyük bir yeri var. "Orkestra yöneticisi olmamın herhangi bir şirketin yöneticisi olmamdan bir farkı yok ama benim müzikle bağım daha farklı." diyen yazar, müziğin yazarlığına çok katkısı olduğunu söylüyor. Arditi, yazdıklarını içinden on kere de okusa hataların görülemeyebileceğini, ama yüksek sesle bir kere okuyarak, metnin müziğinin nerede bozulduğunun anlaşılabileceğini düşünüyor. "Edebiyatta müziği kaçırdığın zaman o sadece gürültü oluyor. Ama kelimelerin müziğini yakaladığın zaman ortaya sevimli, tatlı bir şey çıkıyor." Okurla kitap arasında kurulacak ilişkinin buradan doğduğuna inanıyor Arditi…

"Çok kültürlü geçmişim, bana önyargısız olmayı öğretti"

"Çok dil konuşulan bir evde doğdum, sonra birçok uyruktan insanın olduğu yatılı bir okulda okudum. Bu şekilde insanları tanımayı öğrendim. Ama en önemlisi, kendi karakterlerimi tanımayı öğrendim. Onlara önyargıyla yaklaşmamaya çalışıyorum. Ve bazen bu çok zor oluyor. İsviçre’de geçen bir kitabımda bir karakterle çok kavga etmiştim mesela. Irkçı bir öğretmendi. Çok zordu onu anlamaya çalışmak. İçinde ırkçı bir şeytan vardı ama bir melek olduğunu da biliyordum. Çok kültürlü bir geçmişimin olması, bana önyargısız olmayı öğretti. Edebiyat bütün insanlarda insanlık bulmanın yoludur. Bir karakter yaratıyorsun ve sonra yarattığını anlamaya çalışıyorsun. Bu bir keşif."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1341560&title=ben-bir-osmanli-turkuyum