67 yılda 5 bin Atatürk fotoğrafı topladı

Tarih
Atatürk’e ait fotoğrafları toplamaya henüz 17 yaşındayken başlayan ve 67 yıllık büyük bir çalışmanın sonunda toplam 5 bin Atatürk fotoğrafını arşivinde bir araya getirmeyi başaran Benazus, İngil...
EMOJİLE

Atatürk’e ait fotoğrafları toplamaya henüz 17 yaşındayken başlayan ve 67 yıllık büyük bir çalışmanın sonunda toplam 5 bin Atatürk fotoğrafını arşivinde bir araya getirmeyi başaran Benazus, İngiltere’nin başkenti Londra’da fotoğraf arşivine ve koleksiyonerlik serüvenine dair AA’nın sorularını yanıtladı.

Atatürk fotoğrafları koleksiyonundaki ortalama 3 bin fotoğrafın negatifinin kendisinde olduğunu belirten Benazus, koleksiyona 17 yaşındayken tüm haftalığını harcayarak aldığı bir Atatürk fotoğrafıyla başladığını söyledi.

Benazus, “Yazları haftalıkla çalışıyordum ve haftalığımla o fotoğrafı aldım. Fotoğraf yüzünden annemden neredeyse dayak yiyecektim çünkü o zaman Türkiye’de yoksulluk var, evden o haftalığı bekliyorlardı. Sonrasında gördüğüm fotoğrafları toplamaya başladım. İş hayatında maddi imkanlarım çoğaldıkça fotoğrafları satın alma gücüm oluştu. Güzel bir koleksiyon oldu” diye konuştu.

Şu anda bütün isteğinin koleksiyondaki fotoğraflar için bir vakıf kurmak olduğunu ifade eden Benazus, son çıkan kanunla vakıflarda gelir garantisi arandığını ancak kendisinin bir gelir kaynağı olmadığını ve Atatürk’ü “bir ticari meta” haline getirmeyi kendine yediremediğini belirtti.

 İki tane fotoğraf için günübirlik Amerika ziyareti

Atatürk fotoğraflarının kendisinde zamanla bir tutku haline geldiğini dile getiren Benazus, gelen bir telefon üzerine fotoğraf almak için ilk uçakla ABD’ye gittiğini anlattı.

1984 yılında ABD’den bir telefon geldiğini aktaran Benazus, “Bir gazeteci 1921 yılında Atatürk’le Ankara’da röportaj yapmış. Çektiği fotoğraflar adam ölünce oğluna kalmış. O zaman için mali durumumda sıkıntı yoktu. Telefonla görüştükten sonra sabah 5 uçağına atlayıp, Amerika’ya gittim. New York’a vardım. Adamın fotoğraf atölyesine gittim, parasını verdim ve negatiflerini aldım. Fotoğrafların birer tanesini aldım, İstanbul’a döndüm” dedi.

“Paşadır evi alır gider, ama hanımı bırakın”

Benazus, ABD’den büyük bir heyecanla getirdiği iki fotoğrafın sonraki süreçte kendisine farklı heyecanlar da yaşattığını aktardı.

Fotoğrafları büyüten ve bir takımını o zamanki Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e gönderen Benazus, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Aradan bir hafta geçti geçmedi, rahmetli eşim bana telefon açtı. ‘Aman burayı paşalar bastı’ dedi. ‘Hayırdır inşallah’ dedim. Telefona o zamanki 4. Ordu Komutanı İsmail Hakkı Akansel çıktı. Akansel, ‘Paşanın emri var. Sizde iki fotoğraf varmış, onları hemen ver. Kaç paraysa hemen ver, gideceğiz’ dedi. Ben şaşırdım, ‘Allah Allah benim satılık fotoğrafım yok. Ama Evren Paşadır, emreder, evi de alıp gider ama ne olur hanımı bırakın’ gibi bir espri yaptım. Hoşuna gitti. ‘Bize bir iki gün izin verir misin’ dedi. Verdim ben de. Aradan 4-5 gün geçti. O zaman Ali Baransel Cumhurbaşkanı’nın basın danışmanıydı. O aradı. ‘Evren Paşa çok memnun oldu bu cevabınızdan. Eğer izin verirseniz onun arzusuyla Ankara Halk Evi’nde sergi açar mısınız?’ dedi. Sergiyi açtım.”

Atatürk’ün leblebisini yiyen çocuk 

7 buçuk yaşındayken Atatürk’le tanışan, aynı masada oturan ve leblebilerini yiyen 84 yaşındaki Benazus, tanışma anını büyük bir heyecanla anlattı.

1937 yılında Nazilli Basma Fabrikası’nı açan Atatürk’ün açılıştan sonra Aydın’ın Ortaklar beldesine geldiğini belirten Benazus, ailesini zorla ikna ederek karşılama heyetinde yer alan babasıyla tren garına gittiğini söyledi.

Atatürk’ün trenden inip halkla sohbet ettiğini anımsayan Benazus, şunları kaydetti:

“Atatürk sohbet ederken ben de babamın elinden kaçıp, onun yanına gittim. Kıvırcık saçlarım vardı. Atatürk hem sohbet etti, hem saçlarımı okşadı. Konuşması bittikten sonra trenine bindirdi beni. Atatürk çocukları çok seviyordu. Trende karşılıklı oturduk. Ona leblebi ve rakı getirdiler. Çocuk aklı rakıyı bilmez ama ben hemen leblebilere göz dikmişim. O zamanlar yoksulluk devri. Beş kardeştik. Geçim zorluğu var o zamanlar. Leblebi bizim için büyük bir lüks. Atatürk rakısını aldı, gizli içmiyor. Pencereyi açtı, köylülere bakıp, isimlerini tek tek sorup, tek tek ‘şerefine’ diyerek rakısını yudumladı. Ben o ara Atatürk’ün leblebilerini yiyip bitirmişim. Farkına vardı. Bir işaret verdi, garson yerine yeni leblebiler getirdi. O yine ‘İsmail, Ahmet, Mehmet şerefine’ derken, ben leblebileri bu sefer ceplerime, gömleğimin arasına doldurdum. Sonra bunu neden yaptığımı düşündüm. Dediğim gibi beş kardeştik. Kardeşlerime götürmek için yapmıştım.”

 “Tek bir Atatürk fotoğrafı satmam”  

Türkiye’de 5 bin Atatürk fotoğrafıyla en büyük koleksiyonun kendisine ait olduğunu söyleyen Benazus, “İş hayatımın kritik günlerinde, 1988 yılında bir bankacı bana koleksiyonum karşılığında 20 milyon dolar teklif etti. Ben hiçbir şekilde ‘evet’ demedim. Ben neyim var, neyim yoksa sattım, o sıkıntıdan çıktım. Söylemesi ayıp, kendim yapıp belediyeye hibe ettiğim huzur evine gittim, orada yaşadım ama hiçbir zaman tek bir Atatürk fotoğrafı satmam. Hiçbir şey de vermem. Bu artık toplumun malı, benim değil. Dolayısıyla benden fotoğraf isteyen de avucunu yalıyor” diye konuştu.

Koleksiyonundaki en son fotoğrafın Gelibolu’da bir aile tarafından kendisine ulaştırıldığını kaydeden Benazus, “26 Kasım Gelibolu’nun kurtuluş yıl dönümüydü. Orada düzenlediğim bir etkinlik sırasında buldum koleksiyona en son eklenen fotoğrafı. Atatürk’ün Gelibolu’ya geliş fotoğrafı hiç yoktu ve ben bunun fotoğrafını orada bir ailede buldum. Tesadüf, Atatürk’ün geldiği gün o aile fotoğrafı kendi çekmiş, onlar da bana verdi” dedi.

“Babam casusluk yaptı”

İzmir’in 3,5 yıl Yunan işgali altında kaldığını anımsatan Benazus, o dönem İzmir’deki Alsancak istasyonunda katiplik yapan babasının Kuvayı Milliyecilere bilgi verdiğini söyledi.

Babasının işgal döneminde görevine devam ettiğini anlatan Benazus, “İlk yaptığı iş çabucak Yunanca öğrenmek oldu. Herhalde isminden dolayı onu pek uzaklaştırmak istemediler görevden. Yunanlılar geldiği zaman da göreve devam etti. Babam orada devamlı casusluk yaptı. Her gün nereye kaç tren gidiyor, ne silah, ne top, ne cephane gidiyor, hepsini öğrenip, akşam da kahvede Kuvayı Milliyecilerle tavla oynarken, zarı atarken ‘şeş beş geldi’ diye konuşmayıp, lafın gelişi ‘125 kişi bugün Aydın’a hareket etti, şu kadar top şuraya, bu kadar silah buraya gitti’ diye bildirirmiş. İzmir kurtulduğu zaman kendisine bu nedenle bröve vermişler” diye konuştu.