Yüz Yıl Önce Bir Hicaz Seyahati

Kitap
Gerçek bir ‘münevver’ olan Vassaf’ın hatıraları, bir asır önce haccın nasıl eda edildiğinin yanı sıra dönemin sosyal yapısına da ışık tutuyor.Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş...
EMOJİLE

Gerçek bir ‘münevver’ olan Vassaf’ın hatıraları, bir asır önce haccın nasıl eda edildiğinin yanı sıra dönemin sosyal yapısına da ışık tutuyor.Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş mutasavvıf yazarlardan Hüseyin Vassaf, "Zât-ı celîl-i Muhammedîye bî-nihâye aşkım vardır. Ravza-i seniyyeye ziyâret iştiyâkına düştüm. Cenâb-ı Hak esbâbını ihzâr ve ihsân buyurdu. Bu yolda gidiyorum." diyerek Hicaz yoluna koyulduğunda tarih 27 Aralık 1905’tir.

İstanbul’dan Cidde’ye kadar gemiyle gidilir. Cidde’den develer üzerinde, şukduf denilen odacıklar içinde Mekke’ye ulaşılır. Haccın edasından sonra ‘on günlük deve ayağıyla mesâfe’ aşılıp Medine’de Ravza-i Tahire’ye yüz sürülür, ‘nişâne-i ziyâret olmak üzere’ gözyaşları taşlar üzerinde yâdigâr bırakılır. Yenbu’dan binilen gemiyle ve nice macerayla İstanbul’a dönülür. Hacı Hüseyin Efendi, "İstanbul’dan hareketinden avdetine kadar olan sergüzeşt-i âşıkaneyi günü gününe not eder." Topladığı kartpostalları, belgeleri, haritaları, çektirdiği resimleri sayfalarına yapıştırır. Eserine Hicaz Hatırası adını verir. Vassaf’ın Hicaz Hatırası, bir asır sonra Kubbealtı Kültür ve Sanat Akademisi tarafından kültür dünyamıza kazandırıldı.

Pek çok kitabının yanı sıra bilhassa alanında emsalsiz bir tasavvuf ansiklopedisi olan ‘Sefine-i Evliya’dan tanıdığımız Hüseyin Vassaf, kelimenin tam anlamıyla bir ‘münevver’. İstanbul’da doğmuş. Seyahatleriyle görgüsünü, bilgisini geliştirmiş. Maddi ve manevi alanda iyi bir eğitim almış. Kasımpaşa Uşşaki Tekkesi’nin son şeyhi. Gümrük idaresinde yüksek memuriyetlerde bulunmuş. Arapça, Farsça ve Fransızca biliyor. Eli kalem tutuyor, şiirden anlıyor. Vassaf’ın bu özellikleri Hicaz Hatıraları’nı daha da kıymetli kılıyor. Zira kitap, mükemmel bir hac seyahatnamesi olmasının yanı sıra İstanbul’dan Hicaz’a kadar Osmanlı coğrafyasını Hüseyin Vassaf gibi bir şahsın gözünden kayda geçiriyor.

Hüseyin Vassaf, Hicaz Hatıraları’nda yazar kimliğiyle gezdiği mekânları anlatıyor; mutasavvıf kimliğiyle duygularını, gördüğü rüyaları kaydediyor; dini ilimler tahsil etmesi hasebiyle hac ibadetiyle ilgili fıkhi bilgiler veriyor; imparatorluk başkentinde görev yapan bir idareci olarak da siyasi ve sosyal durumu yorumluyor. Farklı coğrafyalardan gelen hacılar üzerinden İslâm dünyasının o dönemdeki acıklı halini resmediyor. İnşa edilmekte olan Hicaz Demiryolu, Arabistan’ın Osmanlı’dan ayrılması gibi konularda tarihçilere kaynaklık edecek mahiyette bilgiler veriyor.

Kitabın bir özelliği de Vassaf’ın 1906’da kaleme aldığı seyahatnameyi 1925’ten sonra temize çekmesi. Bu dönemde Anadolu’da Cumhuriyet kurulduğu, Arap yarımadasında farklı devletler ortaya çıktığı ve hac seyahati de kesintiye uğradığı için yazar, eserinin ikinci nüshasını bu gelişmeleri yorumlayarak kaleme almış.

Sonunda Vassaf’ın Suriye ve Filistin gezileriyle ilgili yazılarının da yer aldığı Hicaz Hatırası’nı Mehmet Akkuş yayına hazırlamış. Hüseyin Vassaf’ın torunları da güzel bir takdim yazısı kaleme almışlar. Dedelerini ve kitaplarını anlattıkları yazının sonunda Hicaz seyahatnamesi hakkında şu bilgileri veriyorlar: "Bu seyahatnamenin içinde o zamanın koşullarıyla yapılmış bir hac yolculuğunun öyküsünü okuyacaksınız. Bugün en lüks uçaklarla birkaç saat içinde ulaşılan Mekke’ye 20. yüzyılın başlarında haftalar, aylar süren zorlu maceralarla gidildiği döneme tanık olacaksınız. Ayrıca bugün toplu popüler geziler halinde yapılan umre yolculuklarının 5 yıldız üstü otelleri bir yana, 105 yıl önce Hüseyin Vassaf Bey’in konakladığı hanlar ve konukevlerinin yoksul koşulları ancak büyük bir şevk, halisane bir aşk ve özverinin göstergesidir."

‘Yâ Hüseyin ağlama!’

"Bir hâl-i mânevî zuhûra geldi. Nazar-ı hakbîn açıdı. Gördüm ki kabr-i saadetin etrafındaki demir parmaklık kapı açılıyor. … Bir de bakdım ki ortalıkta bir telaş var. Mihr-i münîr-i nübüvvet efendimiz Ravza’nın kapısına kadar tenezzül ile mübarek eliyle perdeyi bir tarafa açıp bu ma’siyetkâr kullarına atf-ı nazar-ı iltifat buyurdular. Şemâil-i seniyyeleri bi-aynihâ gözlerimi, gönlümü zînetlendirdi. ‘Yâ Hüseyin ağlama! Nezdimizde kurb u bu’dun tesiri yoktur. Gönlün bizde oldukça seninle beraberim; hâlinden hoşnûdum.’ buyurdular. O cemâl-i tâbnâke hayran olup kaldım."

Zaman