Unutulmaz Okul Yılları Bu Kitapta

Kitap
Kolej Günleri, Genç Timaş’ın + 15 Öykü dizisinde yayımlanan ve kısa sürede gençlerin olduğu kadar yetişkin okurların da beğenisini kazanan sımsıcak bir öykü kitabı. Yazarı Bernard Friot, kendini...
EMOJİLE

Kolej Günleri, Genç Timaş’ın + 15 Öykü dizisinde yayımlanan ve kısa sürede gençlerin olduğu kadar yetişkin okurların da beğenisini kazanan sımsıcak bir öykü kitabı. Yazarı Bernard Friot, kendini “arzuhalci” olarak tanımlıyor ve bu nedenle genç okurlarla sürekli olarak iletişim hâlinde bulunduğunu, öykülerinin kaynağını onların duygularında bulduğunu söylüyor. Friot’la Türkçeye çevrilen bu ilk kitabı hakkında zevkli bir söyleşi yaptık. Söyleşinin gerçekleşmesindeki katkılarından dolayı Duygu Dalgakıran’a ve Gizem Şakar’a teşekkür ederiz.

Bernard Friot kimdir?

1951 yılında Charters (Fransa) şehri yakınlarında doğdu. Ama birçok kez valizlerini topladı ve hem Fransa’nın hem de Almanya’nın farklı şehirlerinde yaşadı. Uzun yıllar Fransızca öğretmenliği yaptıktan sonra dört yıl Frankfurt’ta Gençlik Kitapları Kurumu’nun sorumlusu olarak çalıştı. Yakın zamanda Besançon şehrine yerleşti. Burada kendini yazmaya ve çeviriye verdi. Kırktan fazla kitabı Almancadan Fransızcaya çevirdi. 
 
Sizi gençler için yazmaya yönelten nedir?
Esas olarak onları okumaya teşvik etme arzum ve böylece kendimde olanları, yani gücü, dünyayı, diğer insanları ve kendilerini keşfetme arzusunu, kelimeler vasıtasıyla onlara aktarabilmek.

Öykülerinizde öğrencilerin sorunlarını kendi bakış açılarından anlatıyorsunuz. Ayrıca öğretmenlerin öğrencilerin düşünce yapılarına olan negatif etkilerini de gözler önüne seriyorsunuz. Sizce bu sorunun kaynağı nedir?

Kolej Günleri’nde anlatılan öyküler bir yetişkin olarak beni etkileyen olaylardan esinlenilerek yazıldı. Genel olarak öğretmenleri eleştirmek gibi bir amacım yok. Sadece kendimce yaşanmış olan gerçek olayları anlatmak ve belki de benzer durumlar yaşandığında herkesin sorumluluk alabileceğini göstermek istedim.

Siz kendinizi genç okurlarla sürekli irtibat halinde olan bir “arzuhâlci” olarak tanımlıyorsunuz. Sizce gençler eğitim sistemindeki işlemeyen noktaları düzeltmek için çok daha aktif olmanın derdindeler mi?

Maalesef Fransa’da gençleri harekete geçmeleri konusunda motive edemediğimize inanıyorum. Eğitim sistemi ne inisiyatif almak ne de söz söylemek konusunda gençleri teşvik ediyor. Ben Almanya’da yaşadım ve oradaki gençlerin toplumsal ve siyasi anlamda daha aktif olduklarını düşünüyorum. Bu bizi kendi eğitim sistemimiz üzerine düşünmeye itmeli. Yurttaşlık eğitimi bir öncelik olmalı. Yurttaşlıktan kastım da kolektif sorumluluk duygusu.

Tanıdığınız öğrencilerin "kaza" isimli öykünüzü okuduklarındaki tepkileri nasıl oldu? Hiç düşünmeden yapılan davranışların çok vahim sonuçları olduğunu göstererek onları şaşkınlığa sürüklemek işe yarıyor mu?

İlk tepki her zaman: “İmkânsız!” oluyor. Sonrasında konuşmaya başladığımızda ise kendilerinin de bazılarınınki daha dramatik olsa da benzer durumları yaşadıklarının farkına varıyorlar. Özellikle de daha zayıf olanlara karşı birlikte hareket etmek çok sık rastlanılan bir davranış. Okurlar eğer bu metni okurken bunun ayırdına varıyorlarsa ne mutlu bana!

 “Marka” kapitalist toplumlardaki marka takıntısının bir ironisi niteliğinde. Toplumdaki en çok tüketen kitle olan gençlerin marka bağımlılığından kurtulmaları mümkün mü?

Umarım! Fakat yetişkinlerin ahlaka referans veren söylemlerinin bu duruma bir yararı olduğunu düşünmüyorum. Gençlere yardım etmenin tek yolu onlara tüketimin tuzakları karşısında bilinçli olmayı öğretmek. Ve kendileri olmak konusunda onları cesaretlendirmek…

 “Başörtüsü” bir arkadaşının anlatısı vasıtasıyla, başörtüsünü çıkarmadığı için okuldan atılan bir kızın dokunaklı öyküsünü anlatıyor. Günümüz dünyasında din özgürlüğü karşısında duyulan hoşgörüsüzlük hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu son derece karmaşık bir konu, çünkü din meselesi sürekli başka konularla; dine duyulan hoşgörüsüzlük de genellikle ırkçılıkla bağlantılı oluyor. Ben, dinin (din adamlarının) politik kararların alınışına etki etmesini istemiyorum. Fakat herkesin kendi dinini başkalarına herhangi bir şey dayatmadan istediği gibi anlatmaya hakkı olduğunu düşünüyorum. Şahsen, hoşgörüsüz bir tür dine dönüşmediği sürece laiklikten yanayım. Yaşadığımız toplumların (dinsel, kültürel, siyasi vb.) çeşitliliği kabul etmesi gerektiğini düşünüyorum.

“Mektup” onları göndermeyi hiç düşünmese de öğretmenine mektuplar yazan bir öğrencinin öyküsü. Herkesin sosyal medyayı kullanarak büyük bir cesaretle duygularını ifade ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu şartları göz önünde bulundurursak günümüzde böylesi gizli saklı bir romantizm yaşamak hâlâ mümkün mü?

Bu öykü bunu kanıtlıyor, çünkü tamamıyla gerçek!

Ergen gençlerle çok sık birlikte çalıştığım için özellikle âşık olmak üzere yoğun duygularını söze dökmekte son derece zorlandıklarını biliyorum. Bu nedenle de dilin inceliklerine hâkim olmak gerekiyor. Ergenken insan daha önceden hiç tanımadığı duygular hissetmeye başlıyor ve bunları ifade etmek için her zaman konuşma cesaretine sahip olamıyor.

Kolej Günleri’nde bahsettiğiniz sorunların pek çoğunu yaşamakta olan Türkiyeli gençlere ne demek isterdiniz?

Sadece “Kendinizi baştan kurun!” demek istiyorum. İnsan gençken duyguları çok daha yoğun olur ve bu zor bir durumdur, fakat bu aynı zamanda harekete geçmek ve yolunda gitmeyen şeyleri düzeltmek için istekli olmanın da anahtarı olabilir. Sonuç itibariyle hayatta her şey mümkündür. Hayal edin, arzulayın. İnsan hayatı bu şekilde değişir ve evrilir. Özellikle de yalnız olmadığınızı bilin! Başkaları da sizin yaşadıklarınızı yaşıyor. Birlikten kuvvet doğacağını ve hep birlikte daha mutlu olunacağını bilin.