Türkiye’nin Yeni Gençlik Dergisi: Genç Doku

Kitap
Yayın hayatına geçtiğimiz Kasım ayında "merhaba" diyen Genç Doku Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Genç ile gençlik dergileri üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. ‘Ye...
EMOJİLE

Yayın hayatına geçtiğimiz Kasım ayında "merhaba" diyen Genç Doku Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Genç ile gençlik dergileri üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. ‘Yeni Türkiye’nin Yeni Gençlik Dergisi’ sloganıyla yayın hayatına başlayan ‘Genç Doku’ dergisi Türkiye’de iyi bir gençlik dergisinin olmamasından kaynaklanan boşluğu doldurmayı hedefliyor.

Böyle bir dergi çıkarma fikri nasıl ortaya çıktı?

Elbette ihtiyaçtan. Genç Doku, bundan beş yıl önce ilk sayısını yayınladı. Otuz ay boyunca kendi yapısını kurabilmek için yayınını kapalı devre sürdürdü. Kasım 2011 tarihiyle Nureddin Yıldız Hocamızın ‘Artık yola çıkın’ demesiyle biz de işe koyulduk. İlk neden şu; bir iki örneğini istisna edersek bugün Türkiye’de ‘iyi’ bir gençlik dergisi yok. ‘İyi’den kastımızı önceki sayılarımızda defalarca dile getirdik. İyi olan; alkış alanı değil, gerçekte alkışlanması gerekeni izlemektir. Ortaklaşa beğenileni değil, istikametin ortaklaşa anlaşılmasını sağlamaktır. Nureddin Topçu’yu, İsmet Özel’i Sezai Karakoç’u, İsmail Kara’yı bir imkân olarak görmektir. Burada iki ümitle yola çıkıldığını söyleyebiliriz; ilki, genç adama, gerektiğinde polis barikatlarının üzerine aldırmadan yürüyebileceği imkân ve inancı kazandırma konusunda yardımcı olmak (bunun saldırganlığı övme olarak okunmayacağını umuyorum); ikincisi ise, bir atölye dergisi hüviyetiyle genç yazarların yetişmesine, ilk ürünlerini yayınlamasına imkân sağlamak. Genç Doku, bu yönüyle bütün genç arkadaşlarımızın yazılarına açık bir dergidir.

DÜN MEHMET AKİF’İ SADECE İSTİKLAL MARŞIYLA ANIYORDUK

‘Yeni Türkiye’nin Yeni Gençlik Dergisi’ sloganıyla yola çıktınız. ‘Yeni Türkiye’den kastınız nedir? Kendinizi ‘Yeni Türkiye’de nereye konumlandırıyorsunuz?

Yeni Türkiye’den kastımız elbette Müslümanların siyasi ve kültürel tecrübelerinin artışı sonucu ulaştıkları son evreyi imliyor. İnşallah öyledir. Birçok put yıkıldı, birçoğu sırada bekliyor. Hakikati işaret eden birçok cümle ve isim artık seslerini daha rahat ve gür duyurabiliyor. Ama bunu doğrudan sadece siyasal çalışmaların sonuçları olarak görmüyoruz. ‘Yeni Türkiye’yi, uzunca bir ara verdiği gelenek arayışını sürdürmeye başlayan insanların ülkesi olarak görüyoruz. Daha çok yolumuz var ancak kendimizi bir şeyin devamı ve öncüsü olarak görmek zorunda olduğumuzu fark ediyoruz. Sözgelimi dün sadece İstiklal Marşı’yla sınırlı olan Mehmet Akif, bugün vaazları, düzyazıları ve tefsirleri üzerinden de çalışılıyor. Hâsılı ‘Yeni Türkiye’ kendi bütünlüğünü ve bağımsızlığını kuran ve muhtaç olduğu kudreti hatırlayan Türkiye’dir. Genç Doku olarak bizim talip olduğumuz yer ise bu Türkiye’de, genç Müslümanların önüne bir zihin haritası koyabilmektir. Dünyaya gönderilmiş olmamızın hikmetine uygun olarak, uzun soluklu endişeleri olan genç arkadaşlarımıza azık sağlama konusunda yardımcı olmak niyetindeyiz. Yoksa okul bitince bir müdürlük koltuğuna oturunca endişesi de bitecek sadece yaşı genç olanlarla yürüyecek bir yolumuz yok.

Bu ay çok değişik konuları işliyorsunuz derginizde. Konuları neye göre belirliyorsunuz? Öncelikleriniz neler? Sizin için olmazsa olmazlar nelerdir?

Allah ve Resul’ünden başka olmazsa olmaz bir unsur, hayatın hiçbir basamağında yoktur. Dergimiz için de öyle. Endişe limanımızın Türkiye olduğunu söylemiştik. Genciz ve bileklerimiz ince, biliyoruz ama adaletin tesis edildiği, hakikatin ise devamlı arandığı bir Türkiye düşüncesine gücümüz nispetinde katkı sağlamak istiyoruz. Dosya konularımız böyle şekilleniyor. Sırasıyla belirtirsek; Aralık’ta İstiklalimizin aziz şairi Mehmet Akif’i ele aldık. Ocak’ta Birinci Meclis’in şehid mebuslarından Ali Şükrü Bey’i gördük. Şubat’ta Osmanlıca öğrenmek üzerine bir özel sayı, Mart’ta ise Türkiye’de Kur’an eğitimi ne durumda diye sorduk. Nisan sayımız ise Namaz ve Gençlik meselesini ele alacak. Sadece dosya konularını böyle sıraladığımızda bile yapmaya çalıştığımız, taşıyıcısı olmak şeref duyacağımız bir yol haritamız olduğu anlaşılıyor. İlaveten ‘Ustalara Saygı’ diye bir bölümümüz var mesela, orada da bütün genç arkadaşlarımıza, büyük ustalarımızdan oluşan bir zihin atlası çıkarıyoruz; Said Halim Paşa’dan, Filibeli Ahmed Hilmi’ye, Babanzade Ahmed Naim’den Abdürreşid İbrahim’e, Mehmet Akif’ten Nureddin Topçu’ya, İsmet Özel ve Sezai Karakoç’a kadar birçok ismi ele aldık, alacağız.

Niyetimiz bir toplu fotoğrafa ulaşmak. O fotoğrafın toplamında ne mi var? Topyekûn Türkiye var. Buna gücümüzün yetip yetmeyeceğini bir an bile durup düşünmüş değiliz, çünkü bu umurumuzda değil. Genç adamın, dünyayı değiştirebileceğine inanıyoruz ve buna gücümüzün yeteceğini de biliyoruz. Gerisi Allah!

BİLL GATES’İN KAĞIDI KALDIRCAĞIZ KÜSTAHLIĞINA İTİRAZ EDİYORUZ

İnternet üzerinden derginizi takip edebiliyoruz. Dergide yer alan haberler hepsi internet sitesinde yer alıyor mu? Okuyucular internetten takip etmesi gerekirken neden bu dergiyi satın alırlar?

Derginin hemen tüm içeriği, yazıları, dosyaları, söyleşileri bütünüyle gencdoku.com adlı internet sitesine aktarılıyor. Dergiyi internetten takip eden okurlara da eyvallah… Ancak ne olursa olsun Bill Gates’in ‘kâğıdı kaldıracağız’ küstahlığına itiraz ediyoruz. Hiçbir şey bir kitaba dokunmak gibi, bir dergiyi elinle karıştırmak gibi lezzetli değildir. İnternet bize yalnızca haber verir, bizi haberdar eder. Tanırız, duyarız ama asla bilemeyiz. İbrahim Tenekeci’nin meşhur bir yaklaşımı vardır, ‘tanınmak-bilinmek’ üzerine… Hani televizyona çıkmamasıyla ilgili söylemiştir; ‘tanınmak değil bilinmek istiyorum’ diye, oradayız. İnternetten dergi ya da kitap okunmaz, mesele bu. Genç Doku’ya doğrudan abone olmak için elbette başka gerekçeler de var; mesela her sayımızda okurlarımıza hediye veriyoruz; poster, dergi, şiir kartı ve daha başka hediyeler. Mesela Şubat sayımızda Türkiye’de İslamcılık düşüncesinin kendini kurduğu ilk mecra olan Sırat-ı Müstakim Dergisi’nin ilk sayısının tıpkıbasımını okuyucularımıza hediye ettik. Mesela Nisan sayımızda Hasan el Benna merhumun Gençliğe Yirmi Tavsiyesi’ni büyükçe bir poster olarak vereceğiz. Bu hediyeler her sayımızda var olacak. İnternet bunları bize vermez.

SATIŞIN ÖNEMİ YOK NE SÖYLEDİĞİ ÖNEMLİ

Türkiye dergiciliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Dergi tirajları ve okurun dergilere ilgisi ile ilgili neler söylersiniz?

Türkiye’de bir dergi enflasyonu yaşandığı ilk elden söylenebilecek bir hakikat. İrili ufaklı binlerce dergi yayınlanıyor, aylık, haftalık ya da mevsimlik olarak. Bir iki istisnası hariç çoğunun satış rakamı üç yüz beş yüz arasında. Satış rakamı bir derginin kalitesini ya da derinliğini belirlemiyor elbette. Batı dergilerinden aşırılmış fotoğraflarla bilimsel ıvır zıvırlarla yayın yapan böyle bir iki dergi var yüz bine yakın satılıyorlar. Satışın bir önemi yok, ne söylediğinin önemi var. Buradaki en önemli husus, zayıf da olsa özgünlük meselesidir. İlk defa neyi yapabiliyorsun, ilk kez söylenen bir şey var mı derginde, bu ülkenin toplam birikimine karınca kadar da olsa bir katkın var mı, durum budur. Tüm bu eleştirileri şunun için yapıyorum. Son Peygamberden -salat ve selam üzerine olsun- öğrendik ki ‘Müslüman, elindeki işi iyi yapan adamdır.

TÜRK İNSANI DOĞRU KİTAPLA KARŞILAŞMIYOR

Türkiye’de okuma oranın düşüklüğü, gazete satışlarının düşüklüğü sürekli eleştiri konusu. Sözel geleneğin olduğu yazılı geleneğin oturmadığı konusunda görüşler var. Türk insanı sizce neden okumayı sevmiyor? Bu konuda Türkiye’de verilen eğitimin etkisini nasıl yorumlarsınız?

Türkiye’de verilen bir eğitim mi var? Hadi diyelim ki var, okullarda öğretilenleri kim belirliyor? Meşhur Fransız Marksist çizer Rauter’in dediği gibi söylersek ‘öğrendiklerimizi kim saptıyor?’ Bu bahis oldukça geniş tartışmaya muhtaç bir bahis. Meseleyi bizzat biliyoruz, hepimiz Kemalist devrimin reformuyla kurulan okulların içinden çıktık. Yani vicdanını muhafaza edebilmiş herkes doğrudan söyleyebilir, Türkiye’de eğitim falan yok. Bu üniversiteler için de geçerli, bir iki tane gerçekten iyi hocaya denk gelmişsen ne ala, yoksa dört yılını bir diploma uğruna çöpe at ve gel. Bu bağlamda siyasi otorite tarafından yapılan yeni çalışmalara ümitle bakmak istiyoruz.

Sözlü kültür-yazılı kültür de bir bahsi diğer. Ayrıca konuşmak gerekir. Sözlü kültür, kabaca bizi bugüne getirdi. Merkezimizi inşa eden, birleştirici Müslüman yüzümüz Yunus Emre’yi böyle bildik. Yazılı kültürü, sözlü kültürün karşısına koymanın çok da anlamlı olmadığı söylenebilir. Yedeği ya da öncüsü olarak belki yanına koymak gerekir. Türk insanın okumayı sevmemesi de ağır bir yargı. Diğerlerinden çok daha geniş bir konuşma ister. Bu konuda boyumdan büyük laflar etmek istemem. Ancak sermaye ilişkilerinin belirlediği ve kitap yayın ve tanıtım sürecinin kapitalist bir pazara dönüştürüldüğü bir dünyada, Türk insanı doğru kitapla karşılaşamıyor diye de bakabiliriz meseleye. Bu yüzden okumuyor da denebilir pekâlâ. Tanpınar’ı okumamış çocukların, açtığı her gazete sayfasında karşılaştığı Mevlana-Şems konulu ucuz aşk romanlarına gitmesi ve okumaktan soğuması aslında olağan karşılanmalı. Bu ayrıca konuşulmalı.

on5yirmi5.com