Çay Türklerin Esas Ruhu

Kitap
 Son günlerde paylaşım sitelerinde tıklanma rekoru kıran bir videoda, Amerikalı, tarihçi-yazar Katherine Branning, bir bardak çay üzerinden Türkiye’yi ve Türkleri anlatıyor. 30 yıldır düzen...
EMOJİLE

 Son günlerde paylaşım sitelerinde tıklanma rekoru kıran bir videoda, Amerikalı, tarihçi-yazar Katherine Branning, bir bardak çay üzerinden Türkiye’yi ve Türkleri anlatıyor. 30 yıldır düzenli olarak ülkemize gelen Branning, burayı birçok Türk’ten daha iyi tanıyor.

"Benim gözümde bu bir bardak çay Türkiye’yi temsil ediyor. Türk çayı için tavşan kanı derler, siyah ya da yeşil değil, kırmızıdır. Tıpkı her vatansever Türk’ün damarlarından akan kan gibi. Tıpkı göklerde gururla dalgalanan bayrakları gibi. Eşsiz güzellikteki halılarındaki kırmızı yün gibi, tıpkı ilkbaharda açan ateş kırmızısı laleler gibi… Lalenin şekli kendisine çok benzeyen bu çay bardağına yansır." Bu sözler, Türkiye âşığı Amerikalı tarihçi yazar Katherine Branning’e ait. Son günlerde paylaşım sitelerinde tıklanma rekoru kıran bu videoda Branning bir bardak çay üzerinden Türkiye’yi ve Türkleri anlatıyor. 30 yıldır düzenli olarak her yıl Türkiye’ye gelen Branning, ülkemizi hiç abartısız birçok Türk’ten daha iyi tanıyor. Yazarın önce "Yes I Would Love Another a Glass of Tea" isimli kitabı yayımlandı. Daha sonra bu kitap "Bir Çay Daha Lütfen" adıyla Türkçeye çevrildi. Bize bizi anlatan, bize ayna tutan bu eseri ve Branning’in Türkiye gözlemlerini birer bardak tavşan kanı çay eşliğinde konuştuk.
 
Böyle ilginç bir kitabı yazmanızın amacı neydi?

Amacım Türklere teşekkür etmek… 30 yılda bana binlerce çay ikram ettiler. Şimdi de sizinle çay içiyoruz. İkincisi, benim ailem ve arkadaşlarım çok merak ediyorlardı, "Katherine, niçin her yıl Türkiye’ye gidiyorsun?" diye soruyorlardı. Bu kitapta biraz Türkiye’deki arkadaşlarımı ve neden her yıl buraya geldiğimi anlatıyorum. Üçüncüsü, benim memleketimde İslam pek anlaşılamamış. Bu kitapla Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin saf bir resmini göstermek istedim.
 
Peki, çayla Türkiye arasında nasıl bir ilgi kurdunuz?

Benim için bir bardak çay bir sembol. Türk misafirperverliğinin bir sembolü. Çok sade, çok basit bir şey. Biriyle tanışmanın, biriyle arkadaşlık kurmanın başlangıcı çay. Benim için çay Türklerin esas ruhu.
 
Dünyada pek çok çay çeşidi var. Tat olarak Türk çayını beğeniyor musunuz?

Çok farklı. Güzel. Türkiye’de çay diğer ülkelerden farklı demleniyor.

Lady Montagu 18. yy’da Türkiye’de yaşamış olan bir İngiliz araştırmacısı. Ve siz bu kitabınızda ona mektuplar yazıyorsunuz. Aradan 290 yıl, yaklaşık 3 asır geçiyor ve 2010’lu yıllardan 1800’lü yıllara mektup gönderiyorsunuz.
 
O çok enteresan bir kadın, bir yazar. Lady Mary’nin kocası Türkiye’de elçilik yaptığı için eşiyle birlikte Türkiye’ye geldi. Bu kadın, arkadaşlarına 30 civarında mektup yazdı. O mektuplarda Türkleri anlatıyor. Yaşam nasıl, giyimleri nasıl, yemekleri nasıl? Çok dikkatli… Ve çok güzel bir kalemi var, çok kıymetli bir yazar. Benim için Lady Mary şunun için önemli. Mektuplarında tarafsız bir bakış var, eleştiri hiç yok, var olan her şeyi olduğu gibi anlatıyor. Diğer yazarlar taraflı bir şekilde kitap yazarken Lady Mary çok bağımsız bir şekilde yazıyor. Benimle benzer bir bakışı var. Ben bir kütüphaneciyim, profesyonel bir bakışım olmalı. Raflarıma her çeşit kitap koymam lazım. Her düşüncede kitaba yer vermeliyim kütüphanede. Bu yüzden Lady Montagu’dan çok etkilendim. Hayalde Lady ile bir araya geldim ve onunla konuştum. Çok samimi bir ilişki var aramızda.
 
30 yıllık Türkiye serüveniniz nasıl başladı?

Çok genç iken Paris’te üniversitede sanat tarihi bölümünde okudum. Bir derste Hititlerden, Mezopotamya’dan görüntüler izliyorduk, biraz sıkıldım. Ondan sonra bir slayt gösterildi. Büyük bir bina. Hiç görmediğim bir binaydı, çok şaşırdım. Bu binayı kim yaptırdı, nerede, ne tür bir binaydı, diye düşünürken profesör dedi ki: "Şimdi gördüğümüz yapı Sivas’ta, Gök Medrese…" O gün Sivas’ı bir kenara not ettim. Ne demek Sivas ve Gök Medrese? Bu yapı beni çok şaşırttı. Dersten sonra kütüphaneye koştum. Bir kitap ve bir harita seçtim. Sivas Türkiye’nin tam ortasında bir yer. Selçuklular kim? Araştırmaya başladım ve o gün bir karar verdim. Bu memleketi ve bu yapıyı görmeyi istiyorum. Bundan dolayı Türkiye’ye ilk defa geldim.
 
Sivas’la başlayan merakınız İstanbul’la devam etti yani…

Evet. Evet.

Türkiye’ye gelmeden önceki bilgilerinizle şimdikiler arasında olumlu veya olumsuz ne gibi farklar var?
 
Bu slayttan önce Türkiye’yi hiç görmedim ve Türkiye hakkında düşünmedim. Eskiden Türkiye küçük bir ülkeydi, şimdi büyük bir memleket. Güçlü, büyük binaları var, ticaret var. Türkiye’ye ilk geldiğimde hiç kule yoktu. Artık Amerika’nın birçok yerinde tekstil ürünlerinde "Made in Turkey" yazıyor. İhracat, ithalat var. Türkiye çok gelişmiş. 30 yıl önce Türkiye’de turist yoktu. İstanbul’da çok çok az var. Sivas’ta, Anadolu’da hiç yoktu.
 

Türk misafirperverliği, din, kadın, kitap, edebiyat, yemek, Türkiye’deki değişimler, lale, isimler, Atatürk, Gök Medrese ve Mevlânâ.

Evlerinin kapısı başka bir dünyaya açılıyor
 
Bir kültürü tanıma yolunun evlerin içinden geçtiğini söylüyorsunuz. "İnsanlar beni sürekli evlerine davet ediyordu, tanımadıkları birini neden evlerine davet ediyorlar diye düşünüyordum. Daha sonra bunun bir yaşam tarzı olduğunu anladım." diyorsunuz…
 
Türk evleri çok çok temiz. Evler dışarıdan yıpranmış gibi görünse de kapı açıldığında başka bir dünya görüyorsunuz. Ayakkabılar dışarıda çıkıyor. Yayla gibi halılar, çiçekler var, temiz, temiz, temiz, çok sade mobilyaları var. Büyük bir mutfağı var. Her odada uzun uzun kanepeler var. Herkes beraber oturuyor. Salonda 20 kişilik yer var. Türk evleri arasında komşuluk var. Gidip geliyor. Her zaman çay, çay, çay… Ve Türk evlerinde en önemli şey, kahvaltı. Kahvaltı, Türk evleri için vazgeçilmez. Tüm aile beraber masada oturur. Biz Amerika’da bir kahve alır ve self servis olarak, yalnız ve çok çabuk yiyoruz. Ama burada tüm aile beraber, her şey paylaşılıyor, konuşuluyor. Ve Türkler için her gün bu zevk tekrarlanıyor.
 
Sofra, açlık hissini gidermenin ötesine geçiyor. Muhabbetler tazeleniyor aslında…
 
Evet. Bir de Türk evlerinde her çeşit insanın giyebileceği, ayrı numaralarda 30 çift terlik bulabilirsiniz.
 

Bir Türk’e asla adres sorma, bilmese de tarif eder!
 
Türk insanını "Türk tarzı"nın kısaltılmışı "tt" olarak sembolize ediyorsunuz. Nedir bu tt?
 
Türk tarzına çok saygılıyım. Ama Türkiye’de her şey mükemmel değil, her zaman şaşıracak bir şey var. Bizim medeniyetimize göre her şey mükemmel olmalı. Her şey temiz, her şey teknik. Türkiye’de ise "Ehh. Olsa da olur olmasa da." gibi… İnşaatta, tercümede, reklamlarda, kitaplarda yanlışlar var mesela. Ama benim için güzel bir şey. İnsan var. Bu tt’de bir insan nefesi var. Biz mükemmel değiliz yalnız Allah mükemmeldir. Tt’ler çok natüreldir. İsimleri çok ilginç. Mesela Kaya Öztoprak, Yıldırım Bulutlu. Sizce bunlar normal isimler. Benim için çok anlamlı. Devam eden bir inşaatın önünde bir pano var. İlanda yazıyor ki: "Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz." Çok nazik bir şey, bizde böyle ilan yok. Ama Türklerde "Zahmet ediyorsunuz, özür diliyoruz, teşekkür ediyoruz." gibi cümleleri sık sık tekrarlıyorlar. Türkler çiçekleri, ağaçları, doğayı çok seviyorlar. Bir Türk’e asla adres sorulmamalı. O kadar yardımsever ki, mutlaka size yardım etmek isteyecek. Yanlış da olsa bir tarif verecektir.
 
Kitabınızda Amerika ile Türkiye arasında benzerlikler olduğundan bahsediyorsunuz…
 
Türkler ile Amerikalıları benzetiyorum, gerçekten. Bizim ve sizin büyük bir denizimiz var. Sizin Asya ve Avrupa, iki kıta bir araya gelmişsiniz. Bizim de Kuzey Amerika ile Güney Amerika arasında bağlantı var. Biz büyük bir memleket, siz büyük bir memleket… Bizde kasırga gibi doğal felaketler var, sizde de deprem gibi felaketler oluyor. Türkiye’nin ortasında büyük şehirler var. Ankara, Konya, Kayseri, İstanbul var. Bizde ise New York ve tüm diğer şehirler var. Amerika’da New Yorklular ve diğer şehirliler var. Türkiye’de ise İstanbul hanımefendisi, beyefendisi ve Anadolu insanı var.
 

Zaman