Bu Camide Tek Bir Çivi Bile Kullanılmadı

Görsel Sanatlar
Mimari yapısı, süslemeleri, ahşap direkleri, ortasında bulunan kar kuyusu ve alt kısmındaki itikaf hücreleriyle hayranlık uyandırıyor. Hiç çivi kullanılmadan tamamen ‘geçme’ tekniğiyle yap...
EMOJİLE

Mimari yapısı, süslemeleri, ahşap direkleri, ortasında bulunan kar kuyusu ve alt kısmındaki itikaf hücreleriyle hayranlık uyandırıyor. Hiç çivi kullanılmadan tamamen ‘geçme’ tekniğiyle yapılmış.

 Beyşehir Gölü kıyısında 7 asırlık bir cami… Mimari yapısı, süslemeleri, ahşap direkleri, ortasında bulunan kar kuyusu ve alt kısmındaki itikaf hücreleriyle hayranlık uyandırıyor. Hiç çivi kullanılmadan tamamen ‘geçme’ tekniğiyle yapılmış.

Türk mimarisinin en nadide eserlerinden biri olarak 1296 yılında Eşrefoğlu Beyliği döneminde inşa edilen Eşrefoğlu Camii’ni, her yıl dünyanın dört bir yanından yerli ve yabancı 200 bine yakın turist ziyaret ediyor. Beylikler döneminde yapılan cami Selçuklu mimarisinin belirgin özelliklerini taşıyor.

Taş ve ahşap işçiliğinin inceliklerini yansıtan cami, ahşap kapısı, müezzin mahfili, minberi ve kürsüsüyle diğer camilerden ayrılıyor. Ahşap malzemeleri nemli tutmak için caminin ortasında bulunan kar kuyusu, cemaate yazın serin bir mekânda ibadet etme imkanı sunuyor. Eşsiz mabedin doğu, batı ve kuzeydoğu istikametinde 3 kapısı, 35 penceresi, 42 ahşap direği, 480 tavan kirişleriyle dikkat çekiyor.

7 asırda 9 defa onarım yapıldı

Tarihi camide uzun yıllardır imam hatiplik yapan İsmail Efe, görevinden arta kalan zamanda turistlere camiyi anlatıyor. Efe, cami ve külliyeye her gün gelen yüzlerce yerli ve yabancı misafiri karşılayıp onlara rehberlik ediyor. Caminin o dönemin imkânlarıyla yapılmasına rağmen ayakta kalmayı başarabilen ender eserlerden. Efe, caminin ilk onarımı

1900’lü yılların başında gördüğünü söylüyor. Caminin tamamen yerli mimari özellikler taşıdığını anlatan Efe, "Türklerin övünebilecekleri eserlerin başında gelen Eşrefoğlu Camii, bugüne kadar orijinal halinden hiçbir şey kaybetmedi. Sadece tavan tahtalarından ince olanlar 1965 yılında değiştirilmiş ve bunun dışında hiçbir şeye dokunulmamıştır." diyor.

Direkler 5 ay suda bekletilip fırınlanmış

Efe’nin anlattığına göre, caminin sütunları ve kirişleri Toros Dağları’nın eteklerinden kesilen sedir ağacından yapılmış. Direklerin nasıl yıllara meydan okuduğunun sırrı ise camide kullanılmadan önce gördüğü işlemlerde saklı. Genellikle gemi gövdesi yapımında kullanılan sedir ağaçları, kesildikten sonra Beyşehir Gölü’nde aylarca ıslatılmış.

Daha sonra fırınlanan sedir direkler sertleşmiş. Direklerin kırılmaması için caminin ortasına kar kuyusu yapılmış. Direkler için gereken nem, kuyuya doldurulan karla sağlanmış. Dolayısıyla ahşaplar kuruyup çatlamamış, caminin uzun ömürlü olması sağlanmış. 1941’e kadar bu kar kuyusundan faydalanılmış. Şimdi ise kar kuyusu kapalı. 5 yılda bir ağaçlar ilaçlanıyor.

Çilehanesi, kar kuyusu ve mihrabı, görenlerde hayranlık uyandırıyor

Ahşap, taş, çinicilik, kalem süslemeleri, sırlı tuğla, sultan ve müezzin mahfili, çile odaları, ayrıca savunma amaçlı tüneller, dehlizler Eşrefoğlu Camii’ni farklı ve özel kılan güzellikler. Asırlık direklerinin nem ihtiyacını karşılaması için caminin tam ortasında bulunan kar deposu ise o günün teknolojisi hakkında günümüze ışık tutuyor.

Bütün camiler dört cepheli inşa edilirken Eşrefoğlu Camii’nin beş cepheli olması dikkat çekiyor. İmam Efe, sebebini şöyle anlatıyor: "O yıllarda şehrin ana yollarından bir tanesi yapılan plana göre caminin beşinci cephesinin olduğu yerden geçiyormuş. O günün yetkilileri yolu camiye değil, camiyi yola uydurup beşinci cepheyi açmışlar. Dolayısıyla bütün bu özelliklerin tamamını bir arada barındıran tek camidir. Çinilerin hiçbiri bütün değil, çini mozaik diyoruz. Al-i İmran Suresi’nin dört ayeti işlenmiştir. Tam tepe noktasında ise Hz. Muhammed (sas) ve dört halifenin ismi vardır."

Camide bulunan bir başka özel bölüm ise ‘çile odası’. Efe, odalarla ilgili şu bilgileri veriyor: "Dervişlerin kırk gün boyunca kaldıkları çile odası ya da çilehanelerde yalnızca hurma ya da başka bir rivayette kuru üzüm yedikleri bilinir. Bir de zeytin ve su ile beslendikleri söylenmiştir. Bu arada bu zeytinler birinci gün kırk adet ikinci gün otuz dokuz adet diye her geçen gün azaltılarak tüketiliyor. Çile odaları bugün de varlığını sürdürüyor."

Haber365