“Rahmetli Atatürk”e bir tepki daha

Fikir
Geçtiğimiz günlerde “Rahmetli Atatürk” başlıklı bir yazı kaleme alan Murat Menteş, kendisine yöneltilen eleştirilere cevap vermeden yeni bir köşe yazısı kaleme aldı. Ancak kendisi bu eleşt...
EMOJİLE

Geçtiğimiz günlerde “Rahmetli Atatürk” başlıklı bir yazı kaleme alan Murat Menteş, kendisine yöneltilen eleştirilere cevap vermeden yeni bir köşe yazısı kaleme aldı. Ancak kendisi bu eleştirilere cevap vermese de, Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan da Murat Menteş’i eleştirmekten geri durmadı.

İşte Yusuf Kaplan’ın Murat Menteş’i opürtünist ve konformist olmakla eleştirdiği o yazısı…

Kemalizm ve oportünizm

Soru şu: Kemalizm ve -temel projesi- Türk laikleşmesi, gerçekten bir ‘çağdaşlaşma’ projesi midir; yoksa tam anlamıyla bir ağdaşlama ve ‘çağ körleşmesi’ mi?

Türk entelijansiyası, bu soruyu tartışabilecek zihnî olgunluğa, düzeye ve özgürlüğe ulaşabilmiş değil henüz.

BİR OPORTÜNİZM BİÇİMİ VE TAHAKKÜM ARACI OLARAK ATATÜRKÇÜLÜK

Öncelikle, Kemalizm’i, Atatürkçülük’ten ayırmak gerekiyor. Bütün anakronik ve sığ yanlarına rağmen, Kemalizm, Atatürkçülük’ten daha dikkate değer bir ideolojidir.

Atatürkçülük, ideoloji formunda da olsa Kemalizm gibi bir fikriyat olamamış, aksine, tam bir oportünizm ve tahakküm biçimine dönüştürülmüştür.

Atatürkçülük, ülke içindeki bazı güç ve çıkar çevrelerinin güçlerini ve çıkarlarını pekiştirmek için -örneğin 28 Şubat gibi- icat edilen kritik zamanlar’da (=çıkarları tehlikeye düştüğü durumlarda) başvurdukları bir baskı ve tahakküm aracı, bir paravana ve sömürü aygıtı olarak kullanılıyor -hâlâ.

Ayrıca Mustafa Kemal’e en büyük zararı Atatürk karşıtları değil, Atatürk’ü kutsayarak dokunulmazlaştıranlar ve kendi çıkarlarını pekiştirmek için kullananlar veriyor. Bu gerçek çok iyi bilinmesine rağmen, neden örtbas ediliyor acaba?

KEMALİZM’İN POZİTİVİST İLKELERİ VE VAATLERİ

Kemalizm, Mustafa Kemal’in her fırsatta dile getirdiği gibi, ‘bilim’ ve ‘akıl’ın tek rehber olduğunu vaz’eder. Bizzat Mustafa Kemal’in Nutuk’unda ve başka vesilelerle yaptığı açıklamalarda, din’in, âyetlerin vs. hurafe olduğu ve toplumu geri bıraktırdığı iddia edilir. (Devâsâ İslâm medeniyet tecrübesini üreten şeyin İslâm’ın bizatihî kendisi olduğu hep gözardı edilir).

Kemalistler, Mustafa Kemal’in bu ve benzeri -daha da pagan özellikler arzeden bazı sözlerinden de yola çıkarak- Kemalizm’in bir çağdaşlaşma projesi olduğunu, çağdaşlaşmanın ancak Avrupa uygarlığının benimsenmesiyle mümkün olabileceğini söylerler.

Ve Kemalizm’in, Türkiye’de bir ‘Türk aydınlanması’ hareketi başlattığını öne sürerler.

AKIL VE BİLİMİN SEFALETİ VE FELAKETLERİ

Oysa bu, daha 19. yüzyıl bitmeden Avrupa’da bile çoktan tarihin çöp sepetini boylamış, tam anlamıyla üçüncü sınıf bir pozitivizm anlayışıdır.

Başta Nietzsche olmak üzere, Husserl ve Heidegger gibi büyük düşünürler, Kartezyen felsefenin mantıkî sonuçlarına götürülmesinin ürünü olarak ortaya çıkan pozitivizm’in sadece Avrupa’yı değil, bütün dünyayı büyük felâketlerin eşiğine sürükleyeceğini söylemişlerdi. Art arda yaşanan iki büyük dünya savaşı, bu büyük düşünürlerin öngörülerini doğruladı.

Nietzsche, pozitivizm’in dölyatağı akıl ve bilim üzerinden kurulan modernliğin, Tanrı fikrini öldüren, ‘bizi’ ‘Tanrı’nın katilleri’ yapan ve düşünme melekelerimizi donduran ‘laik bir din’e dönüştüğünü göstermiş ve modernliğe en büyük ilk darbeyi vurmuştu.

Husserl, modernliğin, Avrupa bilimlerini büyük bir krizin eşiğine sürüklediğini tartışmıştı uzun uzadıya.

Heidegger ise, akıl’ın, düşünme’nin aracı olmak şöyle dursun, bilim’le birlikte, düşünmeyi imkânsızlaştıran ‘teknolojik bir canavar’ ürettiğini gözler önüne sermişti.

GÖKKUBBEMİZ ÇÖKERTİLDİ BİZİM

Türkiye’de Kemalizm’in bir ‘Türk aydınlanması’ olduğu fikri, tastamam bir hurafeden ve illüzyondan ibarettir.

Batı’daki Aydınlanma fikri bizzat Batı’da çoktan aşılmasına rağmen şu soruyu yine de sormadan edemiyor insan: Kemalizm’in sözümona ‘Türk aydınlanması’, Türkiye’de neden bir Kant, bir Rousseau, bir Voltaire yetiştiremedi peki?

Tanzimat’la başlayan, Kemalizm’de kristalleşen Türk modernleşmesi / laikleşmesi projesiyle birlikte, tam da Batılıların istedikleri ama kendilerinin bizzat yapamadıkları şeyler bizzat bizim elitlerimizin marifetleriyle gerçekleştirilmiştir: Bizim hayat-dünyamız yıkılmış, gökkubbemiz çökertilmiş, tarihî yürüyüşümüz durdurulmuştur.

Bu toplum, Müslüman olduğu zamandan bu yana ilk defa, medeniyet iddialarını, dilini, tarih bilincini, ben-idrakini yitirmiş, tarih yapan bir aktörden, tarihte tatil yapan bir figürana dönüşmüştür.

Soru şu: Eğer Batılıların projelerini biz burada kendi elimizle uygulamaya koyacak idiysek, Batılılara karşı neden bağımsızlık savaşı verdik ki? Tarihî iddialarını, medeniyet ufkunu, kendi dünyasını yitiren bir toplumun verdiği savaş, ne/y/den bağımsızlaşmayı amaçlayan bir savaştı acaba?

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..