İsrail’in Özrü ve Ortadoğu’nun Sonrası

Fikir
Türkiye’nin ilk andan itibaren İsrail ile ilişkilerini Mavi Marmara öncesindeki seviyeye çıkarmak (normalleşme) için koştuğu üç şartı her platformda gündeme getirmesi “özür” başarısı...
EMOJİLE

Türkiye’nin ilk andan itibaren İsrail ile ilişkilerini Mavi Marmara öncesindeki seviyeye çıkarmak (normalleşme) için koştuğu üç şartı her platformda gündeme getirmesi “özür” başarısının altındaki en ciddi gerekçedir. Obama’nın, ABD derin devletinin aksine Türkiye lehine diplomasi yürütmesinde de Türkiye’nin kararlı tutumu rol oynadı. Obama, derin devletini bypass etmeyi önce de denemiş, başarılı olamamıştı. İsrail gezisinin başında Thoder Herzl’in mezarını ziyaret ederek halkın gönlünü alan Obama, sonrasında da bypass ettiği derin devletten fiziken de uzak olduğu bir anda “krizi” tatlıya bağlamış oldu.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Netanyahu ile görüşmeden önce İsmail Heniye ve Halid Meşal gibi bazı önemli isimlerle konuyu istişare ederek onların da görüşlerini aldığını tahmin etmek zor değil. Telefon görüşmesinin peşinden Türkiye lehine yapılan açıklamalar bunun delili sayılabilir.

Türkiye izlediği politikada büyük ölçüde başarılı oldu. “Büyük ölçüde” kaydını özellikle düşüyorum. Çünkü “Tamamen” demek için zamana ihtiyacımız var. Hatırlayalım, Türkiye’nin çok net üç talebi vardı: Özür, tazminat, Gazze’ye uygulanan ablukanın kaldırılması.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Başbakan Erdoğan ile yaptığı telefon konuşmasında özrün açıkça dilendiği gözüküyor. Özürde herhangi bir kuşku yok.

 

Gözümüz Ablukada Olmalı

Başbakanlık açıklamasında tazminat konusunda şöyle deniyor: “İki Başbakan tazminat/ademi mesuliyet konusunda bir anlaşma yapılması hususunda da mutabık kalmıştır.”

Bundan sonraki aşamada tazminat konusundaki gelişmelerin yakından takip edilmesi gerekir. İki devlet arasında varılacak tazminat mutabakatının aileleri, millet vicdanını ve kamuoyunu tatmin edecek içerikte olmasını bekliyoruz. Sadece 9 kaybımız için değil İsrail saldırılarıyla yaralanan diğer gemi yolcuları için de tazminat gündemde olmalıdır.

Bunun yanında, İsrail’in her an yeni saldırılarla Gazze Ve Filistin konusunu kaşıyacağından da emin olmalıyız.

Yeni sürecin en sıkıntılı konusu ablukanın kaldırılması meselesidir. Netanyahu–Erdoğan görüşmesinden saatler sonra internet haber sitelerinde ve sosyal medyada ablukanın kaldırıldığına dair haberler çıkmaya başladı. Bu haberler İsrail kaynaklı operasyonel medya çalışması değilse bizim medyanın iyi niyet kaynaklı haberleri veya tercüme hataları olabilir.

İsrail’in açıklamasında ablukayla ilgili cümleler şöyle: “Başbakan Netanyahu ayrıca, İsrail’in, sivil halkın kullanacağı malların Gazze dâhil Filistin topraklarına girişine ilişkin kısıtlamaları esas itibariyle kaldırdığını ve sükûnet devam ettiği müddetçe bu durumun da devam edeceğini ifade etmiştir. İki lider, Filistin topraklarındaki insani durumun iyileştirilmesi için birlikte çalışmaya devam etmek konusunda mutabık kalmıştır.”

Benzer cümleler Türkiye’nin açıklamasında da yer almıştır. Cümleleri dikkatlice okursak “İsrail’in sivil halkın kullanacağı malların Gazze dâhil Filistin topraklarına girişine ilişkin kısıtlamaları esas itibariyle kaldırdığını”  ve mevcut sulh – sükûnet durumu bozulmadığı sürece mevcut uygulamanın devam edeceği ifade edilmektedir. Bu cümlede yeni bir duruma işaret edilmemekte, devam eden bir uygulama teyit edilmektedir. Sonraki cümlede ise “insani durumun iyileştirilmesi”nden bahsedilmektedir. “Ablukanın kaldırılması” bu ifadeye dayanılarak gündeme gelmiştir.

Türkiye ve Filistin dostu ülkelerin ve uluslararası kuruluşların bundan sonra yakından takip edeceği mesele ablukanın kaldırılması olmalıdır. İsrail “insani durumun iyileştirilmesi” ifadesine sığınarak bazı iyileştirmelerle yetinmek isteyebilir. Gazze’ye uygulanan ambargonun diplomasinin kelime inceliklerine kurban etmeden “gerçekten” her alanda, her anlamda kaldırılmasını sağlamalıyız.

Ben kendi adıma şunu söyleyebilirim: Gazze Hükümeti “Evet bize uygulanan ambargo kalktı.” demeden veya Gazze’yi ziyaret edecek olan Başbakan Tayyip Erdoğan “Yerinde bizzat müşahede ettik, ambargo kalkmış” demeden her türlü ambargo haberine kuşku ile bakmayı sürdüreceğim.

 

Uzakdoğu ABD’ye Hazırlansın

ABD’nin çoktandır daha sakin bir Ortadoğu istediğini biliyoruz. ABD ve uluslararası toplum için Ortadoğu’nun yeni konsepti belli: Din, mezhep ve etnik tüm radikallikler sona ermeli. Dolayısıyla İran ve Suriye ne kadar “uzlaşmacı” olacaksa İsrail de o kadar uzlaşmacı olmalıdır. “Saldırgan” ve “Yaramaz Çocuk” rolündeki bir İsrail varken diğer ülkelere sakin olun demek imkânsızdır.

Suriye meselesinde olağanüstü bir restleşme yaşanmadığı sürece İsrail–Türkiye ilişkilerinin normalleşmesinin İran aleyhine -fiziki saldırı gibi-  yeni bir durum oluşturacağına ihtimal vermiyorum. İsrail zaman zaman İran üzerinden yeni gerginlikler oluşturmak isteyebilir veya İran’ın iç gerginlikleri İsrail politikaları olarak bölgeye yansıyabilir elbette. Daha ileri senaryoları aklımızda tutmaya devam etsek de bunların gerçekleşme ihtimallerinin düşük olduğunu unutmamalıyız. Ambargo ve diplomatik yatırımlar zaten 79 devriminden beri İran’ın alışık olduğu şeyler.

Bütün bunlar, bölgenin kendi haline bırakılacağı anlamına da gelmiyor. Etnik, dini ve mezhebi ayrılıkların inceden inceye desteklenmesi bazı güçlerin kadim diplomasileri olarak devam edecek.

ABD, hedeflediği “Sakinleşmiş Ortadoğu” projesini başarabilirse Uzakdoğu dengeleri (Çin, Hindistan, Kore, Japonya vb) için daha fazla zamanı olacaktır. Dünya Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD, Çin ekonomisinin ABD’yi dört yılda yakalayarak dünyanın en büyük ekonomisi olabileceğini aylardır durmadan söyleyip duruyor. Ekonomik ve psikolojik gerekçeler hazırlanmış durumda. İsrail–Türkiye sulhunu sağlamak noktasında ABD’yi motive eden gerekçelerden biri de işte bu Uzakdoğu açılımıdır.

 

Yirmi Yıl Sonrasının Galip Kim?

Mavi Marmara’daki vahşeti sebebiyle İsrail’in özür dilemesi, şehit ailelerine tazminat ödeyecek olması ve ablukaya dair verdiği sözler hiç şüphesiz Türkiye’nin diplomatik başarısı olarak kayıtlara geçti. Sadece bizlerin değil Filistin konusunda duyarlılık sahibi herkesin bu başarıdan kendisine bir pay ve sevinç çıkardığını söyleyebiliriz. Başbakan Erdoğan ve Davutoğlu elde edilen bu gelişme sebebiyle milyonların duasını da aldı.

Bunun yansıra, diplomatik bir analizle bakıldığı zaman özür sürecinin kaybedeni olmadığını görmek gerekir. ABD çözülemez kabul edilen krizi çözüm yoluna sokarak küresel gücünü teyit etti. Bu teyidi, Obama ve ABD için ciddi bir kazanım olarak not etmeliyiz. Ayrıca, Uzakdoğu planlarını rahat yapabilmesi için düşündüğü Ortadoğu tasarımına az daha yaklaşmış oldu.

İsrail, Mavi Marmara sebebiyle karşı karşıya kaldığı uluslararası dışlanma sürecinden özür sebebiyle bir ölçüde kurtulma ümidinde. Ayrıca, Türkiye’nin NATO dahil bazı alanlarda kendisine karşı uyguladığı veto, şerh, defans ve benzeri aleyhteki duruşların çoğundan da zamanla kurtulmuş olacak.

Diplomatik süreçler böyledir; kazananı ve kaybedeni birden fazladır. Bugün kaybeden onlarca yıl sonra “aslında kazandı” olabilir. Esas sorunun şu olması gerekir: On yıl, yirmi-otuz yıl sonra Ortadoğu’nun en kazançlı ülkesi kim olacak?

Benim bu soruya dünya çapındaki cevabım “Müslümanlar ve tüm mazlumlar olmalıdır” şeklindedir. Yeni yüzyılda tüm coğrafyalarda adalet ve vicdan galip gelmelidir. Ortadoğu’da ve dünyada adaletin, vicdanın, insafın galip gelmesi için Türkiye’nin iç sorunlarını ve dış politika gerginliklerini tamamen çözmesi şart.

Bunun için Ermenistan ile sınır sorunu, Rusya ve Ermenistan ile Karabağ sorunu, Kıbrıs meselesi yeniden Türkiye’nin acil kodlu işler listesinde yerini almalıdır. Komşularıyla sorunlarını çözmüş, Kürt meselesini hakkaniyet ölçüsünde halletmiş, gelir dağılımın dengesinde mesafe almış, üretimin kalkınmadaki payını arttırmış bir Türkiye’nin tüm dünyada aktör olacağı açıktır.

erolerdogan.com.tr