Eğitimde müfredat, uygulama ve yapılanma sorunlarını çözebilmek

Fikir
Doç. Dr. Fethi Güngör’ün Diriliş Postası’ndaki yazısı… Ethem Paksoy Hocamın Şubat 2017’de Yeni Türkiye Yayınları tarafından basılan “Türk Eğitim Sisteminin Temel Sorunları” isim...
EMOJİLE

Doç. Dr. Fethi Güngör’ün Diriliş Postası’ndaki yazısı…

Ethem Paksoy Hocamın Şubat 2017’de Yeni Türkiye Yayınları tarafından basılan “Türk Eğitim Sisteminin Temel Sorunları” isimli eserinin, bir taraftan müfredat çalışmalarının iyileştirilmesi için tüm şahıs, kurum ve kuruluşlardan katkıların toplandığı diğer taraftan kapsamlı bir anayasa değişikliğiyle güçlü büyük Türkiye için gerekli gördüğüm daha fonksiyonel bir anayasal yapının halkın onayına sunulacağı bir dönemde yayımlanmış olmasından büyük memnuniyet duydum.

Eserinde Türk eğitim sisteminin sorunlarını müfredat, uygulama ve yapılanma olmak üzere üç grupta ele alan ve her gruptaki sorunları sistem açısından inceleyen Ethem Paksoy Hoca, sorunların tadadını gereksiz yere uzatmak yerine sorunun esasına değindikten sonra çözüm önerilerine yoğunlaşmakta, böylece çözüm odaklı yapıcı bir eleştiri yöntemi benimsemektedir. Eserden azami istifadenin temin edilmesine katkı sadedinde bazı pasajları özetle iktibas ederek eğitim kurumunun karar vericileri başta olmak üzere kamuoyunun dikkatine sunmakta yarar görüyorum:

İşe Yapılanmayla İlgili Sorunlardan Başlamak

“Türk Milli Eğitiminin doksan yıllık tarihinde yapısıyla, müfredatıyla, işleyişiyle, ithal Batılı değerleriyle toplumun tarihî, kültürel ve sosyal yapısıyla uyumsuz olduğu; kurucu kadronun eğitimi ulus devlet ideolojisini kabul ettirecek şekilde tanzim ettiği; ilkeler ve inkılaplar değişime kapalı olduğu için sağlam bir sistem oluşturamadığı görülmektedir. Müfredat, uygulama ve yapılanmayla ilgili birbirine geçmiş eski ve yeni onlarca sorunu sayılan bu sebepler doğurmuştur.

Türk eğitim sisteminin başlangıç tarihi olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu* bütün okulları Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında toplamış ve bütün yetkileri Bakanlığa vermiştir. Bu kanunla Osmanlı eğitim sisteminin bütün kurum ve kuruluşları lağvedilip Batı eğitim sistemi bütün değerleri ile kopyalanmış, böylece Türk eğitim sisteminin sahip olması gereken tarihî çizgisi ve millilik yönü yok edilmiştir. Hâlbuki bir kurumun tarihî çizgisi o kurumun tecrübesini ve oturmuşluğunu gösterir (Paksoy, s.21).

Osmanlı eğitimindeki gönüllük esası yerini merkezî yönetimde dayatmalara bırakmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile devlet, “baba” rolüne soyunarak her şeyi üstlenmiş, halkı devre dışı bırakmış ve son zamanlara kadar halkın katkısını göz ardı etmiştir. Bu yapılanmayla eğitim; yönetimi zor, yapısı hantal bir niteliğe bürünmüştür. Hâlâ yürürlükte olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu Türk eğitim sistemine bir yük olduğu hâlde kurucu kadronun eseri olduğundan dolayı kimsenin değiştiremeyeceği bir dogma hâline gelmiş ve değişimin önünü tıkamıştır. Çünkü eğitim kurumunun yönetim tarzı ve yapısı bu kanun üzerine tanzim edilmiştir.” (s.22).

 

Müfredatla İlgili Sorunları Çözebilmek

“Türk eğitim sistemi demokratik bir anlayışla herkesi farklılıklarında serbest bırakarak toplumun ortak değerleri üzerine oturmak yerine amacına ulus devlet modelini koyarak müfredatı da bu ideoloji üzerine oturtmuştur. Bu amaca ulaşmak için herkesin tek etnik kökeni, tek dili, Batı’dan ithal tek hayat tarzı olmasını varsaymıştır. Müfredatta dil, tarih, din ve hattâ bilim bile bu anlayışa göre şekillendirilmiştir. Müfredatın bu sorunu, bütün sorunların doğduğu veya etkilendiği anaç bir sorundur. Çocuk taşıdığı kimlikte, konuştuğu dilde, öğrendiği tarihte, yaşadığı hayat tarzında hep bu sorunla karşılaşmaktadır. Çağdışı anlayış üzerine oturtulan bu müfredat milletin onayı olmadan dayatılmış, cumhuriyetin ulusal değerleri ile dokunulmazlık zırhına büründürülmüştür (s.23).

Müfredatın en büyük sorunu kendi toplumsal değerlerimize yabancı ve Batılı değerlerle örtüşüyor olmasıdır. Gönüllü sömürgecilikle Batı’dan kopyalanarak alınan bu müfredat yeni bir Batılı toplum doğurmak için konmuştur. Eğitime konulan bu amaç, eğitime teslim ettiğimiz çocuğun irademiz dışında nasıl bir kalıba dökülmek istendiğini ortaya koymaktadır (s.24).

Müfredatın diğer önemli bir sorunu ise sunulan bilgilerin amaca göre ideolojik ayar verilerek gerçeklikten uzaklaştırılmasıdır. Çocuklara nasıl, niçin, ne zaman kullanacağı bilinmeyen bir yığın ham bilgiler sorgulanmadan ezberletilmektedir. Bunların çoğu çocuğun hayatında hiç karşılaşmayacağı şeylerin bilgisi olduğu için unutulup gitmektedir. Bu müfredat bilginin bilincine varmadan hafızaya yüklenerek öğrenciye işkence etmektedir. Bilgi konusunda faydacı değiliz. Mesela, ana dilimizi doğru dürüst öğretemiyoruz ama neredeyse ana dil kadar müfredatta yer verdiğimiz bir yabancı dili öğretmek için büyük çaba sarf ediyoruz.

Her anne ve babanın, çocuğunun kendi gibi olmasını istemesi en tabii hakkıdır. Din, dil, kimlik ve kültürle ilgili bilgilerin çocuğun ailesinin isteği doğrultusunda öğretilmesi gerekir. Türk eğitim sisteminde devlet dini, dili, tarihi, kimliği çocuğa işine geldiği şekilde öğreterek aile ile çatışma içine girmektedir.” (s.25).

 

Uygulama Sorunlarını Taraf Tutmadan ve Adaletle Çözüme Kavuşturmak

“Milli Eğitim’de sistemin işleyişi ile ilgili de sorunlar yaşanmaktadır. Sistem homojen toplum oluşturmanın gayretiyle din ve dinî kurumlarla bir türlü barışık olmamıştır. Bu sistemde din eğitimi üzerine çok zikzaklar çizilmiş ve din siyasetin malzemesi hâline getirilmiştir. Laikliğin beşiği kabul edilen Batı ülkelerindeki bütün eğitim yuvalarında ibadet yeri olduğu hâlde bizim ülkemizde son birkaç yıla kadar mescit açmak yasaklanmıştır. Okullarda uygulanan disiplin ve işleyiş tarzı sanki bir askerî karargâhı andırmaktadır. Merkezî sınavlar dershaneleri doğurmuştur. Dershaneler de okulları etkisizleştirmiştir. Rehberlik ve yönlendirme, merkezî sınav puanlarına teslim edilmiştir. Bu yüzden bilimsel bir rehberlik hizmeti verilememektedir. Toplumun hassasiyetlerine dikkat etmek yerine onları törpüleyerek yok etme metodu güdülmüştür (s.27).

Sistemimizin en önemli bir sorunu da eğitimde yeni uygulamaların bir alt yapı oluşturulmadan alelacele yürürlüğe konmasıdır. Mesela sekiz yıllık kesintisiz eğitimin alt yapısı olmadan acil koduyla uygulanması eğitimde birçok sıkıntıları beraberinde getirmiştir. Hâlbuki eğitimde bir şey yapılmadan önce ölçülüp biçilip pilot bölgede uygulanıp alt yapısı hazırlandıktan sonra ülke genelinde uygulamaya konmalıdır. Zira eğitim kurumu ideolojik yaklaşımı ve oldubittiyi hiçbir zaman kabul etmez, geri teper, pedagoji kanunlarının uygulanmasını ister.

Devlet nezdinde her vatandaş eşit hakka sahipse devletin her kurumda olduğu gibi eğitimde de adaletli davranması gerekir. Yıllarca tek dil ve tek kimlik dayatması ideolojik yanlı davranışın kötü bir örneğidir. Devlete yakışan uygulamada objektif, davranışta adaletli olmak ve hiç kimsenin hakkını gasp etmemektir.

Mevcut eğitim sistemimiz bilimsel uygulamadan yoksundur. Bilimsel bir yönlendirme olmadığından ve adaletsiz kat sayı uygulamasından dolayı meslek liselerindeki öğrenci oranı %30, diğer liseler ise %70’tir. Bu sorun toplumda işsizler ordusunu üretmektedir. Hâlbuki gelişmiş dünya ülkelerinde bunun tam tersi oranda bir uygulama görülmektedir (s.274).

Karma eğitim uygulaması Türk eğitim sisteminin en büyük hatasıdır. Kadının ve erkeğin üst kimliği “insan” olmaktır. Ama yaratılışta kadınla erkeğin farkı vardır. Bu fark sosyal hayatta da kendisini göstermektedir. Her türlü ideolojiden uzak ve bilimsel bir yaklaşım karma eğitimden vazgeçmeyi gerektirir. Bu, kız çocuklarımıza da erkek çocuklarımıza da yapacağımız en büyük iyiliktir (s.29).

Aynı derslikte yedi sekiz saat ders gören öğrenci bıkmakta ve bu bıkkınlığını sınıftan ve içindeki demirbaş eşyadan çıkarmaktadır. Bu durum öğretmenin derse daha hazırlıklı gelmesini engellemektedir. Hâlbuki dersliği öğretmene versek, öğretmen dersliği branşına göre düzenlese birçok sorunu ortadan kaldırmış oluruz (s.28).

Türk eğitim sisteminin tüm eğitim kademelerinde sorunlar yaşanmaktadır. Her kademede yer alan program/programlar eğitim bilimleri bakımından o kademeyle örtüşmemekte veya yetersiz kalmaktadır. Öğretim bir bütün olarak ele alınmak suretiyle programlar yapılmalıdır. Çünkü gereksiz tekrarlar öğrenciyi bıktırmakta ve yaratıcılığını öldürmektedir (s.30).

Son on beş senede eğitimimizde sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim ve 4+4+4 eğitim sistemi olmak üzere kademelendirmede iki defa değişiklik yapılmıştır. Bunlar birbiriyle örtüşen değil birbirini nakzeden iki kademelendirmedir. Eğitim biliminden uzak bu hızlı değişimler birçok sorunu beraberinde getirmiştir (s.438).”

 

Öğrenciyi Özgür ve Özgün Bir Birey Olarak İnşa Edebilmek

“Eğitimimizin müfredatla, uygulamayla ve yapılandırmayla ilgili sorunları çözülmedikçe bu milletin çocukları da sorunlu yetişmeye devam edecektir. Çocuk ne kadar zeki olursa olsun mevcut eğitim sistemi bilim adamı, düşünür ve sanatçı yetiştirmez. Mevcut eğitim sisteminin ekonomiye ve kalkınmaya katkısı da olmaz (s.384).

Bizi yetiştiren, ismimize doktor, mühendis, mimar vb. unvanları katan bu eğitim sistemimizin sorunlarla boğuştuğunu hepimiz görüyoruz. “Günümüzde eğitim; ideolojik tek tipleştirmeye alet olma, bireye aşırı ve amaçsız bilgi yüklemedeğerler öğretimini gerçekleştirememepiyasanın hegemonyası altına girme gibi büyük sorunlarla karşı karşıyadır.” (Evkuran, 2009:479).

Günümüzde bilgi öğrenmekte geçmişten çok daha fazla imkânlara sahip olduğumuz hâlde öğrencilerimizde büyük bir bilgi boşluğu bulunmaktadır. Üniversite imtihanına giren öğrencilerden binlercesi sıfır almakta, lise mezunu öğrencilerimizin pek çoğu ana dilini bilmemekte; okuduğunu anlamaktan, duygu ve düşüncelerini yazıya dökmekten aciz kalmaktadır. Çocuklarımız sınavlardan fırsat bulamadığı için okuma ve yazma zevkinden mahrum yetişmektedirler (s.384). Matematiği iyi bilmediği için soyut düşünmekten yoksundurlar. Çocuklarımızın ekseriyeti hiçbir özelliğe sahip olmadan liseden mezun olmaktadır. Bağımsız düşünebilen eleştirel bir kafa yapısına sahip değildirler.

İlköğretimden ortaöğretime, ortaöğretimden üniversiteye geçmek için konulan testli sınavlarda başarı ezbere dayalı, basmakalıp bilgilerle elde edilmekte ve sınavdan sonra da unutulmaktadır. Okullarımızda inceleme, gözlem ve deneye dayalı bilgi öğretilmemektedir. Eğitimimiz bilgi öğretme metodolojisine sahip olmadığı için öğretimde çocuk özne değil nesne kabul edilmektedir. Sınav odaklı eğitim sisteminde çocuklar sınav parkurunda yarış atı gibi koşturulmaktadırlar. Bu yüzden bilginin bilincine varamamaktadırlar. Bilincin bilgisini ise hiç bilmemektedirler. Mevcut bilgi öğretme metoduyla öğrenci dersten nefret etmektedir.

Fıtratımız gereği hepimiz özgürlüğü severiz, inancımızda, yaşantımızda, düşüncemizde, giyim kuşamımızda özgür olmayı isteriz. Kendisi için özgürlük isteyen bir kimse başkasının özgürlüğüne de saygı göstermelidir. Toplumsal huzur için insanlar birbirlerinin farklılıklarını kabul etmek zorundadırlar (s.385).

Okulun istediği gibi inanacak, düşünecek ve tek tip giyineceksin, her gün sabah ant içeceksin ve binaya sırayla gireceksin! Sanki okul bir eğitim kurumu değil bir kışla! Böyle bir eğitim anlayışından özgürlük doğar mı? Eşitlik herkesi aynı inançta, aynı yaşantıda, aynı düşüncede, aynı kıyafette birleştirerek mi sağlanır? Farklılıklar özgürlük ister. Özgürlüğün olduğu yerde ise yönetim zordur (s.386).

Zorunlu eğitime tabi tutulan bir çocuk devletin istediği özelliklerde yetişmek için dayatılan bir programla okulda tutulmaktadır. Çocuk okutulan müfredatta kendini bulmuyorsa, onun öznesi değil de nesnesi oluyorsa, bir ideoloji dayatılıyorsa o zaman öğrenci o okulu nasıl sevsin? O zaman öğretmenin derse gelmemesini nimet, tatili de hürriyet bilir. Okul binaları ders odaklı planlandıkları için günümüz çocuğunun hayatını kuşatıcı değildir. Çocuk aile yuvası kadar okulunu sıcak bulmalıdır (Yapıcı, 2004).

Özgür bir ortamda yetişmiş insanla ideolojik ve baskıcı bir eğitimle yetişmiş insan arasındaki farkı görmek lazım. Özgür insan bağımsız düşünür, kimsenin ideolojisine hizmet etmez. Baskıcı eğitimden geçmiş insanlar hem bedenen hem de zihnen emre amadedirler, düşünmezler, düşünceleri aktarırlar; icat etmezler, icat edilenleri kullanırlar. Çünkü ideolojik eğitimler özgür insan yetiştirmezler…” (Paksoy, s.386).

Kaynaklar:

PAKSOY, Ethem. (2017). TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN TEMEL SORUNLARI. Yeni Türkiye Yayınları, 488 s.

YAPICI, Mehmet. (2004). “Eğitim ve Yabancılaşma”. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi (https://www.j-humansciences.com/ojs/index.php/IJHS/article/view/98/97).

EVKURAN, Mehmet. (2009). “Değerler Eğitimi ve Eğitimde İdeoloji Sorunu”. Uluslararası Eğitim Felsefesi Kongresi Tebliğler Kitabı içinde, s.479-488, Eğitim-Birsen Yayınları: 44.

Uluslararası Eğitim Felsefesi Kongresi. (2009). Küreselleşme Sürecinde Eğitim Sorunlarının Felsefi Boyutu, Başkent Öğretmen Evi, 6-8 Mart 2009, Ankara: Eğitim-Birsen Yayınları: 44, 770 s. (http://www.egitimbirsen.org.tr/ebs_files/files/yayinlarimiz/231-egitimbirsen.org.tr-231.pdf).

* TBMM tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilmiş olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) gereğince ülkedeki bütün eğitim kurumları Maarif Vekâleti’ne (Millî Eğitim Bakanlığı) bağlanmıştır.