Cemaat iktidarla mutlak ilişki kurmaz

Fikir
Başta “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi” adlı üç ciltlik antoloji olmak üzere İslamcılık üzerine birçok araştırma ve kitaba imza atan Prof. İsmail Kara ile söyleşimizi noktalıyoruz. 1...
EMOJİLE

Başta “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi” adlı üç ciltlik antoloji olmak üzere İslamcılık üzerine birçok araştırma ve kitaba imza atan Prof. İsmail Kara ile söyleşimizi noktalıyoruz.

1980 sonrası Türkiye’de İslamcılık denince akla burada Erbakan ile Fethullah Gülen geliyor. Milli Görüş hareketiyle Gülen hareketinin alenen kavga etmeseler de birbirlerine mesafeli olduklarını biliyoruz. Öyle ki 1990 ortalarında Gülen tüm siyasi partiler ile Ecevit ile Türkeş ile iletişime geçerken Erbakan ile mesafesini korudu. Neden?
Kara: Fethullah Gülen hareketi ile Türkiye’deki siyasi hareketler arasındaki ilişkileri sadece bugünün tezahürleri üzerinden anlayamayız, biraz geriye gitmemiz gerek. Muhtemelen birinci sırada söylememiz gereken şu: Fethullah Gülen hareketinin büyük ölçüde yaslandığı Risale-i Nur fikriyatı dini mutlak manada koruma noktasında sistem karşıtıdır fakat siyasi olarak bir uyum hareketidir. Dolasıyla bu hareketin içerisinde uyum ve muhalefet birlikte vardır. Fevkalade uyumu gözeten bir siyasetleri ve yapıları da vardır. Tabii şimdi teşkilat akıl almaz derecede büyüdükçe uyum tabir caizse biraz gösterişe dönüştü. Bediüzzaman’ın din merkezli Ankara’ya karşıtlığını, ama siyaset merkezli Ankara’yı önemseyen, oraya doğru bakan tavrını görmek lazım. Onun için eski Said-yeni Said ayrımında “bir de son Said var” diyorum. Son Said bir Demokrat Partili’dir adeta, bunu unutmayalım. Fethullah Hoca hareketinin 12 Eylül öncesi ve sonrası arasında siyasi tavır bakımından sistematik bir ayrım var. MSP ve Erbakan çizgisi ise sert muhalefet söyleminden uyum söylemine doğru hareket ettikçe tarikat ve cemaatlere daha fazla yaklaşmıştır. Yani Fethullah Hoca cemaati ile AK Parti arasındaki yakınlaşmayı sadece AK Parti ile alakalı ve sınırlı görmemek lazım. Bu RP çizgisiyle başladı ve 1991 seçimlerinden itibaren giderek daha fazla görüldü. Ayrıca arada bir de Turgut Özal var. AK Parti aslında Anavatan tecrübesini bu manada ikinci defa yaşayan veya siyasi olarak bu başarıyı sağlayan bir harekettir. Senin işaret ettiğin AK Parti ile cemaatın birbirlerine pek güvenmemeleri meselesi iki tarafın da sadece aktüel olarak değil tarihsel olarak da bildiği ve yaşadığı bir hadisedir. Türkiye’de cemaatler ve tarikatlar destekledikleri iktidarla mutlak bir ilişki kurmazlar, mutlak bir güven ilişkisi de geliştirmezler. Onların öne çıkardığı şey kendi varlıklarını sürdürmek ve olabildiğince kendilerini korumaktır. Korumak amacı birinci sıradadır. Söylem olarak bu İslamı ve Müslümanları korumak manasına da gelmektedir. Onlarla münasebete geçen siyasi partiler de bunu bilir. Tarikat ve cemaatların nerede ise tamamının 1982 anayasasına, ardından 1983 seçimlerinde Özal’a destek vermesine Demirel’in şaşırdığını hiç zannetmiyorum.

Ama bu arada güçlenmek de istiyor cemaatler.
Kara: Evet, güçlenmek de var. Bunun için iktidara gelebilecek sağ partilere destek verirler. Ayrıca bu tercih sadece onlara has bir tercih de değildir. Fethullah Gülen’in Ecevit’e temayül göstermesi istisnai bir şeydir. Bu da 12 Eylül sonrası Türkiye’deki siyasi kültürün dağılmasıyla alakalıdır. Mesela 1980 öncesi şartlarda olması mümkün olmayan bir şeydi bu. Unutmayınız ki bu grup Erbakan’ın Ecevit ile koalisyon kurmasına çok sert karşı çıkmıştı ve hatta bu yüzden parti içindeki Risale-i Nur mensupları ayrılmışlardı.

1994’deki röportajımızda başlığa çıkarttığımız “demokratikleşme İslam’ın önünü açar” sözü geçen 20 yılda epey doğrulanmışa benziyor, ne dersin?
Kara: Tabii. Bu kaçınılmaz bir şey. Demokratikleşme çizgisi Türkiye’de uyum çizgisini kuvvetlendiren bir çizgi olarak da işliyor aynı zamanda. Gerçekten görünür olarak İslam’ı öne çıkartıyor. Bunu ihtilali yapanlar (veya ihtilali yaptıranlar) da biliyorlardı. O bakımdan demokratikleşmenin İslam’ı öne çıkartacağı fikri bugün için de geçerli. Problem görünürlükle muhteva arasında.

AKP’nin demokrasi dışı bir yola yönelmesi ihtimalinde bu İslam’a zarar verir mi?
Kara: Uyum çizgisi aslında Türkiye’deki İslam meselesini zayıflatan bir şeydir. Çünkü siyasi başarı diğer bütün önemli problemleri örter. AKP’nin örttüğü gibi. Görünürlük ve maddi yükselişler, sayısal artışlar ilim ve fikir adamlarının her zaman bel bağlayacağı şeyler değildir. AKP’nin iktidarda kalmak için yapacağı demokrasi dışılıklar hariç demokrasi dışı bir yola sapacağını düşünmüyorum fakat Türkiye’de İslam’ı aşağıya çekmek ve biçimsizleştirmek için bir operasyon yapılacaksa bu AKP üzerinden yapılabilir. Erbakan üzerinden yapıldığı gibi. Bu sadece İslamcılar için değil Türkiye için büyük bir kayıp olur. Çünkü Türkiye’nin hiçbir meselesi İslamla irtibatlandırılmadan konuşulamaz ve anlaşılamaz. Türkiye bu büyük problemin bence hiç farkında değil.

Siyasi başarı böyle bir zarar getiriyorsa o zaman siyaseten başarısız mı olsun?
Kara: Hayır en azından benim siyasi başarılara karşı çıkmak diye bir derdim yok. Türkiye’nin siyasi başarıya da çok ihtiyacı var. Fakat siyasetle sınırlı olarak hadiseye bakmayan biri olarak siyasi başarının kayıplarına ve kazançlarına birlikte bakıyorum. Burada sarmal bir gidiş var. Birbirini hem taşıyan ve hareketlendiren, hem ezen ve biçimsizleştiren bir gidiş. Türkiye’de siyaset alanı aktüel olana mahkum olarak yürüyor. Bu biraz siyasetin tabiatında da olan bir şeydir. Fakat hiçbir siyasi hareket ve başarı yerli bir düşünceye, daha evrensel bir felsefeye hatta bir inanca yaslanmadan büyük ve sürekli olamaz. Türkiye’de yaşanan siyasi başarıların aynı zamanda Türkiye’nin başarısı olamayışının sebebi de bu.

El Kaide hakkında ne düşünüyorsun? Bu bile tek başına İslamcılığın ölmediğinin delili değil mi?
Kara: Bu hadiseye de bir Türkiye’den bir de dışarıdan bakmak lazım. Benim anladığım kadarıyla El Kaide gibi bir radikalliğin Türkiye’de hiçbir karşılığı olamaz. Bu konuda senden biraz farklı düşünüyorum. Mesela Türkiye’den bir kısım radikaller, onlara radikal mi demek lazım ondan da çok emin değilim, Afganistan’da, Bosna’da, şimdi de ben çok emin değilim ama bir rivayete göre Suriye’de savaşıyorlar. İran’a da gittiler. Benim görebildiğim kadarıyla bu bile El Kaide mantığı içerisinde bir yere oturmuyor. Çünkü bunlar gittiler, döndüler. Oradaki haletiruhiyelerini bilemem ama nasıl gittilerse öyle döndüler. Onun için El Kaide çizgisi Türkiye ile ilgili bir çizgi değil. Onun için bu İslamcılık öldü mü ölmedi mi tartışmasını yaparken Mısır’da, İran’da, Afganistan’da olup bitenleri öne çıkarmayı doğru bulmuyorum. Bunları tabii ki mukayese unsuru olarak kullanmalıyız, ama birinci sıraya bunları çıkararak yapılacak Türkiye İslamcılığı analizini realiteye uygun ve sağlıklı görmüyorum. Türkiye’ye intikal ettiğimiz zaman Türkiye’deki İslamcılığın tarihini konuşmamız lazım ki ölen bir şey var mı yok mu buna bakalım. Mümtaz’er beyin yazılarında yazmadığı fakat kendi tebliğinde söylediği “duygu ölümü” ifadesi var. Bakın hissiyat zayıflaması manasında bu anlaşılabilir fakat yazılarında ve kitabında söylediği şey bütün bir ölümdür. Ölüm metaforunu kuvvetli bir tez olarak kullanabilmemiz için en azından tarihi devreye sokmamız lazım. Türkiye’nin yakın siyasi tecrübelerini, İslam’ın bu noktadaki konumunu hesaba katmamız lazım. Ayrıca İslamcılığı ortaya çıkaran veya kuvvetlendiren unsurlar ortadan kalkmış değil ki. Bir kısmı artarak sürüyor, derinleşiyor, sertleşiyor.
 

Vatan