Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı

Etkinlikler
Gülnaz Eliaçık’ın kitap kritiği; Batının modern tutumları arasında, kendi ilimsel gerçekliğine tutunmaya çalışan insanların, fikirsel iz düşümlerinin yazarın gözlem gücüyle bir araya gelerek söy...
EMOJİLE

Gülnaz Eliaçık’ın kitap kritiği;

Batının modern tutumları arasında, kendi ilimsel gerçekliğine tutunmaya çalışan insanların, fikirsel iz düşümlerinin yazarın gözlem gücüyle bir araya gelerek söylenme halidir, yumurtayı hangi ucundan kırmalı… Durum garp veya şark meselesi olmamakla birlikte, batı hayranlığının yıllar öncesinde bile bugünkü canlılığını koruduğunun resmidir aslında, Rasim Özdenören’in cümleleriyle çizdiği resim.

Kitap, yazarın diğer kitaplarının da basıldığı İz yayıncılık mührüyle, indeksiyle birlikte iki yüz kırk sayfa olarak çıkıyor karşınıza. Yazar kitabı tam altı bölmeye bölüyor fikirsel bütünlüğü sağlamak adına. Kitap kapağı da manidar aslında, bir dolu batı hayranlığının resmedildiği (benim algılayışım bu) kapakta, bir elin parmakları arasında duran yumurta ve kırılan ucundan yeşeren nergis çiçeği, islamı hatırlattı bana.

Batı ve İslam konusunda ki mevzularda epeyce kafa yoran Özdenören bu kitabında da okuruna dürtüsel mesajlar vermeyi ve okuyanına kendisini sorgulatmayı da ihmal etmiyor. Okurun kendini sorgulayış hali Rasim Özdenören’in neredeyse tüm kitaplarının ortak özelliği aslında. Her kitap okuyanını kendi içinde sorguya çekebilir ama üzerinde düşünülesi çoğu cümle her kitapta bu kadar bir araya gelmez.

Kitap ilk olarak 1987 yılında yazılmış. Aradan geçen yirmi yıl yazarın kitaptaki bazı kısımları adeta yeniden yazılmasına sebep olmuş. Bu nedenle kitabın kapağını açtığınızda bu durumla ilgili bir açıklama bekliyor sizi.

Avrupa hayranlığımızın genişleyerek yayılması durumuna dikkat çeken yazarın kitabında ayırmış olduğu her bölüm, kendi çerçevesi içinde değerlendirildiğine haklılık payı büyük olan fikirler.

İnsanın Konumu

Kitabın ilk bölümde insanın konumuna, yazarın bakış açılarının yöndeşliği vurgulanıyor. Bu bölüm on altı yazıdan oluşmakta.

Batıya ayna tutan bir tavırla müslümanın kendi tarihsel ilişkilerini, hatta din kökenini irdeliyor. Bu aynadan yansıyanları tümüyle kabul etme varsayımını kesin bir dille reddediyor Özdenören. Batının aynadan yansıyan tüm görüşlerini, sorgusuz sualsiz kabul eden salt çoğunluğa, karşı çıkmakla birlikte, bu kabullenişin vebalinin ödenemeyeceği fikrinde yazar. Kitabın genel havasına sirayet eden Batının yararlı özelliklerini kabullenme, diğer kısımlarını reddetme hali insanın konumuyla özdeşleştirilince, bu fikre sahip olan aydınların ve halk insanın girdiği girdabı irdeliyor. Bu düşüncesini destekleyen en güzel cümlelerinden biri de kitabın bu kısmında yer alıyor: …”Bu ülkenin insanları Batı uygarlığına evet derken genellikle onun aslına değil, fakat kafalarında uyandırılan bir hayale evet demektedirler.”

İki kültür arasında ki farka, eylemsel süreçlerin değer yargılarına dokundurmalar yapıyor. Kültürlere ait bilimsel yaklaşımlarında ise bir yanlışa herkes inanıyor diye o yanlışın doğru olduğu anlamını çıkarmamız gerektiğine de önemle değiniyor.

İnsanın konumu, insan olmanın ölçütleriyle çelişiyorsa eğer yazarın konumsal perspektifinden değerlendirdiği ölçüte kulak vermeden edemiyor insan: “İnsan olmanın, üstün insan olmanın ölçüsü mümin olmaktır. İnsanları birbirinden ayıran ölçüde budur. İslam, Müslümanlar arasında eşitlik kurmuştur. Ancak dirilerle ölüler, alimlerle cahiller, bilenlerle (mümin) bilmeyenler (kafir) bir sayılmazlar.”

Hak olan inanca sahip olmanın tereddüt konumunda bekleşen beşerlere, varacakları minvali, kitabın bu bölümünde fikirsel işçiliğiyle güzel işlemiş yazar.

Batıya Bakışlar

Kitabın ikinci kısmı, on iki yazıdan oluşmakta. Her başlık kendi kapsamında Batıya olan bakış açımızı, bir kez daha gözden geçirmemiz adına, bizi iknaya çabalan bir dolu cümle barındırmakta.

Batıya dair paradoksların doğruluk süzgecinden geçirilmeye çalışıldığı, Batının mevcut problemlerinin kendi içinde dahi çözülmez bir hal aldığını bize güzel örneklerle anlatıyor yazar : “Batının problemi mevcut temel dizge içerisinde çözümlenecek gibi görünmemektedir. Temelinde tabiatı tahribe yönelmiş bir uygarlıkta, bazı alanların etrafını çitle çevirip orayı milli park diye ilân ederek tabiatı seviyormuş pozuna bürünmesi, aynı mantığın getirdiği bir başka paradoks sayılmalıdır” Buradan Rasim Özdenören’in yazıda teşbih sanatını en iyi icra eden ustalardan biri olduğunu anlamakta mümkün ayrıca!

Batılı insanların özel hayatları üzerinden fikirsel “ahlak”sızlıklara değiniyor yazar. Kuralların tümüne uymanın, ahlaksızlığı ahlaklı hale getirmek demek olabileceğine de dikkat çekiyor ayrıca. İlminin yüksek olduğuna inandığımız ve adına bilim adamı dediğimiz beşerlerin her dediğini sorgusuz sualsiz doğru kabul etmemizi batılı bakışlar üzerinden eleştiriyor yazar.

Batının yadırganacak eylemlerini belli kılıflara sokulduğunda mübah sayan insanlığın, aynı eylemi kılıfından çıkararak değerlendirmesini istiyor Özdenören. Vicdani muhasebemizde yereceğimiz birçok eylemi belli kılıflara sokulduğunda alkış tutmamızı eleştiriyor.

Özdenören Batının bizi dinen, fikren ve edeben yozlaştıracak her türlü eylemini, objektif bir bakış açısıyla değerlendirmemiz adına sarsıyor bizi. İyi ediyor elinde cümle silahı olan bu adam, ustaca kullanıyor fikirlerinin koruyucusu olarak gösterdiği cümlelerini.

Hukuk

Batı Hukukunun aslında bilindiği gibi Hıristiyanlığa dayanmadığına birincil koşulunun Roma hukuku olduğuna değiniyor yazar bu bölümde. Batı hukukunun söylevleri ile uygulamaları arasında ki tezatlardan bahsediyor yer yer.

Bu bölüm içerisinde ki Batı Usulü Boşanma başlıklı yazısında ki Özdenören fikirleri, insanın aklını karıştıracak cinsten, mutlaka okunması gereken bir kısım. Hem haklı görüyorsunuz yazarı yer yer hem de haksız. Sonuçta güncellenmiş fikirlere aykırı gelen bir durum gibi görünse de yazılanlar mantığınıza yatıyor savunduklarını düşününce bir yerde.

Batı hukuku ve İslam hukuku karşılaştırılıyor suç ve cezanın irdelendiği bölümlerde.

Batıyı dinamik bir toplum olarak görmesiyle birlikte, sosyal uyumsuzluk probleminin çokluğuna buna bağlı olarak hukuksal olaylara ve toplumsal kurallara en çok Batı toplumunda ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekiyor yazar.

Türkiye’de Batılılaşmanın Yüzleri

Türkiye olarak Batı’yı anlayış şekillerimiz ele alınmış bu bölümde. Türk aydın ve yazarların Batılı fikirleri, eleştirileri üzerinde durulmuş.

Batı uygarlığına bir kereliğine verilecek bir tavizin bile toplumsal sonuçlarının ağır olacağı hakkında ki fikirlerini, Peyami Safa’nın batılı fikirsel eylemlerle alakalı şikâyetleri üzerinden atıfta bulunan yazar, bazı şeyleri kabullendikten sonra Peyami Safa’nın şikâyetinin yersiz olduğunu savunuyor.

Batı ahlakının bizim değer yargılarımızla çeliştiğini ancak kendi değer yargılarında bir mihenge vurulacağından bahsediyor.

Çoğu Türk aydının Batıyı ilmi olarak kültürel ortamlarına almak istediğine dikkat ediyorsunuz okurken. İslami yozlaşmaya karşı olmaları ortak noktaları gibi görünse de bu aydın ve yazarların kendi içlerinde düştükleri tezatlıkları güzel bir şekilde irdeleyerek okuyucu önüne çıkarmış yazar.

Güncel Manzaralar

Batının kendi kültürümüzle olan ayrıklığına güncel meselelerle ayna tutuluyor bu bölümde. Çağdaş olmakla bilimsellik içgüdüsünün birbirini nasıl bir kara kutuya çevirdiğini anlatılıyor. Çağdaşlık eyleminin cümlede kalmaması, kültürel yozlaşmamıza izin verilmeksizin gelişimi kendi benlimizde aramamızı öğütlüyor cümle aralarında Rasim Özdenören.

İnsanların aldanmak ve aldatılmak adına ne derece hevesli olduklarının altını çiziliyor. Batı merakımız uğruna yaşamımızı kolaylaştıracak öğeleri ters algılayışımızdan tutun, Batının hayatımıza uyguladığımız bir takım icraatlarını da nasıl işimize geldiği gibi kullandığımızdan bahsediliyor. Kısaca Rasim Özdenören’in elinde cümlelerden bir ayna, gözümüze doğru fikirsel ışıklarını yansıtıyor. Gözünüz kamaşıyor, yer yer katı buluyorsunuz fikirlerini ama cümle sonunda aynada kendi içsel söylencelerinizin resmini görüyorsunuz aslında.

Bu bölümde ki fikrini beyan ettiği en esaslı cümlesi ise: ” Batının uygulamalarındaki motifini iyice görebilmek için, onu İslam’ın kıstaslarına göre yargılamak gerekiyor.”

Birkaç Yazar, Birkaç Çizgi

Bu bölümde Batılı yazarların fikirleri üzerinden düşüncelerini dile getiren Özdenören, Batı taklitçiliğine olan eleştirel tavrını Dostoyevski’nin ağzından söylencelerle destekliyor.

Malthus’la ahlaki bozlukların ne derece sıradanlaştığını ve görmezden gelindiğine dem vuruyor.

Robespierre ile İslam’ın bir seçim olarak kişinin benliğine giremeyeceğini ancak Mevlâ’nın ol demesiyle hükmünün seçilen kişide tecelli edeceği fikrini beyan ediyor.

Batılı yazarlardan daha birçoğunun fikriyle kendi fikirlerini destekleyen, tezatlıklarını ve içine düştükleri paradoksları yine kendi cümlelerinde arayıp bulan Özdenören, kitabının bu bölümünde de iyi bir cümle işçiliği sergiliyor.

***

Son olarak Batıya İslami bir bakış açısıyla yaklaşan yazar, yumurtayı hangi ucundan kırarsak kıralım içinden öz benliğini yitirmemiş bireyler çıkması temennisinde aslında. Baktığı her yönde, hikmetli ve hayretli gözlerin bakışlarını özlemekte…

Kitaphaber.net